Ödülü altından, malzemesi insandan bir film: Titane

"Titane" için ne buyrulur? Neden Altın Palmiye kazandı bu film? Cannes birkaç yıldır Uzak Asya sinemasına ödül verdiğinden "öze dönme" ihtiyacı duymuş olabilir. Tabii öz öz buysa hayli düşündürücü!

Google Haberlere Abone ol

"Grave" ("Raw", 2016) filmiyle tanınan Julia Ducournau'nun Altın Palmiye'li çalışması "Titane" MUBI'de gösterime açıldı. Bir tür şiddet pornosu olarak başlayan film, başkahramanı kadının "hastalıklı" bir aile kurmasıyla son buluyor. Zaten aile kurumunun ötesinde insani bağlara da farklı bir çerçevede yaklaşan filmin platform tanıtımında "toplumsal cinsiyet", "dişil arzu" gibi havalı tanımlara sıkça rastlanmakta...

CİNSİYETLER ARASI YOLCULUK VE PORNOGRAFİ

Tabu yıkmak, devrim yaratmak değilse de rahatsız etmek gibi bir amaçtan yola çıkıldığı açıkça anlaşılan filmi kazandığı ödül üzerinden tartışacağım fakat evvela konusunu aktarmak ve karakterlerin ilişkilerini incelemek niyetindeyim.

"Titane" çocukluğunda geçirdiği trafik kazası sonucu beyni hasar alan ve ameliyatlar geçirip kulağının üstüne takılmış titanyum malzemeden bir plakayla yaşayan Alexia'yı anlatıyor. Alexia (Agathe Rousselle) tasarım araba konseptli bir gece kulübünde striptiz yapan ünlü bir dansçıdır. Öyle ki bir arabanın kaputuna uzanıp sergilediği performansla herkesi başına toplamasa bile görenlerin imza almadan geçemediği bir şöhrete sahiptir! Bir gece gösterisinden sonra evine gitmek için arabasına bindiğinde saplantılı hayranının tacizlerine soğukkanlı bir cinayet işleyerek karşılık verir. Saçını toplamak maksadıyla kullandığı örgü şişini adamın kulak zarına saplar ve adam, Alexia'nın omzuna köpükler saçarak, titreye titreye can verir. Bu vahşi ve bir o kadar gerçekçi sahneyi yeni cinayetler izler. Alexia'ya selam veren üç gün yaşamıyordur!

Alexia amok koşusuna çıkmıştır fakat yakalanacağını anlayınca son bir cinayetle ailesini cezalandırmak ister. Anne babasını yatak odasına kilitleyip yangın çıkarır ve oradan uzaklaşır. Otobüs terminalinde robot resmini panolarda görür. Seri cinayetlerin zanlısı olarak aranmaktadır. Aynı panolar ona bir çıkış imkânı sunar. Adrien adlı bir çocuk 13 yaşındayken kaybolmuştur. Panodaki kayıp ilanında yüzüne (Flash TV tarzı!) yaşlandırma tekniğiyle 17 yaş görüntüsü verilmiştir. Alexia, Adrien'a dönüşerek ortadan kaybolmanın, başka bir ifadeyle kendi seçtiği kişi veya kişilerce "bulunmanın" hesabını yapar. Gebe olduğu anlaşılan kadın saçlarını keser, göğüslerini, şişmeye başlayan karnını sımsıkı sarar ve kendisinden daha tuhaf bir adamla tanışacağı yolculuğa çıkar.

Diğer cephedeyse itfaiye amiri Vincent Legrand (Vincent Lindon) oğlu Adrien'a kavuşmanın sevinciyle Alexia'ya sarılıp hasret giderir. Böylece ikisinin tuhaflıklarından yeni bir aile kurulur. Alexia, Adrien olurken steroid takviyeleriyle ayakta duran Vincent da babalığını doyurmaya koyulur.

METALİK AİLE BAĞLARI

Aile meselesinden girmek istiyorum. "Titane" bir aile dramı ama ilginç bir şekilde, tersten bir dram çiziyor ve dağılan ailenin mutsuzluğu yerine kurulan ailenin çılgınlığını, o tuhaf neşesini, enerjisini merkeze alıyor. Hani Vincent'ın hikâyesini ayrıntılı bilmesek bile Alexia'nın yürüdüğü yola az çok vakıfız.

Filmin girişinde basit bir açıklama duyuyoruz. Ameliyattan yeni çıkmış çocuğa dair "beyin fonksiyonlarına dikkat edin" diyor doktor. Film, Alexia'nın eski bedeniyle ve tüm ilişkilerini kapsayan yaşamında geçirdiği son günleri işleyip bir metamorfoz anlatısına geçiyor. Bu noktaya ulaşırken ise eski aileyi ilkin gıyabında yıkıyor nihayet somut olarak ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla Alexia anlam veremediğimiz cinayetler işlerken hem eski bedenini öldürüyor, başkalaşıyor hem ailesinden uzaklaşıyor.

Film, aile bağlarına tersten yaklaşarak bir yenilik getirmiş diyebiliriz. Zira yozlaşmadaki dönüşüm bedendeki başkalaşımla desteklenmiş, anlam kazanmış. Tabii Alexia'nın karnında taşıdığı bebeğe değinmeden geçmeyelim. Kendisi “dönüşen kadın” aynı zamanda (belki bir arabadan) hamile kalıyor ve ebeveynliğin hammaddesi tartışmaya açılıyor! Alexia aile bağlarını, göbek bağlarını sorgulayacak bir ortam hazırlıyor kendine.

BEDEN VE ŞİDDET

"Titane", insan bedenini aksiyonun parçası kılarken “Cronenbergvari” yakıştırmasını haklı çıkaracak, kendi içinde sade fakat dış dünya için anlaşılmaz oyunlara başvuruyor. Cronenberg, anlatısını başarıyla kurabildiğinden gerçeğini süslemeden yansıtan ancak argümanlarına hâkim olmadığımızdan üslubu kapalı bir yönetmen... Ducournau da kendi dünyasını kurabilmiş ve sade bir anlatım tutturmuş. Seyirciye gizem duygusunu alışageldik yollardan tattırmazken daha ileri gidip merak öğesini dahi yer yer sakatlıyor ve dünyasını dilediği ölçüde açıyor. Örnek vermek gerekirse filmde kadın hamile kalıyor, vücudu giderek deforme oluyor. Karnı gerildikçe plakalar görüyoruz, öte yandan siyah renk kusuyor, yine rahminden siyah bir sıvı boşalıyor. Yönetmen bu gariplikleri kavramamıza fırsat vermeden ya gaza basıyor ya ani frenlerle seyirciyi filmin dışına fırlatıyor. Bir çeşit yabancılaştıran fakat aynı ölçüde izleyeni bağrına basan ve gittiği yere kadar götüren çelişkili bir tavır bu. Ducournau ruhun karardığı bir dünyada dış görünümü araçsallaştırırken, beden gibi insana hem ev sahibi hem kiracı hissettiren bir kavramı itip çekerek afallattığı seyirciyi çıplak şiddet gösterileriyle kendine bağlıyor. Böylece filme egemen çarpık beden algısıyla hareket ediyor, filmin bedeninde adeta bir uzuv hali alıyoruz.

Yine de şiddetin abartıldığı bazı sahnelerde beden bu kez öyküyle mesafemizi ayarlamayı bırakıp isyan eden unsur oluyor ve kahramanla özdeşleşmemizi sağlıyor. Alexia'nın burnunu kırdığı sahnede tüylerimiz diken diken oluyor yahut her defasında acı çekerek bedenini sarması seyirciye dayatılan nedensizliği açıklıyor. Bir noktadan sonra şuraya varıyoruz: Alexia'yı anlamak zorundayız. Beden, şiddetin yöneldiği açık hedef fakat yanı sıra dönüşümün de sahası... Saçlarını kısaltıp kaşlarını tıraşlayan, dahası iş arkadaşlarının erkeksi ortamına uyum sağlamak için dik dik yürüyen Adrien nedir ki çok geçmeden bir partide itfaiye aracının tepesine çıkarak erotik dans figürleriyle geçmişini yâd edip iki uçlu bir dönüşümü yaşıyor. Bir yandan gebe, içinde metalik bir plaka büyümekte diğer yandan ise fizyolojik olarak kadın ve kültürel bakımdan erkeğe dönüşmekte... İlginçtir Alexia Adrien'la bütünleşip erkeksi tavırlar sergiledikçe aseksüel şiddeti geriye çekiliyor ve nesnelere yönelttiği şehveti örneğin örgü şişiyle yaşadığı tatmini dizginlemeye başlıyor. Bu noktada dönüşerek vahşi duygularını boşalttığını ve ailesine dönük ilgisizlikte kamufle olmuş öfkeyi söndürdüğünü önerebiliriz. Bedendeki seyir, şiddeti dönüştürüyor ve "aile olma" psikolojisini destekliyor. Bir kez daha Cronenberg'le benzerlik söz konusu... Bedeni hiç durmaksızın sömürerek kendi kompozisyonunu tamamlayan bir Ducournau var karşımızda. 

VINCENT'IN DOYURULMAMIŞ ERKEKLİĞİ

"Titane" her ne kadar "cinsiyetler üstü" anlatısını Alexia ile sürüklese de evladına kavuşmayı saplantı haline getiren "fazla erkek" baba Vincent önemli bir yer dolduruyor. Alexia, cinayetler işleyip oradan oraya kaçsaydı filmin sıradan bir çılgınlık öyküsüne dönüşerek rengini yitirmesi işten değildi. Oysa Vincent ilk çeyreğin bitiminde karşımıza çıkarak tamamlayıcı bir rol üstlenmiş. Alexia'nın eksik parçası Adrien olmakken Vincent da kaybına kavuşuyor ve işindeki amirliği oğlu üzerinde otorite kurarak yeni bir mertebeye taşıyor. Öyle ki oğlu falan olmadığını belki ilk görüşte anladığı Alexia'yı ortamına sokuyor, ona iş öğretip mesleğe kazandırıyor. Bu tavrı tüm vaktini erişime açan babanın kayıp evlat yerine hayatını paylaşacak bir arkadaş aradığını da ortaya koyuyor.

Vincent kalçasına sürekli steroid vuran, yangın söndürdükçe, hayat kurtardıkça kasları kabaran ve erkek olduğunu sımsıkı hisseden bir amir. Erkek, tavizsiz, yönetici ve yalnız... Bir kaybın peşi sıra kaybolması, eşinden ayrılıp işkolik yaşamına sıkışması anlaşılır şeyler. Bu yaşamı değiştirme güdüsüyle mecburen ne idüğü belirsiz bir iletişime yelteniyor. Riskli, uçlarda bir tercih onunkisi fakat çaresizliğini düşünürsek taşlar yerine oturuyor.

TİTANYUM PLAKAYA ALTIN PALMİYE YA DA ALIŞILMADIK MABATTAN DÜŞEN AVRUPA SİNEMASI

Peki, günün sonunda "Titane" için ne buyrulur? Neden Altın Palmiye kazandı bu film? Cannes festivali birkaç yıldır Uzak Asya sinemasına ödül verdiğinden bir "öze dönme" ihtiyacı duymuş olabilir. Tabii öz buysa hayli düşündürücü! Yahut Avrupa sinemasının tükenişiyle mi karşı karşıyayız? En hafif tabirle ve iyimser bir bakış açısıyla "deneysel" kategorisine sokabileceğimiz, şaşırtıcı, şok edici, sarsıcı vb. sıfatlarla tüketebileceğimiz "Titane" nasıl oluyor da kıtanın en prestijli ödülünü alıyor?

Avrupa sinemasının uzun zamandır dişe dokunur örnekler üretmediği söylenebilir, öte yandan Netflix kültürünün, sinemaya salt ticari bir mecra görmeyip sanatsal yaklaşan kıtaya da hâkimiyet kurduğunu ve bu yüzden sinema dilinin bir kez daha ayrıştığını, marjinalin, deneyselin merkeze doğru kaydığını görüyoruz. Yeni sinemacılar bu fırsatı iyi değerlendiriyor şüphesiz. Ducournau da "Titane"da kendi dilini yaratmış çıkıyor karşımıza fakat şunu atlamamak lazım: Avrupa sineması Hollywood'dan ayrıştığı ve yeni akımlar, yeni diller geliştirdiği dönemlerde doğurgan bir noktadaydı, bugün ise yalnızca saldırgan olduğunu, vurkaçlarla yol aldığını görüyoruz. Güncel ve doğalında uçucu tanımlara sıkışan, derinlikli söylevi, süslü görüntüsü ardında son derece plastik kalan filmler izliyoruz maalesef.

"Titane" da ilginç ve düşündürücü bir çalışma olmasına karşın belli bir süre konuşulup unutulacak filmlerden; yarına kalmayacağı, iz bırakmayacağı aşikâr. Ödül alması bir yana bu çizginin giderek kaideye dönüşmesi Avrupa sinemasının geleceğine dair endişeleri artırıyor.