Muhalefette 'Erdoğan' takıntısı

Anti-Erdoğanizm bir hastalık. Bizi yedi bitirdi. Değişeceksek buradan başlamalıyız. Her şey için çok geç olmadan.

Google Haberlere Abone ol

Armağan Öztürk*

Bu bir “bükemediğin eli öpeceksin” yazısı değil elbette. Sadece muhalif kesimdeki Erdoğan nefreti veya korkusunun bu kitleyi ne kadar irrasyonel bir yere mahkum ettiğine yönelik bir dizi tespiti dile getirmek istiyorum. Muhalefet bilişsel bir kriz yaşıyor. Sosyal psikolojik bir dram bu. Neyi mi kast ediyorum? Önce son örnekten başlayayım?

Hatırlasanız Mayıs seçimlerinden önce 'muhalefet seçimi kazanırsa Erdoğan koltuğu devreder mi' tartışması yapılıyordu. Muhalif kanalların ünlü ekran aydınları Erdoğan ve çevresindekilerin seçim yenilgisini kolay bir şekilde kabul etmeyeceklerini iddia ediyordu. Bu yoruma kanıt olarak da İstanbul seçimleri verilmekteydi. Peki, sonra ne oldu? Muhalefet seçimi kaybetti. Kılıçdaroğlu koltuğu devretmiyor. Muhalif kesimler hemen her durumda çok kolay bir şekilde iktidarı suçluyor. Suçladığı veya eleştirdiği şeyi kendi mahallelerinde yapan çıktığında ise sessizliğe gömülmekte. Bu normal değil.

Anti-Erdoğanizm muhalefeti iki biçimde etkiliyor: Erdoğan’a karşı duyulan korkuyla karşılık nefret muhalif kitleyi kaba bir bütünleşme hissine mahkum ediyor. Baykal ve Kılıçdaroğlu gibi siyasi karizması düşük liderlerin 20 yılı aşkın süre ana muhalefetin başında kalması bu etkiyle ilgili. Muhalefetin liderlerine karşı çıktığınız zaman, en haklı olduğunuz anlarda bile AKP’ye hizmet etmekle suçlanabiliyorsunuz. “Şimdi sırası mı”, “Oyları bölmeyelim” muhalefet içindeki yenilenme talebinin önündeki en büyük engeller. Bu söylemlerin siyasal psikolojik arka planında ise safları sıklaştırma gayreti var. Oy verdiğiniz parti veya elinizdeki lider ne kadar yetersiz olursa olsun oy vermeye devam etmek zorundasınız. Aksi taktirde Erdoğan’a, yani iktidara hizmet etmiş oluyorsunuz. Bağlantı çok açık. Muhalefetin Erdoğan iktidarı karşısındaki kaygı düzeyi ile kendi mahallesine karşı özeleştiri seviyesi birbiriyle ters orantılı. İktidara duyulan nefret muhalefete oy veren kitleleri zayıf politika ve politikacıların arkasında durmaya zorluyor.

İkinci büyük sorun muhalif kitlenin iktidarı destekleyen çoğunluğa bakışında kristalize olmakta. 14 Mayıs’tan beri muhalefet partilerine, özellikle de CHP’ye oy vermiş kitlenin konuştuğu, daha da fecisi inandığı şeyler ne kadar sağlıksız bir durumda olduğumuzun bir göstergesi. Epey sayıda seçmen 'Erdoğan nasıl seçimi kazandı' sorusuna 'çünkü halk cahil' diye yanıt veriyor. Ayrıca Suriyelilerin vatandaş yapıldığı, Afganlılara oy kullandırıldığı ve oyların çalındığı diğer popüler yanıtlar. Yani aynı anda iki farklı argüman kullanılıyor: Önce 'onlar çoğunlukta ama biz haklıyız; çünkü Erdoğan taraftarlarının fikirleri değersiz' deniyor. Ardından da iktidarın hile yaptığı iddia ediliyor. Yani aslında Erdoğan taraftarları çoğunlukta değil. Samimi bir şekilde soruyorum. Halkın yarısının diğer yarısı karşısında bu şekilde düşündüğü bir ülkede genel olarak demokrasi, özel olarak ise muhalefet istikrarlı bir şekilde yoluna devam edebilir mi? Muhalif seçmen anti-Erdoğanizmden kurtulmak zorunda. Çünkü zihnini kemiren bu zehir onu kendisi gibi düşünmeyenlere karşı üstenci, kibirli ve ötekileştirici bir dile mahkum ediyor.

25 yıldır Erdoğan’la karşı karşıyayız. Artık rakibimizden bir şey öğrenmenin vakti gelmedi mi sizce? Daha ne kadar Erdoğan’ı beğenmeyip ona destek veren kitleyi küçümseyeceğiz? Karşımızdaki liderin iki temel özelliği var: Cesaret ve değişim. Deprem nedeniyle seçimi erteleyecek deniliyordu. Seçimi erkene aldı ve muhalefeti yendi. Biz sürekli şikayet edip kaygılanıyoruz. O ise korkmuyor. Fikirleri ve davranışlarını sürekli bir şekilde değiştiriyor Erdoğan. Değişimin hızı ve yönü tartışılabilir. Ama Machiavelli’nin bir ilkesine göre hareket ettiği açıkça ortada. “Zamanın ruhunu takip etmek”. AB popülerken AB’ci, popülizm güçlüyken popülist ve milliyetçi, toplum açılım beklerken Kürt ve Alevi açılımı yapan biri o. Bizim taraf ise kendi doğruları için dünyayı yakan egosu büyük siyasetçi, akademisyen ve gazetecilerle dolu. Değişimin “d”si bile yok.

Anti-Erdoğanizm bir hastalık. Bizi yedi bitirdi. Değişeceksek buradan başlamalıyız. Her şey için çok geç olmadan.

*Doç. Dr. / Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.