YAZARLAR

Maestro, 'Oscarlar'ı' yönetiyor mu?

Bir grup eleştirmen "Maestro"yu, artılarına rağmen Oscar ödüllerine göre 'dizayn' edilmiş bir yapım olarak gördü. Hollywood sinemasının son yıllarda 'biopic' tarzda filmlere ne kadar prim verdiği düşünülürse ve "Maestro"nun özellikle oyuncularına kendilerini göstermeleri için çok cömert bir alan açtığı göz önüne alınırsa bu eleştirileri tamamen yersiz bulmuyoruz. Ama bu Oscar adaylıklarının filmin sinematografik ve yönetmenlik başarısının önüne geçmesi biraz hakkaniyetsiz olur!

Oyunculuk kariyerine sağlam adımlarla başlayan Bradley Cooper’ın düzgün fiziğinin arkasına saklanmayıp mümkün olduğunca değişik karakterleri canlandırarak oyunculuğa devam edeceği "Hangover" (Felekten Bir Gece, 2009) filminden beri belliydi. O filmde yüzünü yakın plandan gördüğümüz sahnelerde bile adeta "Yüzümün yakışıklılığı asla ilk özelliğim olmayacak!" der gibi bir tavrı vardı. Nitekim kariyerinin gidişatı da bunu doğruladı.

Ancak oyuncu olarak belli bir kariyer inşa ettikten sonra yönetmenliğe de 'sarılması' başta bize biraz ihtiyatsız ve aceleci bir karar gibi geldi! Cooper’ın tabii ki ciddi bir sinema deneyimi oluşmuştu ve muhtemelen kendisine uygun olan (müziğe olan büyük tutkusunu hatta kendisinin de aynı zamanda müzisyen olduğunu sonradan öğrendik!) bir konuyu işleyecekti ama bildiğimiz gibi bu görev 'geçişleri' veya 'büyütmeleri', niyet iyi olsa da sonuç açısından kötü sonuçlar verebiliyordu. Mel Gibson veya Clint Eastwood gibi isimler bu 'geçişleri' layığıyla yaptılar hatta belki beklentilerin de üstüne çıktılar. Ama onlar Cooper’a kıyasla çok daha deneyimli üstelik ayrı bir jenerasyondan oyunculardı.

Ama ortaya çıkan 'ilk' sonuç bütün kuşkuları adeta 'elinin tersiyle' itti ve Cooper’ın ilk yönetmenlik denemesi "A Star is Born" seyirciler ve eleştirmenler tarafından en azından 'geçer' not aldı, hatta kendine Oscar adayları (En İyi Şarkı Oscar’ını da kazandı) arasında yer buldu. Evet, senaryo daha önce birçok defa beyaz perdeye uyarlanmış ultra klasik bir hikayeydi, yönetmenlik temiz olsa da çok özel bir dokunuş taşımıyor ve film asıl gücünü müzikal yanından alıyordu ama bizce yine de Cooper büyük ölçüde bu işin altından 'alnının akıyla' çıkmıştı ve sonuç bu 'kasketi' ilk kez devir alan bir aktör için umut vericiydi.

A Star is Born

Cooper’ın yönetmenlikte bu ikinci adımı. Oyuncunun müziğe karşı duyduğu aşkı 'tasdikleyen' "Maestro", bu sefer bunu kurmaca karakterlerle değil, gerçekten yaşamış bir müzik efsanesinin hayatından esinlenerek, başka bir deyişle bir 'biopic' tarzında yapıyor.

"Maestro", Cooper’ın bir önceki filmi "A Star is Born" gibi müzikal yanı güçlü, akışkan ve incelikli bir kamera kullanımı ve başarılı oyunculuklar barındıran kısaca teknik açıdan üst düzey bir film. Ancak yine "A Star is Born"da olduğu gibi senaryo ve olay örgüsü açısından 'açıklar' veriyor. Kuşkusuz filmin bu 'zayıf karnı' olmasa, ortaya çıkan sonuç çok daha başarılı olurdu!

BAŞKARAKTERİN İKİLİKLERİ

Öğrendiğimize göre aslında Leonard Bernstein gibi bir müzik efsanesinin hayatını beyaz perdeye taşımak, onun hayranlarından biri olan Steven Spielberg’in neredeyse 10 yıldır aklında 'dolaşan' bir fikirmiş. Zaten Spielberg ona karşı duyduğu hayranlığı "West Side Story" remake’i ile göstermişti. Ama muhtemelen Cooper’ın ilk filmindeki müzikal becerisi, bu filmde de 'meydanın' ona bırakılmasını sağlamış oldu.

Bernstein gibi devasa bir karakteri layığıyla beyaz perdeye taşımak tabii ki teknik açıdan olduğu kadar içerik olarak da zor bir iş. Çünkü filmi tatmin edici bir sonuca ulaştırmak için başkarakter Bernstein’in (özellikle orkestra şefi olarak) eşi benzeri zor görülecek kariyerinin önemli 'duraklarından' bahsetmenin yanında onun eşiyle arasında 'sıra dışı' seyreden ilişkisini de bütün katmanlarıyla ele almak gerekirdi.

Bu iki ana karakter arasında oluşan bağ sadece tensel ve cinsel bir boyutta verilmiyor. Daha çok aynı tutkuları paylaşan iki 'sanatçının' karşılarında 'ruh eşlerini' bulmaları gibi zihinsel ve duygusal bir temele oturuyor. Aralarında geçen anlama, kabul etme, kaçınma, endişe etme gibi bütün duygusal etaplar o kadar ön plana çıkıyor sonrasında bu ilişkiyi cinsellikle sonlandırmak adeta teferruat gibi geliyor.

Maestro

Yönetmen bu derinliklere inmekten hiç kaçınmıyor: Filmin ilk sahnelerinden itibaren, iç ve dış mekanları dolaşan, mekanların değişimi kadar karakterlerin ‘gelişimine’ de eşlik eden bir kamera, yönetmenin işlemek istediği konu üzerindeki hakimiyetini ve isteğini gözler önüne seriyor.

Bernstein’nın hem besteci hem de orkestra şefi olarak başlattığı ve hayatı boyunca sürdürdüğü eşsiz kariyerindeki 'dualite' (ikilik) özel hayatının diğer alanlarında da karşılığını buluyor. Bernstein’nin cinsel yönelimimdeki bu 'dualite'ye (kendisi biseksüel) benzer bir durumu müzikal kariyerinde de görüyoruz. Kendisinin de dile getirdiği gibi, herkesin gözü önünde, vücut dili ve yüz ifadeleriyle yönettiği büyük konserlerdeki dışadönük bir imaj, tek başına, içine kapanmış bir şekilde beste yaptığı, yarattığı süreçlerle ciddi bir tezatlık barındırıyor. Ve anlıyoruz ki Bernstein bu tezatlığın sancısını hayatı boyunca çekmiş. Her ne kadar iki işinde de büyük takdir ve beğeni toplasa da…

EVLİLİĞİN GELECEĞİNE DAİR İPUÇLARI

Yönetmen, Bernstein’ın sadakatsiz eylemleriyle dalgalanan evliliğine odağını çevirdiğinde şeklen üst düzey bir yönetmenlik ve beceri gösteriyor. Ama yönetmen bu evliliğin tam bir huzurla sürmeyeceğini filmin tonuna uygun sekanslarla hissettiriyor. Birçok yönetmen bunu sadece kavga ve tartışmalarla (filmde böyle sekanslar da var) gösterecekken, Cooper filmin başlarında, gerçek üstü bir atmosferde, bir tiyatro kulisinde prova edilen 'On the Town' şarkısı ve dans eden denizci kıyafetli genç oyuncuları gösterirken yapıyor. Bir anlamda Bernstein ve Felicia’nın da gerçek anlamda dahil olduğu bu sekans ikilinin (sorunlu) evlilik geleceği üzerine ciddi ipuçları veriyor. Aynı şekilde aralarında geçen şiddetli bir tartışma sekansını sabit ve geniş bir kamera açısıyla göstermeyi seçen yönetmen, Felicia’nın nispeten ufak vücudunu kocasının duvardaki devasa gölgesi altında bırakarak aralarında oluşan hem kariyer hem de duygusal dengesizliğe ve rahatsızlığa seyirciyi tamamen ortak etmeyi başarıyor.

Yönetmenin bu sembolik açıdan güçlü sekanslarında tabii ki görüntü yönetmeni Matthew Libatique’in de büyük katkısı var. Günümüzün en önemli görüntü yönetmenlerinden biri olan Libatique özellikle duygusal olarak çok ciddi bir yoğunluk taşıyan, bir kilisedeki Mahler konseri sırasında (özel bir vinç yardımıyla) inanılmaz açılar, kadrajlar ve geçişler çıkarmayı başarıyor.

SENARYONUN ZAYIF KARNI

Ancak şekil ve teknik olarak üst bir ‘çıta’ tutturmuş olan film, senaryo ve anlatıma gelince aksamaya başlıyor. Bizce bunun nedeni yönetmenin seçimi daha doğrusu önem verdiği noktalardaki tutumu: Cooper, Bernstein karakterinin zengin kariyerinin bütün etaplarını detaylı bir şekilde incelemek istemiyor. Başkarakterin giderek büyük bir başarı kazandığını hatta efsanevi bir isme dönüştüğünü kabaca görüyoruz ancak müzik tarihine armağan ettiği birçok eser üzerinden ya çok hızlı geçiliyor ya da bahsedilmiyor bile! Dolayısıyla Cooper baş karakteri üzerine bütün hayatını 'kapsayıcı' bir bakış değil daha çok onun eşiyle olan ve yaşadığı eşcinsel ilişkiler üzerine yoğunlaşan, daha kısıtlı bir bakışı seçiyor. Cooper’ın bu 'belirleyici' (ve bir anlamda kısıtlayıcı) bakış açısının bu karakterlere bir derinlik katması beklenirken aksine onları daha tekdüze bir hale dönüştürüyor. Bernstein’le beraber olan genç erkek karakterlerin hepsi üstünkörü işleniyor, Bernstein’nın onlarda cinsel istek dışında ne aradığı pek açıklanmıyor. Sanki senaryo bu kişileri ara sıra hikayeye serpiştirmiş gibi duruyor. Hatta bu tutumdan Bernstein’nın hayatının gençlik dönemimde önemli bir yer tutan David (Matt Bomer) karakteri de nasibini alıyor.

Bir grup eleştirmen "Maestro"yu, artılarına rağmen Oscar ödüllerine göre 'dizayn' edilmiş bir yapım olarak gördü. Hollywood sinemasının son yıllarda 'biopic' tarzda filmlere ne kadar prim verdiği düşünülürse ve "Maestro"nun özellikle oyuncularına (özellikle Cooper ve Mulligan inanılmaz performanslar sergiliyorlar!) kendilerini göstermeleri için çok cömert bir alan açtığı göz önüne alınırsa bu eleştirileri tamamen yersiz bulmuyoruz. Ama bizce bu Oscar adaylıklarının filmin sinematografik ve yönetmenlik başarısının önüne geçmesi biraz hakkaniyetsiz olur!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .