Madenciler neden türkü söylemez?

Her vardiya başında "selametle" diye uğurlanan, işyerlerinin kapısında "selametle" ve "uğur ola" yazan, çıkışta birbirlerine "geçmiş olsun" diyen, başkalarının da onları "geçmiş olsun" diye selamladığı başka bir meslek yoktur. Madencilik üretiminde sorumluluk zinciri çok yönlü ve çok güçlüdür. Örneğin kazmacı, vurduğu her kazmanın kendisi için olduğu kadar ocaktaki diğer arkadaşlarının da yaşamları ile ilgili olduğunu bilir.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Torun*

Vaktiyle, Roma İmparatorluğu’nun Bitinya Vilayeti’nin merkezi olan Nicomedia’da (bugünkü İzmit’te) yaşayan soylu ve varlıklı bir bürokratın Barbara adlı bir kızı varmış. Babasının gazabından kaçarak, İzmit yakınlarında madencilerin çalıştığı bir mağaraya sığınan, çalışmakta olan madencileri koruduğuna inanılan ve bu nedenle madenciler tarafından azize kabul edilen Santa Barbara’nın 4 Aralık tarihinde bu mağaraya yerleşmesi, önce Anadolu’da daha sonra da Avrupa ve tüm dünyada “Dünya Madenciler Günü” olarak kutlanılmaktadır. Efsanenin Latin, Süryani ve Kildani dillerinde yazılmış antik versiyonları da mevcut olup muhtelif dillere, özellikle Cermen dillerine tercüme edilmiştir. Anılan versiyonlarda mekanlar değişmekte ise de hikayenin özü hep aynıdır. Rivayete göre madencileri koruduğuna inanılan azize Barbara’nın madencileri ne kadar koruduğu bilinmez ancak günümüzde madencilerin hiçbir şekilde korunmadığı, sahip çıkılmadığı bir gerçektir.

Madenciliğin; doğaya karşı verilen uğraşıların en zoru, en karmaşığı olduğu bilinmektedir. Her türlü tehlike ve zorluk altında doğayla mücadele ederek emek veren madencilere, bu toplumun vefa borcu bulunmaktadır. Yerin metrelerce altında insanlığa hizmet için gerektiğinde canlarını hiçe sayan maden emekçilerine hak ettikleri değerin verilmesi aynı zamanda bir insanlık görevidir. Her vardiya başında "selametle" diye uğurlanan, işyerlerinin kapısında "selametle" ve "uğur ola" yazan, çıkışta birbirlerine "geçmiş olsun" diyen, başkalarının da onları "geçmiş olsun" diye selamladığı başka bir meslek yoktur.

Madencilik üretiminde sorumluluk zinciri çok yönlü ve çok güçlüdür. Örneğin kazmacı, vurduğu her kazmanın kendisi için olduğu kadar ocaktaki diğer arkadaşlarının da yaşamları ile ilgili olduğunu bilir. Domuzdamcısı, emniyetçisi, barutçusu, nakliyatçısı, tahkimatçısı, elektrikçisi, kısaca tüm çalışanları, yaşamsal sorumluluklarını bilirler. Madencilikte mühendisin sorumluluğu da son derece önemlidir. Öncelikle ocakta çalışan kişilerin hayatı ondan sorulur. Daha doğrusu mühendis kendisine karşı bu sorumluluğu duyar. Ayrıca maden mühendisi ve madenciler, doğal kaynağın verimli işletilip işletilmemesinin sorumluluğu içindedir. Çünkü madenler, bir kez yerinden çıkartıldıktan sonra yerine tekrar konulamayan doğal kaynaklardır. Onlarda gelecek kuşakların da hakkı vardır. İşte bu noktada sorumluluk ağı; mühendisten yöneticiye, yöneticiden planlamacıya ve politikacıya kadar uzanmaktadır.

Gerçekten zor ve sorumluluk isteyen bir meslektir madencilik. Madenciler çalışırken türkü söyleyemezler genellikle. Çünkü yeraltında "türkü için ayrı bir soluk yoktur." İşte bu meslekte madencileri güçlü kılan, bir bütün oluşturan; bu sorumluluk, bu zorluk, bu "iş başında türkü" söyleyememektir. Anılarını, duygularını yılda bir kez olsun paylaşmak isteyen, türkülerini bir kez olsun birlikte rahatça söylemek isteyen maden emekçileri ne yazık ki ölüm, acı ve gözyaşı gerçekliğinde dünya madenciler gününü ya sessizce ya da ağıtlar söyleyerek geçirmektedir.

Maden kazalarındaki artışlar, kazalarda yaşamını yitiren ya da sakat kalan yüzlerce maden emekçisi, alınmayan önlemler, yetersiz denetim ve mevzuat eksiklikleri, kaynakların talan edilmesi bu olumsuz tablonun yansımaları olarak karşımızda durmaktadır.

Madencilik sektörü; son zamanlarda iş kazaları ve ölümlerle toplumun gündemine gelmektedir. Madencilik, doğası gereği içerdiği riskler nedeni ile özellik arz eden, bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetim gerektiren en riskli iş koludur. Ülkemizdeki madencilik kamu kurum ve kuruluşlarının bu bilgi ve deneyime ulaşması uzun yıllar gerektirmiştir. Ancak; 80’li yılların başından itibaren uygulanan yanlış politikalar, ülke madenciliğini küçültmüş, madencilik bilgi ve deneyimini dağıtmıştır. Bu birikim ve deneyime sahip olan kurum ve kuruluşlar yerine, üretimin teknik ve alt yapı olarak yetersiz, deneyim ve uzmanlaşmanın olmadığı kişi ve şirketlere bırakılması, buna ek olarak denetimin de yeterli ve etkin bir biçimde yapılmaması kazaları beraberinde getirmektedir.

AKP iktidarı ile çalışma yaşamının tüm kuralları değiştirilmiş, dönüştürülmüştür. AKP iktidara gelir gelmez yapılan ilk işlerden birisi, 4857 sayılı İş Yasası’nın kabul edilmesi olmuştur. Bu yasa ile çalışma yaşamı esnekleştirilmiş, yeni çalışma türleri devreye sokulmuş, geçici istihdam, taşeronluk, kısmi süreli çalışma, telafi çalışması, çağrı üzerine çalışma, serbest zaman uygulaması, denkleştirme süresi vb. uygulamalara geçilmiş, iş güvencesi kaldırılmış, işlerin taşeronlara verilmesi kolaylaştırılmış; işçilerin tamamen patronların belirlediği koşullarda çalışmasının önü açılmıştır. İşçi sağlığı ve iş güvenliğini piyasaya devreden 6331 sayılı İş Güvenliği Yasası’nın başarısızlığı ortadadır. Siyasi iktidar, piyasadan alınacak hizmet ile işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanacağı yanılgısını sürdürmektedir.

Sektörümüzün en büyük facialarından olan Soma’da, Ermenek’te ve daha pek çok yerde yaşanan iş cinayetlerinin ana nedenleri; aşırı kâr hırsı, bilim ve teknolojinin yeterince uygulanmaması, uluslararası kabul edilen normlara göre önlemlerin alınmamasıdır.

Çalışanların örgütsüzlüğü, yetkili sendikaların görevlerini yapmamaları, sorumluluklarını yerine getirmemeleri de yaşanan olumsuzluklara müdahale edilmesini engellemektedir.

Bugünlerde Soma ve Ermenek’te maden emekçilerinin hak arama mücadelesi ve onlara karşı siyasi iktidarın olumsuz tavrı madencilere verilen değerin somut bir göstergesidir. Ekmeği, aşı için mücadele eden emekçilere destek vermek toplumsal bir görevdir.

Yeni Soma’ların yaşanmaması için emek eksenli, kamucu bir üretim modelinin hayata geçirilmesi, bu yönde politikalar oluşturulması gerekmektedir.

İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin çok taraflı bir konu olması itibarıyla, sendikaların, meslek odalarının, üniversitelerin karar süreçlerinde yer alması zorunluluktur. Bu örgütlerin katılımı ile Ulusal İşçi Sağlığı Güvenliği Kurumu oluşturulmalı, bu kuruluşlar kurumun yönetiminde egemen olmalı; kurum, idari ve mali yönden bağımsız, demokratik bir işleyişe sahip olmalıdır.

Rödovans ve taşeron sistemi işverene yasaları çiğneme özgürlüğü vermektedir. Bu düzen sürdüğü müddetçe, kölece çalıştırmaya ve sendikasızlaştırmaya yarayan taşeron ve rödovans sistemi başta ağır ve tehlikeli iş kolları olmak üzere tüm iş kollarında yasaklanmadığı sürece hangi yasalar çıkarılırsa çıkarılsın sonuç değişmeyecektir. İşçinin örgütlü gücünün iç denetimi ve iş bırakmak da dahil “yaptırım” gücü olmadığı müddetçe bu cinayetlerin önüne geçilemez.

Bu düşüncelerle; tüm madencilerin gününü kutluyor, yaşamını kaybeden maden emekçilerini saygıyla anıyorum.

*Maden Mühendisi