Moses Finley’e karşı Jack Goody: Demokrasi bir Yunan icadı mı?

Antik demokrasinin Yunanlıların eseri olmadığı iddiası heyecan verici bir söylem olmakla birlikte; elimizdeki bulgular şimdilik bu iddiayı güçlü biçimde desteklemiyor.

Google Haberlere Abone ol

Ulaş Töre Sivrioğlu*

Arkeolojinin bilimsel bir disiplin olarak doğduğu zamanlarda antik Yunan’a dönük büyük bir hayranlık vardı. Aydınlanma düşünürlerinden beri Batı'da, Yunanlılar öncesi tarih, insanın kendi aklının ve yetilerinin sınırlarını keşfedemediği çocukluk çağları olarak görülmekteydi. Bu bakış açısına göre tarihte ilk kez Yunanlılar, insanın ve doğanın özü üzerine düşünmüş, mitolojiden felsefi akla geçiş yapmış; sanatta özgürlüğü ve bireyselliği, politik yaşamda da demokrasiyi inşa edecek adımları atmıştı. Aydınlanmacılar Yunan dünyasını, teokratik ve despotik monarşilerce kuşatılmış bir özgürlük vahası olarak algılamaktaydı. Yunanlı özgürlüğüne düşkün, despotizme direnen biri olarak görülmekte, Spartalı Leonidas’ın Persler karşısındaki direnişi, özgür dünyanın “doğu despotizmi” nezdinde monarşilere karşı direnişinin simgesi olarak yorumlanmaktaydı. En azından Fransız Devrimi’nin büyük ressamı David’in fırçasından bize yansıyan imaj buydu.

Dünyanın geri kalanı hakkında bilgilerimiz arttıkça, Yunanlıların, kültürlerini inşaları sırasında doğulu komşularına olan borçlarının da sanılandan daha fazla olduğu anlaşıldı. John Boardman gibi öncülerce ortaya konan bu gerçeklik sonucu ‘Yunan mucizesi’ denen olgunun biricikliği sorgulanır hale geldi. Yunan mucizesinin gelişiminde Yakındoğu denilen coğrafyanın büyük bir rol oynadığının anlaşılması, Doğu’ya karşı Batı’yı temsil eden eski Antik Yunan imajının yerine, Yunan uygarlığını Doğu’nun en Batı’daki uzantısı olarak gören yeni bir anlayış doğurdu.

DEMOKRASİNİN MUCİDİ YUNANLILAR DEĞİL Mİ?

Tam da bu noktada çubuğun fazla büküldüğü bir aşamaya ulaşmış görünüyoruz. Bugün geçmişte Asya-Afrika halklarının tarihine haksızlık edilmesinden rahatsız olan Batılı arkeolog ve tarihçiler arasında artık “Yunanlıların hiçbir özgün başarıya sahip olmadıkları” düşüncesi giderek yaygınlaşıyor. Martin Bernal’in Yunan medeniyetini neredeyse bir bütün olarak Fenike-Mısır kaynaklı unsurların yorumlanmasından ibaret kabul eden meşhur eseri Kara Atena örneğini burada anabiliriz. Yine dünyaca ünlü antropolog Jack Goody’nin “Asya-Afrika halklarının tarihini çalan Batı’nın, demokrasiyi bir Yunan icadı olarak lanse ettiğini” söylemesi de benzer eğilimlere örnek olarak verilebilir. Moses Finley gibi Antik Çağ uzmanlarını hedef alan Goody’e göre tıpkı mimari, plastik sanatlar, dini kültler, alfabe gibi demokrasi de aslında Yakındoğu’da doğmuş ve oradan Yunanistan’a geçmişti. Yunanlılar demokrasinin mucidi değil sadece Doğulu komşularından öğrendiklerini uygulayan taklitçilerdi. Onları demokrasinin mucidi olarak gösteren şey, Batı’nın tüm dünyaya kendi yarattığı bir algının dayatılmasıydı.

Batı’da ‘aydın’ olarak kabul edilmenin ön şartı muhtemelen Montaigne zamanlarından beri kendi kültürüne, uygarlığına, geleneklerine ve tarihine eleştirel gözle bakabilmektir. Bu açıdan Goody’nin çabası anlamlı sayılabilir. Ama bir antropolog olarak Goody’nin çıkarımlarının, özellikle de Finley’ı hedef aldığı ve antik Yunan demokrasisinin özgünlüğünü küçümsediği noktalarda oldukça zayıf argümanlara dayandığını söyleyebiliriz. Bu yazıda Goody’nin argümanlarını tartışırken aslında Yunan demokrasisinin özgünlüğü meselesini de ele alacağız.

Goody, “Yunanlıların Doğulu komşularından daha özgür olduğu görüşünün” tamamıyla bir Batı uydurması olduğunu savunurken demokratik deneyimlerin ve bireysel özgürlüklerin çeşitli Doğulu toplumlarda da var olduğuna dair örnekler veriyor. Ancak verilen örneklerin hiçbiri Yunan demokrasisi denilince akla gelen kurumsal yapıyla örtüşmüyor. Örneğin Goody, Sümer kentlerinde ya da henüz bir kent devleti iken Asur’da “demokratik” kabul edilebilecek kimi uygulamaları -Kralın savaş açarken yaşlılar meclisine danışması gibi- Yunan demokrasisine alternatif olarak gösteriyor. Ardından kendisi de bu örneklerin Yunan demokrasisi ile yarıştırılabilecek fazla bir veri sunmadığının farkında olduğundan daha ziyade Fenike ve Kartaca örneklerine değiniyor.

Antik Yunan demokrasisi denilince ilk akla gelen
isimlerden biri olan Perikles (MÖ 495-429).

Yunan demokrasisi ile yakın bir sisteme sahip olmaları muhtemel olan Fenike ve Kartaca hakkındaki verilerin azlığının böylesi bir karşılaştırma yapabilecek kesin sonuçları sağlamadığını biliyoruz. Kartaca’daki demokratik kurumlar hakkında Aristoteles gibi yazarların bazı kısa aktarımlarına sahibiz. Muhtemelen Fenike kentleri de Yunan şehirlerine benzer bazı demokratik kurumlara sahipti. Ancak eldeki veriler sağlıklı bir karşılaştırma yapmamıza ya da Yunanlıların, Fenike icadı kurumları ithal et[1]tiklerine dair kesin çıkarımlarda bulunmamıza engel teşkil ediyor. Finley’in belirttiği üzere demokrasinin ilkel kabilelerde veya Asur’un kent devleti olduğu zamanlarda Mezopotamya’da erken örnekleri olması ihtimali elbette vardır. Ama Amerika’nın Kolomb öncesi, örneğin Normanlarca keşifleri gibi bunlar geride pek az iz bırakmışlardır.

Aslında ben bu konuda Finley’den daha ileri gitmek istiyorum. Sümer destanı Gılgamış’ta kent meclisine danışan ama yine de bildiğini okuyan Gılgamış gibi figürlerden yola çıkılarak Mezopotamya’da bir proto-demokratik sistem olduğunu öne sürmek bana fazla iddialı geliyor. Bu konuda kesin konuşabilmemiz için Sümerce ve Semitik dil gruplarındaki sözcük dağarcıklarını da incelemeliyiz. Bir kavramın herhangi bir dildeki varlığı ve yokluğu önemli bir kıstastır. Demokrasi, neden Semitik bir dilde değil de Yunancada karşımıza çıkıyor? Bunun Semitik karşılığı var mıdır? Varsa nedir? Bu konuda Akadça, Asur-Babilce söz varlığı incelenmelidir. Sadece bu kadar değil elbette; Finley, en az demokrasi kavramı kadar önemli olan başka bir Yunanca sözcükten “kürsüde söz alma ve düşüncesini özgürce ifade edebilme anlamlarını” taşıyan isegoriadan söz ediyor. Hatta bu sözcüğün aslında çoğu Yunanlı tarafından demokrasi kavramıyla eş anlamlı kabul edildiğini belirtiyor. Buna benzer şekilde kent meclisi (boule), meclis binası (bouleuterion), kent meclisi üyesi (bouleftis) gibi sözcüklerin de Semitik dillerdeki karşılıklarına bakmak gerekiyor. Örneğin Roma/Bizans Yahudileri hakkında araştırma yaparken dikkatimi çeken noktalardan biri de Yahudi yazınında yurttaş, kent meclisi ve meclis üyesi gibi terimlerin tamamının Yunanca olmasıydı. İbranice/Aramice gibi zengin ve köklü dilleri konuşan Yahudilerin bu türden sözcükleri Yunancadan almalarının sebepleri incelenmelidir.

Politika sözcüğünün kentten (polis) türemesine karşılık bu sözcüğün Semitik muadilinin (siyaset) at terbiyeciliği sözcüğünden türemesi ilginç değil midir? Yahut da Yunancada bağımsızlık (otonomia) ile özgürlük (elefteria) arasındaki farkın Semitik dillerde bir karşılığı bulunmakta mıdır? Semitik dillerde köle (abd) karşılığı olarak kullanılan özgür (hür) hukuken köle olmayan kişi anlamına gelir. Sadece hukuki bir durumu ifade eden bu sözcüğün politik özgürlükle ilgisi yoktur. Bu nedenle Semitik ve İrani dillerde politik olarak özgür kişi yani yurttaş/vatandaş (politis) sözcüğünün otantik karşılığının olup olmadığına bakılması gerekir. Spartalılar muhtemelen bu ayrımın olmaması sebebiyle Pers elçilerine “Siz Büyük Kral’ın kölelerisiniz (doulos) bizlerse özgür (elefterios) insanlarız” diyorlardı. Yoksa Pers elçilerinin hukuken köle olmadıklarını bilmekteydiler. Demokrasinin Yakındoğu’da doğduğu ve buradan Yunan’a geçtiği gibi ciddi iddialarda bulunmadan önce Semitik ve İrani dillerin politik sözcük hazinesi ayrıntılı biçimde incelenmelidir. Sadece demokrasiyi yüceltenlerin değil, Yunan filozoflarının demokrasi için tehlikeli buldukları demagogların muadillerinin de Yakındoğu’da olup olmadığına bakmalıyız.

GOODY’NİN DEMOKRASİ ANLAYIŞI

Demokrasinin Yunan icadı olmadığını savunan Goody, dünyanın başka noktalarında da demokrasinin var olduğunu kanıtlamak için, “Kuzey Afrika’daki çöl kabileleri, Ortaçağ’ın Arnavut eşkıyaları veya Karayip korsanları” gibi devletlerin denetiminden kaçmış grupları örnek olarak veriyor. Dünyanın her köşesinde korsanların, haydut çetelerinin kendi içlerinde bazı ‘demokratik’ unsurları işlettiklerini, mesela savaş şeflerini seçimle iş başına getirdiklerini biliyoruz. Ama devlet-öncesi veya dışı bir takım mekanik toplulukları, bir devlet örgütlenmesi olan polisin tarihsel alternatifi olarak görmek mümkün müdür?

Goody, “Kuzey Afrika’daki Dahomey Krallığı’nda bir kap içinde atılan taşlar aracılığıyla oy kullanıldığını unutmamak gerekir” diyerek demokrasiyi sadece seçim yapabilme hakkı olarak gördüğünü yansıtmış oluyor. Bu görüşe göre vatandaşların yöneticileri seçebilmesi hakkı, tek başına Yunan demokrasisini dengeleyebilecek bir olguymuş gibi gösteriliyor. Dahomey Krallığı’nda seçilenlerin yetkilerinin ne olduğunu, bu yetkilerin nasıl sınırlandığını, idarecilerin kaç yıllığına seçildiklerini, yetkilerini çiğneme durumunda hangi kurumların devreye girdiğini öğrenemediğimizden de açıkçası Yunan demokrasisi ile kesin bir mukayese yapamıyoruz.

Bilindiği üzere Yunan demokrasisi salt idarecilerin seçimle gelmesi ile tanımlanmıyordu. İdarecilerin bir veya iki yıllığına seçilmesi, bir kez seçilenin belirli bir dönem boyunca tekrar aday olamaması, idarecilerin yargılama, savaş kararı alma veya vergi toplama gibi yetkilerinin olmaması, yasama hakkının, savaş ve barış kararları alma yetkisinin mecliste olması ve idarecilerin kuralları çiğnemesi durumunda görevden alınması gibi bir dizi olmazsa olmaz unsur da bu demokratik sistemde güçler ayrılığını garanti ediyordu. Ayrıca demokrasi kendisini koruma güdülerine de sahipti. Tiranlık arzusu duyan şüpheli kişiler takip edilir ve Halk Meclisi bu kişilerin demokrasiyi yıkma teşebbüsü içinde olduklarına kanaat getirirse şüpheliler on yıllığına sürgün edilirlerdi. Goody, Dahomey Krallığı’ndaki hukuk sistemi hakkında bilgi vermediğinden buradaki işleyişi ne yazık ki Yunan örneğiyle mukayese edemiyoruz.

Atina Demokrasisini eleştiren komedyalarıyla
meşhur olan Aristophanes (MÖ 446-386). Roma
kopyası. Villa Medici, Roma.

Antik demokrasinin kurumlarını bir yana bırakalım ve eleştiri özgürlüğü meselesini ele alalım. Antik Yunan’da tiyatro, idarecilerin kararlarının halk nezdinde eleştiriden geçirildiği etkili bir demokratik organdı. On binlerce kişinin izlediği oyunlardaki tepkiler bir nevi günümüz kamuoyu araştırmalarını andırmaktaydı. Oyunlarda eleştirilen hükümdarlar bu eleştirilere müsamaha göstermek zorundaydılar. Örneğin Atina yöneticisi Kleon, Aristophanes’in oyunlarındaki sert eleştirilerinden dolayı bu oyunları yasaklatmak istemiş ama başarılı olamamıştı. Demokrasi aynı zamanda eleştiri ve fikir beyanı özgürlüklerini içerdiği için bu türden örneklerin Yakındoğu’da olup olmadığına bakmalıyız. Tam aksine demokrasi sadece kralın seçimle iş başına gelmesi olarak tanımlandığında elbette Antik Çağ’da çok sayıda ‘demokratik’ işleyiş örneği bulunabilir. Herodotos Etiyopyalıların aralarında en uzun, en güçlü, en cesur savaşçıları kral olarak seçtiklerini yazar. Med Kralı Deiokes de seçimle tahta çıkmıştı ama o kadar; Deiokes bir kez kral olduktan sonra ilk yaptığı iş kendisine devasa bir saray inşa ettirmek olmuştu. Eski Türkler ve Moğollarda da kağan seçimi yapılmaktaydı. Normanlarda da kral seçimle gelebilirdi. Burada asıl önemli olan kral seçilen kişinin görev süresinin ve yetkilerinin sınırları, denetlenme ve görevden alınma koşullarını bir bütün olarak değerlendirmektir. Seçimle gelen kişinin sınırsız bir zamanda sınırsız yetkilere sahip olması, sözünün kanun yerine geçmesi durumunda bu örneği Yunan demokrasisi ile mukayese edemeyiz. Yunanlılar için demokrasi, seçilmiş idareciler demek değildi. Sparta yetki dağılımı amacıyla iki kral seçtiği, bu kralların yetkileri sınırlı olduğu ve krallar Gerusia tarafından denetlendikleri halde demokrasiyle yönetilen bir şehir olarak görülmemekteydi. Bu nedenle Dahomey Krallığı’nda çakıl taşlarıyla yapılan seçimleri antik demokrasinin bir yansıması olarak görmekte acele etmemeliyiz.

MISIRLI ARİSTOTELES YA DA AKADLI PLATON

Demokrasiye her zaman şüpheyle yaklaşmış olan
Platon (MÖ 428-347). Roma Capitoline Müzesi.

Bu konuda çok fazla soru işareti olmakla birlikte son olarak demokrasi Yunan icadı değilse ve Yakındoğu’dan kaynaklanmaktaysa ideal veya gerçek demokrasi üzerine kafa yormuş Platon, Aristoteles gibi düşünürlerin neden Mısır’da, Mezopotamya’da veya İran’da yetişmediği sorusunu sorabiliriz. Bugün dünya müzeleri ve üniversitelerinde on binlerce çivi yazılı tablet ve papirüs metin var. Bunlar arasında Mısırlı bir Aristoteles ya da Akadlı bir Platon var mıdır? Bu toplumların dinleri, kültleri, edebiyatları ile ilgili bu denli çok kaynak varken, kent meclisleri, siyaset felsefeleri hakkındaki birikimlerine dair metinler nerededir? Bunlar neticede Finley gibi bilim insanlarının değil Goody gibi düşünenlerin cevap vermesi gereken sorulardır.

Doğunun da siyasal teorisyenleri (örneğin Hindistanlı Beydeba) olduğunu biliyoruz. Bunlar Sanskrit veya Orta Farsça diliyle yazılmıştır ve bazılarının geçmişi Aristoteles çağına kadar geriye gidiyor olabilir. Ama onların siyasetname denilen metinleri, daha ziyade hükümdarlara, tebaalarına karşı adil olmalarını salık veren öğütlerden ibarettir. Örneğin Antik İran’dan bize kalan çok sayıda öğüt kitabı var. Bu öğüt kitaplarında adil bir hükümdarın nasıl hareket etmesi gerektiği ayrıntılı biçimde anlatılır. Ancak bunların demokratik işleyişleri artı ve eksileriyle değerlendiren Platon’un Politeia’sı veya Aristoteles’in Politika’sıyla mukayese etmek mümkün değildir. Platon ve Aristoteles’in demokrasiye şüpheyle yaklaşmaları bu gerçeği değiştirmez. Sonuçta demokrasi karşıtı teori geliştirmeniz için de önce ortada bir demokrasi teorisi ve pratiği olması gerekir. Yunan siyaset felsefesinin odak noktası ideal veya gerçek toplumun kendisi, daha doğrusu toplumun hangi kurumlarla yönetileceğidir. Doğu siyasetnamelerinin odak noktası ise sivil toplum değil hükümdardır. Siyasetnamelerin temel anlayışına göre hükümdar adil olursa toplum da sağlıklı olur; aksi halde toplum da yozlaşır. Siyasetname geleneği, halkın tamamen edilgen olduğu ve toplumun kaderinin saraydan belirlendiği bir ruh haline sahiptir. Doğuda hükümdara değil; toplumsal/siyasal yapıya odaklanan, Farabi ve İbn Rüşd gibi gerçek siyasal düşünürlerin yetişmeye başlamasının, Platon ve Aristoteles’in Arapçaya çevrilmesinin sonrasına denk gelmesi bana göre tesadüf değildir!

Sonuç olarak antik demokrasinin Yunanlıların eseri olmadığı iddiası heyecan verici bir söylem olmakla birlikte; elimizdeki bulgular şimdilik bu iddiayı güçlü biçimde desteklemiyor. Zaten Goody de iddialarının kanıtlarının zayıflığından dolayı tartışmayı bilimden siyasete çekerek “Moses Finley’ın Yunanistan’ı demokrasinin beşiği gibi göstermesinden en çok memnun olan kişiler Bush ve Blair gibiler oldu” demektedir. Tartışmayı kanımca gereksiz bir alana sürükleyen bu yaklaşım Naziler de yararlandığı için Darwin ve Mendel’in bilimsel miraslarına cephe alınması gerektiğini savunan demagoglar tavrını andırır. Batı’nın Yunan demokrasisinin mirasını kendi çıkarlarını meşrulaştırmak maksadı ile kullanmasına tepki göstermek haklı gerekçelere dayanabilir. Ama bu haklı tepki, tarihte belirgin olarak Yunanistan’da karşımıza çıkan çeşitli kurum ve davranış kalıplarının özgünlüğünü reddetmeye gerekçe olmamalıdır.

*Arkeolog