YAZARLAR

Neden yeni bir ‘1 Mayıs marşı’ yazılamıyor?

Şimdi en popüler, en “muhalif” sanatçılar, gruplar o geleneğin marşlarını futbola uyarlamaya çalışadursun, baskının, sansürün, ayrımcılığın bu kadar ayyuka çıktığı bir dönemde milyonlara ses olabilecek şarkının, şarkıların, marşların ortaya çıkmıyor oluşu sosyolojik bir vaka.

Türkiye’nin müthiş ve çok renkli bir devrimci müzik geleneği, mirası var. Dünyada çok az ülkede müziğin kitlelerin motivasyonunda bu denli güçlü bir etkisi vardır. “Devrimci müzik” denince akla ilk gelen Latin Amerika’nın muhteşem sanatçılarının, kıtanın köklerinde, halkların geleneksel müziğinde bulduğu devrimci ateşi “yeni şarkı” olarak dünyaya hediye etmesi gibi Türkiye’nin devrimci müziği de çok yetenekli, kalpleri özgürlük ile çarpan müzisyenlerin Anadolu’nun köklerinden filizlendirdiği halk müziklerinden doğar esasen. Müziğin gücü bu yüzden de bu kadar büyüktür. Öyle ki devrimci formasyonun temelinde örneğin olmazsa olmaz bir teorik eğitim kadar marşları hep bir ağızdan söylemeyi öğrenmek de vardır. Hem zaten (yıllar önce bir yazımda söylediğim gibi) “müzik ile devrim kardeştir”:

“Bir kere ikisi de her şeyden önce hayal etmekten doğar, yaratıcı cesaretten başlar. Yeniden oluşturmak, güzelleştirmek, ortaklaştırmak içindir devrim de, müzik de... Değil mi ki, doğanın ve kendisinin seslerini ilk kez tanımlayıp sıralayan insan, tarihin en uzun, en güçlü, etkileri en çok insana ulaşan devrimini gerçekleştirmişti. Meseleye en kişisel, en duygusal yerden yaklaştığınızda bile bu ezeli birliktelikten uzaklaşamazsınız. Bach, ‘müziğin varlık amacı, ruhu tazelemektir’ dediğinde, her tazelenmenin bir devrim olduğunu söylememişti belki ama hayallerde güzelliğe açılan her devrim fikri, tazelik, ferahlık, yeniden başlama hisleriyle birlikte doğar.

Müziğin, sonsuz seslerin sonsuz kombinasyonunu içeren kaosu, armoni ile özgür, tercihe dayalı ve düzenli bir etkiye açılır. Her devrimin değil belki ama hem temelinde hem de ufkunda özgürlüğü barındıran devrimlerin bir armonisi vardır; en azından olmalıdır. Güzel olan, ahengiyle gerçekleşen şeylere ‘şiir gibi’ demeyi severiz hani... ‘Müzik gibi’ demeliyiz belki de...

Anlamlar dünyası toprağa da sirayet eder. Bu yüzden her devrimin bir müziği vardır. Marşlar, şarkılar, hep bir ağızdan söylenen... İster müziğin motive edici, birleştirici, ruhu uyandırıcı gücünü kullanmak, ister sırf birlikte şarkı söylemek güzel olduğu için diyelim, devrimlere, devrim çabalarına, devrim hayallerine şarkılar eşlik eder. Dünyanın en ünlü bazı şarkılarını, cephelerde, okullarda, sokaklarda bir ağızdan söylenen ‘Bella Ciao’yu, ‘Venceremos’u, ‘Ay Carmela’yı, ‘No Pasaran’ı düşünün. Cephelerde söylenmese de, bir marş olarak yazılmasa da Lennon'ın ‘Imagine’ı özelinde rock tarihini, 68'i ve ona eşlik eden binlerce şarkıyı düşünün... Unutmadan en sert sistem eleştirileri barındıran Punk'ı, tabii RAP'i ve dünyanın her yerinde yerel etnik tohumlardan filizlenen diğer müzik akımlarını da düşünün.”

‘ANCAK BU BÖYLE GİTMEZ!’

Bizim en bilinen, hemen hepimizi aynı anda en çok etkileyen marşımız herhalde ‘1 Mayıs Marşı’dır. Hani o, “Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır / Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez” diye başlayan meşhur marş. 1 Mayıs’larda yüz binlerin bir ağızdan söylediği, bize şanlı bir mirası anımsatmakla kalmayan, “Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından” diye haykırırken karamsarlığımızı da yerle yeksan eden ‘1 Mayıs Marşı’.

O marşın bestecisini, çok önemli bir müzik insanını, Sarper Özsan’ı kaybettik Pazartesi günü. Özsan, ‘1 Mayıs Marşı’, ‘Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini’ gibi toplumun ortak hafızasının vazgeçilmezleri haline gelmiş marşları yazıp bestelemenin yanı sıra bir kompozitör, bir müzik eğitimcisi ve bir tiyatro müziği bestecisi olarak da çok özel bir yerde duruyordu.

Bir röportajında ünlü marşı nasıl yazdığını anlatmış:

“1974 yılıydı. Ankara Sanat Tiyatrosu, Bertolt Brecht’in, Maksim Gorki’nin romanından yararlanarak yazdığı 'Ana' oyununu oynayacaktı. Müziklerini benim yapmamı istediler. Brecht’in bütün oyunlarında şarkı sözleri vardır. Oyunun 1 Mayıs 1905 sahnesi için Brecht, 'İşçiler marş söyleyerek sahneye girer...' notunu düşmüş ancak hangi marş olduğu belirtilmemiş. Kendisi de bu sahne için bir şarkı sözü yazmamış. Önce bu sahneye uygun bir marş aradım ama bulamadım. İş başa düştü ve marşın sözlerini yazmak zorunda kaldım. 1 Mayıs Marşı böyle ortaya çıktı.”

RAP’E DELEGE EDİLEN DEVRİMCİ MÜZİK

Evet, bir tiyatro oyununda işçileri oynayan aktörlerin söylemesi için yazılmış bir marş ‘1 Mayıs Marşı’. Bu örnek, bugün maalesef kaybettiğimiz bir geleneğin kültür tarihimiz açısından olduğu kadar siyasi tarihimiz açısından da ne denli önemli olduğunu gösteriyor: Devrimci tiyatro ve onun etrafında yeşeren devrimci sanat. Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahneye konan onlarca oyunun Sarper Özsan, Timur Selçuk gibi büyük besteciler tarafından yapılan müzikleri, ‘Payidar’a, ‘Zengin Mutfağı’na, ‘Sakıncalı Piyade’ye bestelenen şarkılara Çiğdem Talu gibi müziğimizin en önemli söz yazarlarından biri tarafından yazılan sözler… Bugün neredeyse “demode” sayılan bir geleneğin sayısız güzel meyvesi, hem tiyatro, hem müzik, hem de devrimci tarihimizin başköşesinde duruyor. 

Sarper Özsan’ı kaybettiğimizin haberini alır almaz bunlar geldi aklıma. Protest yahut devrimci müzik üzerine hazırladığım yazılar, söyleşiler zaman zaman bu mecrada yayınlanıyor. Yazının başında sözünü ettiğim o zengin mirasın aldığı hali, geldiği yeri de sorgulamaya çalışıyorum bu yazılarda, haberlerde. Timur Selçuk, Ruhi Su, Cem Karaca, Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya, Grup Yorum gibi daha nice ismin birlikte anılabileceği protest müzik geleneğimizi geçmişin coşkulu bir anısı gibi rafa kaldırmışa benziyoruz. Şimdi en popüler, en “muhalif” sanatçılar, gruplar o geleneğin marşlarını futbola uyarlamaya çalışadursun, baskının, sansürün, ayrımcılığın bu kadar ayyuka çıktığı bir dönemde milyonlara ses olabilecek şarkının, şarkıların, marşların ortaya çıkmıyor oluşu sosyolojik bir vaka.

Devrimci müziği, en azından “protest” müziği RAP gibi yeni tarzlara delege etmek, artık eskisi gibi sloganlarla şarkılar yazmaya eli gitmeyen sanatçılarımız için de bir kaçış, meşru bir işten kaytarma oldu sanırım. Oysa 1 Mayıs’ta yüz binlerin o marşı hep bir ağızdan söylediği, söyleyebileceği gibi bir RAP şarkısını yüz binlerin bir ağızdan söylediğine ben tanık olmadım. Yeni kuşakların isyanlarını dile getirmek için diledikleri tarzda müziği “kullanmaları” analarının ak sütü gibi helal olsa da büyük bestecilerimizin halka birlikte söyleyebilecekleri yeni umut ve özgürlük şarkıları hediye etmek gibi bir sorumluluğu var. Bunu yaparken ilham alabilecekleri en iyi kaynak Sarper Özsan’dan başkası değil.


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.