Mutsuzluk ve ekonomi

Birleşmiş Milletler Dünya Mutluluk Raporu’nda 150 civarında ülkenin mutluluk seviyeleri yer alıyor. Türkiye’nin mutluluğunun daha önceki yıllara göre en düşük seviyeyi gördüğünü söylebiliriz.

Google Haberlere Abone ol

Hatime Kamilçelebi*

Neden bu kadar mutsuzuz? Birleşmiş Milletler’in 2012 yılından beri hazırladığı Dünya Mutluluk Raporu’nda 150 civarında ülkenin mutluluk seviyeleri yer alıyor. 2022 yılının mutluluk sonuçlarının yer aldığı Dünya Mutluluk Raporu’nda Türkiye’nin mutluluğunun daha önceki yıllara göre azalmış olduğunu görüyoruz.

Mutsuzluğun birçok sebebi olmakla birlikte insanların sağlık ve ekonomik durumu en önemli etkenler arasında.

Mutluluk ekonomisi alanında kişi başına düşen milli gelir belli bir seviyeyi aştığında insanlara duygusal olarak tatmin sağlamadığını ortaya çıkaran çalışmalar olsa da yüksek gelirin mutlulukla ilişkili olduğunu tespit eden çalışmalar da mevcut. Bu çalışmaların sonuçlarına göre kişi başına düşen milli gelir arttıkça insanların mutlulukları az da olsa artmaya devam ediyor.

Dünya Mutluluk Raporu’na baktığımızda da mutluluğun yüksek gelir ile ilişkili olabileceğini görüyoruz. Bu nedenle Türkiye’deki hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon nedeniyle satın alma gücümüz ciddi derecede azaldığı için mutluluğumuzda da buna bağlı olarak azalış olduğunu söylemek mümkün.

Aşağıdaki tabloda ülkelerin mutluluk seviyeleri bakımından ilk ve son üç ülkeyle beraber Türkiye’den önceki ve sonraki ülkeleri belirttim. Katılımcıların genel mutluluk seviyesini 10 üzerinden belirttiği bu raporlardan oluşturduğum tabloda görüleceği üzere Türkiye’nin mutluluk seviyesi gelişmiş ülkelerin çok gerisinde. Ele alınan tarihlerde ilk 10’a giren ülkeler arasında çoğunlukla Kuzey Avrupa ülkeleri, Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada yer alıyor. Türkiye 2017’ye kadar 70’li sıralarda 10 üzerinden ortalama 5,4 puanlık mutluluk seviyesinde yer alıyordu. İlk kez 2017 yılında 69. sıraya yükselmesine rağmen bu yükselişini sürdüremedi. Türkiye’deki insanların 2017’den sonra mutluluğunun azaldığını biliyoruz. 2022 yılında Türkiye’nin mutluluk seviyesinin Afrika ülkeleri olan Gana ve Burkina Faso’nun mutluluk seviyesi arasında yer aldığını, 4,7 puanla günümüze kadar açıklanan mutluluk verilerine göre en düşük seviyeyi gördüğünü söyleyebiliriz.

10 yıl önceki mutluluk verisiyle kıyasladığımızda neredeyse bir puan azalış söz konusu. Peki biz bu 10 yılda mutlulukta kaybettiğimiz bir puanı kaç yıl sonra eski seviyesine getirebiliriz? Temel ihtiyaçların karşılanamadığı durumda mutsuzluk ciddi oranda artmaya başlıyor. Mutluluğu artırmak için adım adım ilerlemek gerekiyor. Mutluluk iktisatçısı Veenhoven ve Vergunst’un yaptığı bir çalışmaya göre yıllık yüzde 5’lik bir büyüme o ülkede yaşayan kişilerin yaşamları boyunca mutluluğunda tam bir puanlık artış yaratabilir. Bu çalışmaya göre 0-10 ölçeğinde ortalama mutlulukta bir puanlık artış sağlanabilmesi için yaklaşık 60 yıla ihtiyaç var.

Diğer bir mutluluk iktisatçısı Easterlin ise mutluluk seviyesinin, temel ihtiyaçların karşılanabildiği noktaya gelinceye kadar artabildiğini ifade eder. Temel ihtiyaçlarımızı karşılayabildiğimiz seviyeye ulaştığımızda geçim sıkıntısı çekmeyeceğimizden mutluluğumuzda artış daha yavaş olabilir.

Peki şu anda ekonomik durumumuz nasıl? İnsanlar borçlarını ödeyememekten, hayat standardını kaybetmekten korkuyorsa kalitesi yüksek bir yaşamdan ve mutluluktan söz edebilir miyiz?

Bunu Emin Çapa’nın Yöneylem Araştırma’nın anket sorularının sonuçlarından derlediği ‘Dünyanın 1001 Hali’ programında sunduğu sonuçlarla açıklayalım.

Bu göre her 100 kişiden;

72’si borçlarını ödeyememekten korkuyor, 20’si korkmuyor.

60’ı çocuklarının okul masraflarını ödeyememekten korkuyor, 32’si korkmuyor.

68’i asgari ihtiyaçlarını karşılayamamaktan korkuyor, 23’ü korkmuyor.

52’si kendisinin veya bir yakının işini kaybetmesinden korkuyor, 25’i korkmuyor.

73’ü sahip olduğu hayat standardını kaybetmekten korkuyor, 21’i korkmuyor.

“Sorunların nedeni ekonomi politikalarındaki yanlışlardır” sorusuna ise 74 kişi ‘evet’, 16 kişi ise ‘hayır’ cevabını vermiş.

Ekonomik verilerle de insanların geçim sıkıntısı çektiği ve politika yapıcılardan ekonomideki gidişatı düzeltecek politika uygulaması bekledikleri sonucuna varabiliriz. Ekonomik durumla ilgili korku seviyelerinin artmasının yanında son açıklanan Gallup anketinde de insanların öfke ve stres içinde olduğu, dinlenmiş hissedemediği ve gün içinde gülmediği ülkeler arasında en üst sıralardayız. Gün içinde en az yeni şey öğrenen ülkeler ise Afganistan ve Türkiye.

Bu sonuçlar ekonomik koşullara bağlı depresyon ve kaygı bozukluğunun yaygınlaşabileceğini göstermektedir. Bu hastalıklar insanların hafızalarını bozarak düşünme şeklini doğrudan etkileyebiliyor. Bu tür etkilerin ekonomik tercihleri etkilemesi ve dolayısıyla ne kadar çalışılacağı, yatırım yapılacağı ve tüketileceği gibi bireyler tarafından verilen önemli ekonomik kararlarda uyuşmazlık yaratması muhtemeldir. Azalmış dikkat ve dinlenmiş hissedememek iş verimliliğini azaltabileceği gibi bu kişilerin işgücü piyasasında yer bulması da zorlaşabilir. Bu hastalıklar gençler arasında eğitim ve beceri kazanımını da engelleyebilir. Eğer bu durum ebeveynde gözlemleniyorsa, çocuklarının bilişsel gelişimini ve eğitimlerini de etkileyerek, bu hastalıkları ve yoksulluğu nesiller boyunca aktarabilir.

Bu olumsuz duygularımızı azaltacak aktivitelerde bulunmak ve yeni şeyler öğrenmek mutluluğumuzu bir nebze olsun artırabilir. Düşük gelirli insanlar için ruh sağlığını iyileştirmeye yönelik sağlık politikaları geliştirilmelidir. İyileştirilmiş ruh sağlığının ekonomik faydaları göz önüne alındığında, bu tür sağlık müdahaleleri yoksullukla mücadelenin bir parçası olmalıdır. Bunun için öncelikle akıl sağlığına etki eden bir yoksulluğun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Eğer varsa bu noktada müdahale edilmeli. Çünkü akıl sağlığını korumanın ekonomik çıktılardaki kazanımları güçlendireceğini ve bunun uzun vadeli etkilere sahip olacağını biliyoruz. Yoksulları orantısız bir şekilde etkileyen ve zihinsel sağlıklarının yanında ekonomik durumlarında da kalıcı etkileri olabilecek salgın vb. faktörler olduğunu artık çok net biliyoruz. Yoksulluk ve akıl sağlığı arasında sebep sonuç ilişkisi olabileceğini gösteren bilimsel çalışmalar da yaygınlaşıyor. Günümüzde ekonomik durumu koruyabilmek için akıl sağlığına da yatırım yapmak acil hale gelmiş gibi görünüyor. Tabii bu hastalıkların iyileştirilmesi için politika uygulanacaksa hastalığın kökenine inmek ve bunu çözmek önemli. Ekonomi politikalarında bilimselliğe önem verildiğinde bu tarz sağlık politikalarına bu kadar ihtiyaç duyulmayacak. 

*Doç. Dr., Kırklareli Üniversitesi