YAZARLAR

Meyler aşk şarabıdır

Mahir Ünal için hayatın ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum. İlahiyat okumasına ve politik İslamcılarla teşriki mesai içinde olmasına rağmen bir yandan da Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve diğer arabeskçilerimizi dinlemek epey zor olsa gerek. Belki de sanıldığının aksine hoşgörülü ortamlara denk gelmiştir. Bir yandan Açılsın Meyhaneleri dinliyor öte yandan “kapansın meyhanecilerle” birlikte politik davasını, duygularıyla sorumluluklarını karıştırmadan yürütüyordu. Kim bilir...

Türkiye'de festival yasakları, engellenen konserler, müzikli mekânlara yapılan sınırlandırmalar, müzisyenlere çıkarılan zorluklar artık gündelik hale geldi. Tam da böylesi bir ortamda hükümet adamlarından Mahir Ünal'ın şu sözü aklıma geliyor "Biz Ferdi Tayfur dinlerdik, Orhan Gencebay dinlerdik. Niye? Çünkü acılarımız vardı. Arabesk niye vardı? Çünkü bizim çok acılarımız vardı".  Evet, bu söz söyleneli çok oldu (2018) biliyorum. Ama benim hiç aklımdan çıkmıyor. Bu sözü duyduğumda bir hükümet adamıyla nihayet ortak bir noktamı yakalayabildiğim için çok sevinmiştim. Zira ben de ilk gençlik yıllarımda bu müziklerle büyümüş biriyim. Çocukluğum ve gençlik yıllarım Güney Marmara'nın balıkçı muhitlerinde geçti. Orhan Gencebay kısmen Ferdi Tayfur (Cengiz Kurtoğlu, Ferdi Özbeğen, Selami Şahin vb) bizim yörede kamusal alanda dinleyebildiğimiz yegâne sanatçılardı. Her akşam deniz kıyısına kurulan masalarda o gün tutulan balıklar pişirilip, bütçeye göre 'aslan sütü', veya ‘köpeköldüren’ eşliğinde yenirken, taverna, fantazi ve arabesk çeşitlemeleri de kaset çalarlardan hemen çınlamaya başlardı. Biraz daha serpildiğimizde Roman mahallesinin en renkli simalarından Kakaman'ın, Müzisyenler Derneği lokalinde udilerden bu şarkıların çeşitli yorumlarını canlı dinleme fırsatını da elde ettik. Gene o yıllarda uğrak mekânlarımız olan Kaptan'ın Yeri, Sinek ve Örümcek müzikholleri ile Tavşan'ın Yeri’ni de yâd edeyim. Bu mekânlar benim gençliğimde arabesk/fantazi müziğinin altın yıllarında bir tür müzik okulu işlevi görmekteydi. Elbette bunlar yine ‘derli toplu dinleyicilerin’ mekânlarıydı; yoksa asıl ‘damardan arabeskçilerin’ tercih ettikleri yerler genelde sur dipleri, demiryolu tünelleri, viraneler gibi gözden ırak yerlerdi.

Evet, ben bunları düşünürken ve bir hükümet adamıyla ortak noktamın bulunmasına sevinirken 'acaba Mahir Ünal Orhan Gencebay'ın en çok hangi şarkısını seviyordu? Sevdiğimiz şarkılar da ortak mı' diye merak edemeden duramadım. Mesela ben Musalla Taşı'nı pek severdim. Hani şu eski versiyonunda önce bir elektro bağlama solosu olan ardından Orhan Gencebay'ın söz alıp (ezberimden yazıyorum hata olabilir) "Bir gün içki dolu vücudum musalla taşına konursa, sen bilirsin meyhaneci, onu nasıl sevdiğimi" diye giriş yaptığı şarkı. Sonra sazlar devreye girer ve Orhan Abi devam eder: "Dertliyim, derdim dünyadan büyük, meyhane evim, sarhoşlar dert arkadaşım, elimde sigaram dumanı da bir başka yük, anam da babam da sensin şarap, meyhaneci bir tek sırdaşım". Eğer Mahir Ünal da bu şarkıyı seviyorsa iyi bir kontak kuracağız demektir. Ama belki de Ünal, Musalla Taşı'nı değil de Öyle Bir Aşk İsterim ki'yi seviyordu. Hani şu Orhan Abi'nin sevgilisine "Sen bu aşkın kıblesi oldun sana dua eder açılan kollar" diye seslendiği şarkı. Ya da belki de Giderim adlı şarkıyı seviyordur. "Bilemiyom Medine’yi Kabe’yi, Yar yolunu hac eyledim" dediği şarkı yani. Yoksa "Şeytanın Taptığı İlah Gözlerin" şarkısını mı daha çok seviyordu? Orhan Gencebay dinlediğine göre Ünal Ya Evde Yoksan adlı şarkıyı da sevmiyor olamazdı. Ne diyordu bu şarkıda Orhan abi, "Sarhoşsan kapını çaldığım anda, Saç baş darmadağın, açık saçıksan, Bir de ufak rakı varsa masanda, İçim ürperiyor, ya evde yoksan". Belki de Ferdi Tayfur'dan Ne Senden Geçerim Ne Meyhaneden'i ayrıca seviyordur. Ünal bahsetmemiş ama benim için arabeskin asıl taçsız kralı olan Selahattin Özdemir'dir. Ünal, Esrar Perdesi ve Hem Yaratıyorsun Hem Unutuyorsun’u dinlememişse mutlaka dinlesin, onlar da klasiktir.

Ünal için hayatın ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum. İlahiyat okumasına ve politik İslamcılarla teşriki mesai içinde olmasına rağmen bir yandan da Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve diğer arabeskçilerimizi dinlemek epey zor olsa gerek. Herhalde bu şarkıları gizli gizli evinde dinliyordu! Gidip de meyhanede, müzikholde dinleyecek hali yok ya! Sur dibinde falan dinlediğini de sanmıyorum. Belki de sanıldığının aksine hoşgörülü ortamlara denk gelmiştir. Bir yandan Açılsın Meyhaneleri dinliyor öte yandan “kapansın meyhanecilerle” birlikte politik davasını, duygularıyla sorumluluklarını karıştırmadan yürütüyordu. Kim bilir... Ama bu şarkılarla büyüdüğüne göre Ünal, müzisyenler üzerindeki baskılara da herhalde elinden geldiğince karşı koymuştur, koymaktadır. Söz ve içerikleri veya sanatçıların görünüşleri nedeniyle müziğin, konserin, festivalin yasaklanmasından yana değildir herhalde... (yoksa mevcut görevlerinden asıl bu sebeple mi ayrıldı?).

Neyse bu kadar latife yeter... İşin sosyolojik boyutuna bakarsak arabesk/fantazi müziğin artık evcilleştiği bir döneme girdik. Bu alan artık "isyancı" bir imaj takınmadığı gibi "neo-muhafazakâr" “post-modernist İslamcı” denilen ideolojinin bir tür müttefiki haline geldi. O nedenle bugünün arabeskiyle hükümet arasındaki uzlaşma mümkün olabildi. Bu sebeple Arabesk/fantazi müziğinin eski kuşak temsilcileri bildiğim kadarıyla genç kuşak müzisyenleri yasaklara karşı korumak gibi bir çaba içinde değiller. Çeşitli valilikler "Türk örf ve ahlak yapısına aykırı" oldukları gerekçesiyle konserleri ve festivalleri iptal ederken, mekânlara zorluklar çıkartılırken eski ustalar ses çıkarmıyorlar. Oysa bu fotoğraflara girenlerin hemen hepsinin cemaziyülevveli biliniyor. Bu insanlar senelerce, "rakıları içiyorum, sefamı sürüyorum", "şimdi bir ayyaş oldum" vb şarkılarla ve "Türk örf ve ahlak yapısına" (o da her neyse artık) hiç de uymayan renkli yaşamlarıyla tanındılar; hatta bu şekilde sevildiler. Şimdi genç meslektaşlarının “ahlaki” nedenlerle geçim araçlarının ellerinden alınmasından anladığım kadarıyla hiç rahatsız olmuyorlar. Onları sahiplenme gereği duymuyorlar. İçinden geçtiğimiz günlerde çok sayıda sanatçı “etek boyu”, “cinsel mesajlar” vb gerekçesiyle düşman ilan edilmekteler. Konserleri iptal ediliyor.… Oysa her hükümet nümayişinde poz veren sanatçılara bakıyorum ve onların mazilerini düşünüyorum. Onların geçmişteki giyinişlerini, giyinmeyişlerini, rakslarını, umum içindeki rahatlıklarını, meşhur olmadan önce sahne aldıkları mekânları düşünüyorum. “70’lerde, 80’lerde bu türden bir hükümet olsaydı çoğu tek bir konser bile veremez, plak yapamazdı, yaşamlarına başka bir meslekte devam ederlerdi herhalde” diye düşünmeden edemiyorum. Üstelik aralarında o zamanlarda da bürokrasiden baskı görmüş, hor görülmüş isimler de çok…

Şimdi ise bu kadronun hiçbiri onları var eden mekânları, saz ustalarını, sokak çalgıcılarını, festival düzenleyicilerini vb desteklemek için kılını kıpırdatmıyorlar. Herhalde “biz nasıl olsa yükümüzü tuttuk gerisinden bize ne” diye düşünüyorlar. Bugünkü genç sanatçıları “ahlaki” bahanelerle itham altında bırakanlar da çok kızdıkları genç sanatçıların bin katı radikallikte bir maziye sahip olan bu kadroyla aynı safta durmaktan geri durmuyorlar. Bu da bir başka tuhaf vaziyet... Demek ki buradaki kıstas da politik duruşunuz oluyor. Ne diyeyim umarım şu an sıkıntı içinde olan genç kuşak müzisyenler de bundan 20 sene sonra benzer şekilde davranmazlar. Kimden ve nereden gelirse gelsin meslektaşlarının geçinmelerini, üretmelerini engellemeye çalışan baskıcılara karşı seslerini yükseltirler.


U. Töre Sivrioğlu Kimdir?

1980 yılında Gönen'de doğdu. Ege Üniversitesi'nde arkeoloji bölümünden mezun oldu. Arkeoloji alanında yüksek lisans ve tarih alanında doktora eğitimi aldı. Türkiye'nin çeşitli illerinde ve İran, Özbekistan, Afganistan gibi ülkelerde kazı ve araştırma projelerine katıldı. İran, Bizans, Osmanlı/İslam sanatı ve arkeolojisi üzerine çeşitli araştırmaları yayınlanmıştır. Arkeoloji ve tarih temalı atölyeler yapmaya devam etmektedir.