YAZARLAR

Mutabakat bir gelecek vaat ediyor mu?

Mutabakat metnine; geçmiş, şimdi ve geleceği bütünlük içinde gören bir konumdan bakmayı öneriyorum. Ortayı sürekli sağa çeken 6 partinin mutabakatı, şimdiyi değiştirmeyi vaat ediyor. Bu vaadin içinde şimdiyi yaratan bazı araç ve faillerle hesaplaşmak olsa da varılacak yer bir gelecek değil; hem şimdiyi hem de geçmişi düşündüğümüzde.

Tam adıyla “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” 30 Ocak 2023’te yayımlandı. Metne imza atan altı partinin iktidar olduklarında uygulamayı vaat ettiği politikaları içermesi bakımından bir seçim bildirgesi olarak görülebilir. Peki bu politikalar AKP-MHP ittifakı ve onu ayakta tutan iktidar bloğunca elimizden alınan geleceği geri almayı vaat ediyor mu? Geleceği geri almak, bir oksimoron gibi görünüyor değil mi? Fakat, bir ülkenin geleceğini düşündüğümüzde bunu “şimdi”den ve geçmişten ayrı kurgulayamayız. O zaman mutabakat metnini imzalayan partilerin vaatlerinin çalınan bir geleceği geri alıp alamayacağına yanıt vermek için “şimdi”yi ve “geçmişimizi” birlikte değerlendirmek durumdayız.

ŞİMDİ: ERDOĞAN REJİMİ

“Şimdi”yi ne zamandan başlatabiliriz? Daha açık ifade etmek gerekirse, bugün Türkiye’de siyasal rejimi tarif ederken kullandığımız çerçeve ne zaman oluşturuldu? Hangi araçlar kullanıldı? Bu konuda kalem oynatan birçok yazar gibi, “şimdi”nin oluşumunu tariflemek için başlanılması gereken tarihin 8 Haziran 2015 olduğunu düşünüyorum. En üst düzeyde iki yönüyle: i. 7 Haziran seçimlerinin ardından AKP’nin 13 yıl boyunca parlamenter sistem içinde sürdürdüğü tek başına iktidar deneyimi sona erdi. ii. Türkiye partisi olma şiarı ve programıyla ortaya çıkan HDP, yüzde 10 barajını aşarak, 12 Eylül mutabakatının sistemin içine sokmadığı unsurları parlamentoya taşıdı, hatta olası bir koalisyonda yürütme içinde görev alma ihtimalini sağladı. Bu iki sonuç, Erdoğan rejiminin, MHP etrafında birleşen ve yasa dışına çıkarak yasayı koyan egemen/çeteci güçlerle ittifakını sağladı.

12 Eylül mutabakatının referansını oluşturan Türk-İslam sentezi tezi, hem devlet çekirdeğini konsolide etmek hem de siyasal sistemin 7 Haziran’da ortaya çıkan açığını kapatmak bakımından sınırına taşındı. 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 arasındaki şiddet sarmalı sonucu siyasal alanın daraltılan sınırının korunması için Allah’ın lütfu olarak görülen araçlar kullanıldı. 2016 yılında, AKP’nin eski kadrolarını devşirdiği Fethullahçılar eliyle yapılan darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL, 2 yıl sürdü. OHAL’in anayasal statüsü aşıldı. OHAL uygulamalarının denetim imkanları ortadan kaldırıldı. Böylece iktidarı sınırlandıran hiçbir kurumsal kuvvetin olmadığı; OHAL araçlarıyla ifade, toplanma, örgütlenme hürriyetlerinin askıya alındığı bir dönemde hükümet sistemi değişikliği adı altında siyasal rejim değiştirildi. Rejimin beslediği ve rejimden beslenen her sermaye grubu, duruma uygun olarak “çete” gibi yani yasal çerçeveyi aşacak biçimde örgütlendi. Yasal mevzuatın söz konusu sermaye lehine aşılması için her dönemeç dönüldü. Devlet aygıtı buna uygun olarak anayasaya değil, parti liderine sadakat duyan kadrolar içinden seçilmeye başlandı. AKP-MHP kadroları dışındaki liyakatli personel sayısı bürokrasi içinde bir anlamı olmayacak düzeye getirildi. Anayasa/yasanın yerini yasa dışına çıkma gücüne sahip yasayla tanımlanmamış kişi ve uygulamalar alınca, cezasızlık ve pervasızlık yeni bir kamu görevlisi tipi yarattı. Bu tipin yaptıkları cezasız bırakıldı. 2015 sonrasında, işkencenin, ayrımcılığın zirveye çıkmasından kamu yararının değil kişisel ya da grupsal iktisadi çıkarların korunmasına kadar yapılanlar işte bu bütünlük içinde ortaya çıktı. Dolayısıyla “şimdi”ye ilişkin adalet talebini doğuran suçlar bu dönemin suçları. Gelecek şimdiye burada bağlı. Bu suçlarla hesaplaşmadan bir geleceğin mümkün olmadığını biliyoruz.

GEÇMİŞ VE GELECEK

“Şimdi”den “geçmiş”e uzanalım. Geçmiş, netameli; “şimdi” tarafından sürekli yeniden inşa edilen, gelecekte de bu inşa çabası kaçınılmaz olan bir kavramı anlıyorum “geçmiş”ten. “Geçmiş”in seçmende yarattığı ürpertiden olsa gerek, ülkemizde hakim olan rejim de bu rejime muhalefet eden seçmen kitlesi bakımından en güçlü unsurlar da “geçmişe dönmek”ten imtina ediyorlar. Geçmişimizin kendilerini takip eden eylemlerinden kaçmaları mümkün olmayan figürleri siyaset alanında boy gösterirken bile “geçmiş” imtina ile yok sayılıyor. Fakat bir şeyi yok saymak, eğer bu şey “kötü” bir şeyse, konumuz bakımından siyasal birlikteliğimize zarar veren bir şeyse, onu desteklemek anlamına gelir. Türkiye’nin yasa dışına çıkan güçlerinin işlediği cinayetleri, ülkenin üzerine kurulu olduğu eşitsizlikleri körükleyen katliamları, korku iklimini yok saymak, bunların failleriyle hesaplaşılacağına ilişkin vaatlerden kaçınmak mümkün bir gelecek önündeki “geçmiş” engelidir.

Mutabakat metnine; geçmiş, şimdi ve geleceği bütünlük içinde gören bir konumdan bakmayı öneriyorum. Ortayı sürekli sağa çeken 6 partinin mutabakatı, şimdiyi değiştirmeyi vaat ediyor. Bu vaadin içinde şimdiyi yaratan bazı araç ve faillerle hesaplaşmak olsa da varılacak yer bir gelecek değil; hem şimdiyi hem de geçmişi düşündüğümüzde. Peki, bu mutabakatın içinde yer alanlar iktidar olursa geleceğe ilişkin hiç mi değişiklik olmayacak? Burada bir nebze umutluyum. İktidarın barışçıl değişiminin mümkün kılınarak Erdoğan rejiminin değiştirilmesi ve biçimsel demokrasinin asgari koşullarının sağlanması dahi siyasal alanın genişlemesi bakımından nefes sağlayacaktır. Bir başlangıç, böylece ya olacak ya da olmayacaktır. İşte burada mutabakatın dışına bakmak gerek. Mutabakatın dışıyla kastım, mutabakata dahil olmayan siyasal partiler değil. Mutabakatın seçmeni gibi görünse de nesnel olarak o mutabakatın içine dahil edilmeyecek toplumsal kesimleri de içerecek şekilde düşünmek gerek mutabakatın dışını. Mutabakatta adı geçmeyen, askıya alınmış hakları savunulmayan işçi sınıfını, mutabakata dahil edilmeyen Kürtleri, Alevileri, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri nedeniyle ezilen insanları… Erdoğan rejiminin şimdisine ilişkin bir değişiklik, mutabakatın dışında kalacak bu toplumsal kesimler için uyuşmazlığın örgütlenmesinin demokratik kapılarını açabilecektir, bunun mümkün olduğunu bugünden zorlamak, siyaseti mutabakat dışına taşımak gerek. Çünkü bir gelecek için mutabakatın becerebileceğinden çok daha önemli olan mutabakatın dışının siyasal alan içinde imkanlarının genişlemesidir.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.