O taşı kim sektiriyor?

Özgür Çırak’ın yeni kitabı 'Biz de Yarın Güleriz', İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Özgür Çırak’ın, 'Sıcacık Bir Ev' isimli öykü kitabı ve 'Ormandan Gece Gelen' isimli novellasının ardından üçüncü kitabı 'Biz de Yarın Güleriz', İletişim Yayınları etiketiyle geçtiğimiz aylarda okuyucuyla buluştu.

'Biz de Yarın Güleriz', zaman zaman birbirine bağlanan, zaman zaman da bağlarını cesurca koparan sekiz öyküden oluşuyor.

İNSAN SARMAŞIĞI

Fidan Terzioğlu’nun 'İnsanı İnsan Yapan Nedir?' kitabında, "Yolculuk, sadece bireysel ölçekte tecrübe ettiğimiz bir yolculuk değildir. Kendi süreçlerini yaşayan diğer varlıklarla paylaştığımız tüm döngülerle eşzamanlıdır. Birlikte uçan kuşlar tek vücut gibi hareket ederken, her birinin kendi bireysel gerçekliği devam eder," cümleleri geçer. Özgür Çırak, 'Biz de Yarın Güleriz'deki öykülerinin hemen hepsinde, kişisel yolculukları, tam da Fidan Terzioğlu’nun yukarıdaki söylevine uygun bir anlatımla sunuyor okura. Tek vücut halinde hareket eden, birbirlerine çarpa çarpa ilerleyen insanların bireysel gerçekliklerini, içlerindeki irinleri patlatarak gösteriyor. Bu irinlerin içinden bazen birbirinin aynısı onlarca beden, bazen değişime kurban edilen günahsız horoz, bazen kitap kapağından kanat çırparak uzaklaşan kuşlar, bazen güçlünün adaletsizliği, bazen umudun korkuya galibiyeti, bazen de yazarın kendisi çıkıyor. Böylece akılda, yazarın ilk öyküsü 'Mülayim'de söylediği şu cümle canlanıyor: İnsan sarmaşığı.

Söz konusu cümleye ev sahipliği yapan ‘Mülayim’; kısa bir ithafın ardından şu cümlelerle karşılıyor okuru: "Bir sonraki ayın birinde yatacak maaş ve Melis’in hayaliyle hep aynı saatte uyanıyor, tatil günleri de buna dahil, koşa koşa kaldırımları geçiyor, birtakım engelleri aşıyor, insanların omuzlarına tosluyor, dönüp özür dilemeye bile zaman bulamadan, en çirkin fotoğrafımın basılı olduğu kartları bir yerlere okutuyor; trene, otobüse veya vapura biniyordum." Anlatıcıyı bu pasajla özetleyen Çırak, hemen ardından, "iş çıkışı da üzerime aldığım partal paltomdan daha yorgun, başım önümde evime dönüyordum," cümlesiyle de tekdüzeliğini pekiştiriyor. Ancak bu tekdüzelik, tam da bu noktada anlatıcının başını kaldırıp evinin balkonuna bakması ve orada, her zamankinden farklı bir gerçekliğin olduğunu fark etmesiyle, dağılıyor. Evren sonsuzluğunu anlatıcıya aralarken, anlatıcıdan ve diğer insanlardan onlarcasını bir araya getiriyor. Bu durumu, post-hümanizme karşıt bir anlatımla aktaran yazar, "İnsan en iyi kendisiyle anlaşıyor zaten bir yerden sonra," cümlesiyle, 'Mülayim’deki anlatıcının şartlara uyum sağladığı bir gerçeklik yaratıyor.

Peki, anlatıcı bu yeniliğe ayak uydururken, diğer insanlar ne yapıyor? Ya da bu durum, tekdüzeliği kırıyor mu, yoksa yeni bir tekdüzelik mi yaratıyor?

AHMET TULGAR, İNCE KIYILMIŞ

Kitabın ikinci öyküsü 'İnce Kıyılmış', yazarın Ahmet Tulgar’a ithafıyla başlıyor. Merkeze, anlatıcıyla beraber Ercan Enişte karakterini de koyan yazar, Ercan Enişte’nin alt metnini, Ahmet Tulgar’ın 'enişte' tanımlamalarıyla yapılandırıyor. 'Biz de Yarın Güleriz'de geçmeyen bu tanımlamalardan bazıları şöyle: "Enişte dönen bir şeydir. Karısının zemininde, kendisine yönelen bakışlara göre, bakışların etkisiyle, bakışlar nezdinde bir topaç gibi dönerken, birbirinden farklı görüntüler sergiler, farklı işaretler gönderir, farklı estetik duyumlara yol açar, farklı hisler uyandırır."

Yazarın, "Büyük bir aileye giren iç güveysidir," diye aktardığı Ercan Enişte, Ahmet Tulgar’ın 'enişte' tanımlamasını göğüsler biçimde duruyor öykünün ortasında. Piliçlerinin peşinde, günü öldürmenin telaşında, koşulsuz bir güvenle Şenkurt Kasap’ın en afili köşesinde yaşayıp gidiyor. Hastalanacağı belli, tüyü dökülen piliçleri anlatıcının tabiriyle, hep altmış yaşında, tütün, ekmek ve meşin ceket kokan ustasına teslim ederken, boynu eğilmiyor. Nuri Usta, piliçleri kıtır kıtır keserken, Ercan Enişte yerini gitgide sağlamlaştırdığından emin, volta atmaya devam ediyor. Yazarın ilk öykü 'Mülayim'de yer verdiği; "Pırıl pırıl bir taş sekti göğsümde, ta uzaklara kadar, kalbimdi belki de bilmiyorum," cümlesi, 'İnce Kıyılmış'ta yerini, "Bir taş sekiyor Ercan Enişte’nin içinde, uzaklara doğru suyun üstünde, kalbi herhalde bilmiyorum," cümlesine bırakıyor ve Ercan Enişte’nin değişen kaderi, bu alıntının referansında okurla buluşuyor.

Biz de Yarın Güleriz, Özgür Çırak, 82 syf., İletişim Yayınları, 2023.

KİTAP KAPAĞI

Özgür Çırak’ın ilk öyküdeki post-modern anlatıma devam ettiği 'Kitap Kapağı', 2014 yılında ilk basımı yapılan bir kitabın kapağının hayat bulma hikayesini anlatıyor. Yazar öyküyü, kendi sesinden şu ön paragrafla açıyor: "Ben çocukken, damı olan evlerde, güvercin besleyen abiler, birbirlerinin güvercin sürülerinden cins güvercinleri kapmak için yarışırlardı. En cazibeli, en alımlı, paçalı, en taklacı olanlarını çiçekli bir çağrı gibi salar, komşu damlardan bu dostane davete kapılanları çekerlerdi. Güvercini kaptıran, bir hafta çıkamazdı güvercinci kahvesine. Epey dalgası geçilirdi. Hırsızlık sayılmayan hırsızlıktı." Ve sonra öykücülerin Cemil Abi’sini de yanına katarak hikayeyi anlatmaya başlıyor yazar. Kitap kapağından uçup giden kuşları bulmaya çabalayan anlatıcıyı, kapaktaki paltolu adam figürüne baktırıyor ve okuru, şöylesi ironik cümlelerle bam telinden yakalıyor: "…bir lodos esip havayı ısıtmış gibi diyeyim, adam üstündeki paltoyu çıkardı, palto çıkınca adamın yalnızca başı, boynu ve paltonun sınır çizgisinden başlayan ayakları kaldı. Palto alıp götürmüştü ne varsa. Ya yazar kitabın kapağındaki adamı hiç paltosuz hayal etmemişti, paltonun altındakilere dair hiçbir fikri yoktu ya da adam sıcak havalarda paltosuz tek bir gün dahi geçirmediğinden gövdesi paltodan ibaretti."

ENSE, KİMSEYE ANLATILMAYACAĞINA DAİR SÖZ VERİLEN HİKAYE, AYNA VE USTURA

Özgür Çırak, 'Ense'de; Berber Halil’in dükkanında, kucağındaki köpeği zapt etmeye çalışan anlatıcının, "Bugün evim yok. Başıma gelenleri bir bilsen," cümlesinin peşine takıyor okuru ve Reco’nun, yavru köpeğin, Reco’nun babasının, Berber Halil’in biraderinin içinde olduğu karanlık bir hikayenin ayak izlerinde dolaştırıyor. Halil’in öykünün sonlarına doğru anlatıcıya söylediği, "Bak aramızda kalacak ha! Birinden duyarsam gebertirim," cümlesini okurun sırtına yükleyip, yazar, aramızda kalacak o hikayeyi anlatacağı diğer öyküye geçiyor. 'Kimseye Anlatılmayacağına Dair Söz Verilen Hikaye'de yazar, yukarıda da bahsi geçen 'Mülayim' ve 'İnce Kıyılmış'taki cümlelere, şu pasajla selam veriyor: "Bir taş sekti içimde, kalbimdi belki de bilmiyorum." Ve yazar, Halil’in biraderini, bu öykünün ana kahramanı yapıyor. Cemal Abi’sinin kucağında sünnet olduğu günü anımsayan anlatıcı, bugününde, Cemal Abi’si yüzünden içine düştüğü kötülüğü şöylesi cümlelerle haykırıyor: "Pantolonun sıyrılan yerlerinden çıplak diz kapaklarım toprağa değiyor. Verim tesir ediyor, kıllarım tek tük de olsa diken diken oluyor, dalıveriyor, kökleniyorum, ısırganlarla yarışıyorum, bir uzuyor ki bacaklarım. Şimdi o sekiz kollu karaçalı ve kemer çözülüşlerinde dökülen ısırganların gidip gelişleri aşağılarda bir yerde, bir oyuna dönüşüyor. Sırayla sürtünüyorlar. İşini bitiren bir tur daha dönüyor." Her şeyin normale, sıradana döndüğü yerde öyküyü bitirip 'Ense'deki anlatıcıyla yeniden buluşturacağı 'Ayna ve Ustura'ya götürüyor bizi yazar. 1 Mayıs eylemlerinin merkezde olduğu bu öykü, sayfalar boyunca süren zulme, intikam yumruğunun sallandığı yer oluyor.

RANDEVU, HER TAŞIN ALTI

'Randevu', anlatıcının bilmediği bir numaradan gelen mesajın peşine takılıp daha evvel hiç gitmediği bir mekana gitmesiyle başlıyor. Özgür Çırak, anlatıcıyı sobanın yanındaki iskemleye oturturken, geçmişin puslu sayfalarını da gözlerinin önüne getiriyor. Ve anlatıcının dilinden şu sözleri fısıldıyor: "Dayımı gördüğüm son günden bu zamana kim gel dediyse gitmiştim, tanımadığım bir numara dahi olsa."

Yazar, 'Randevu'da anlattığı hikayenin başka hayatlara tesirini okura vereceği sonraki öykü 'Her Taşın Altı'nı, "Çok mu günah olur?" cümlesiyle açıyor ve babası kaybolmuş bir kız çocuğunun yaşadığı zorluklara direnme yolunu Tanrı’ya bağlıyor. Öyle ki bu kız çocuğu, Allah olmak istiyor.

SİSİFOS’UN MEYDAN OKUYUŞU

'Her Taşın Altı'ndaki tanrı, sonraki öyküdeki Sisifos’a selam veriyor; hilekarlığının cezası olarak tanrılar tarafından devasa bir kayayı dik tepenin doruğuna yuvarlamakla cezalandırılan Sisifos, 'Biz de Yarın Güleriz'in son öyküsü 'Kağıttan Kaplan'da karşımıza çıkıyor ve tıpkı efsanedeki gibi tepenin doruğuna ulaştığında kayayı elinden kaçırdığını anımsatarak, her şeyin başladığı noktaya, ilk öyküye bizi yeniden davet ediyor. Yazarın tabiriyle gençten, sakallı, uzun saçlarını bağlamış bir adamın, kapısında anlatıcıyla birlikte bizi de karşıladığı İlhami Apartmanı; Ercan Enişte’ye, kitabın kapağından kurtulup uçan kuşlara, berber dükkanına ve diğerlerine yeniden rastladığımız yer oluyor. Anlatıcının, "Kötü şeyler de olacak!" cümlesi, kapıdaki kişi tarafından şöyle cevaplanarak, aklımızdaki kuşların da kanatlarını havalandırıyor: "Buraya kadar geldiğinize göre biliyorsunuz aslında."

Yazar 'Kağıttan Kaplan'ı ve kitabı, şu son sözlerle bitiriyor: "Haklarında anlattıklarım, hakkımda bilinmeyenlerle çatıyı mühürlüyorum. Bir kat daha çıkılamayacak şekilde bitiyor İlhami Apartmanı."

GENELE BAKIŞ

Özgür Çırak’ın öykülerin tamamında birinci tekil anlatımı tercih ettiği 'Biz de Yarın Güleriz'deki 'Mülayim', 'Kitap Kapağı' ve 'Kağıttan Kaplan', post-modern imgelerle yol alırken, geri kalan öykülerin ayakları yere sapasağlam basıyor. Yazarın çoğunlukla isimsiz anlatıcıları tercih ettiği öykülerde, yazar, kaleminin ucuyla karanlığı deşiyor, dili oldukça yetkin ve zaman zaman ironik kullanarak edebi lezzeti arttırıyor. Her şeyin sonunda, karakterlerin yanına bizi de bırakarak ancak onların arasında kendimize bir yer bulmayacağımızı anlatarak, Berber Halil’le, Lokantacı Cemal’le, Şenkurt Kasap’ın Şeker’iyle birlikte Sisifos’un heykeline, kendisine baktırıyor.

SON SÖZ

Zayıf olanın sömürülmesi, yok edilmesi üzerine inşa edilen topluma yer yer başkaldırı, yer yer sessizlik manifestosu içeren bu öyküler, Özgür Çırak’ın kaleminden dökülen gerçeklikler değil yalnızca, görmediklerimizin kilitlerini açan anahtarlar da.

Şimdi pırıl pırıl bir taş sekiyor göğsümüzde; belki Ercan Enişte’nin, belki Gün’ün, belki Şeker’in, belki Nuri Usta’nın, belki de diğerlerinin kalbi, bilmiyoruz. Ama taşı kimin sektirdiğini çok iyi biliyoruz.