Maden Kanunu teklifine çevresel demokrasi penceresinden bakmak

UMREK Raporu meselesi bir mühendislik ve maliyet değil çevresel demokrasi, doğa ve insan hakları meselesidir. ÇED süreci işlemiyor diye ÇED’den vazgeçebilir miyiz? UMREK raporunun farkı ne o zaman?

Fotoğraf: AA
Google Haberlere Abone ol

29.01.2024 günü TBMM Başkanlığına sunulan Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin görüşülmesi, İliç faciasından sonra şimdilik ertelenmiş gözüküyor.

Bu kanun teklifine ekoloji örgütlerinin hazırlıksız yakalandığı bir gerçek. Teklif aleyhinde bu zamana kadar herhangi bir argüman üretememeleri de bunu gösteriyor. Bu durumun iki sebebi var; birincisi, Maden Kanunu’ndan çıkartılmak istenen UMREK (Ulusal Maden Kaynak ve Maden Rezerv Komisyonu) raporlamasının neye hizmet ettiğine dair derinlikli bir bilginin olmaması. Diğeri ise bu örgütlerin ağırlıklı olarak IV. Grup madencilik faaliyetlerine (kömür, linyit, bakır, altın, gümüş vb.) odaklanmış olmaları. 

Bu dar odaklanma, kapasite eksikliği ve bunun yol açtığı politikasızlık, ne yazık ki IV. Grup madenler dışında kalan diğer tüm maden gruplarına ait faaliyetleri doğrudan etkileyecek. Bu etkinin, halihazırda bir yağma dinamiği ile gerçekleşen madencilik faaliyetleri sonucunda doğanın, biyoçeşitliliğin ve su kaynaklarının daha da hızlı bir şekilde yok olması yönünde olacağını tahmin etmek zor değil.

Burada araya bir not düşüp, özelikle II. Grup madenlerden bahsedelim. Bu maden grubunda yer alan Kalsit, Dolomit, Kalker, Granit, Andezit, Bazalt gibi kayaçlar, agrega, hazır beton ve asfalt yapımında kullanılıyor. Agrera, beton, harç ve çimento imalatında kullanılan kum, çakıl, kırma taş gibi taneli malzemelere verilen isim. Agreralar hazır beton ve asfalt yapımında, çimento üretiminde yüzde 60 oranında ana hammadde olarak kullanılıyor. Yani bu maden grubu inşaat sektörünün vazgeçilmezi. Bu sektörün ülkede ne kadar desteklendiği de bilinen bir gerçek. Pamuklara sarıp, sarmalamalara doyamadığımız bir sektör bu.  İnşaat sektörünü desteklemek demek, aslında II. Grup madenciliği destelemeyi ve bu madencilik faaliyetlerinin önündeki engelleri de ortadan kaldırmayı gerektiriyor. Bu sebeple ülkenin dört bir yanında, ormanlık, zeytinlik, tarım alanı, mera alanı, sulak alan olup olmadığı umursanmadan, pıtrak gibi taş ocakları açılıyor. MAPEG istatistiklerine göre II. Grup maden faaliyetleri için Aralık 2023 itibarıyla verilen işletme izinli ruhsat sayısı 4387. Aynı tarihte işletme izinli IV. Grup madenlerin sayısı ise 2638. Yani iki maden grubu arasında neredeyse yarı yarıya fark var. Bu fark dahi ekoloji örgütlerinin bu kanun değişikliği teklifi temelinde II. Grup madenlere yönelik sessizliğini değiştirmeli. 

Yönümüzü tekrar kanun teklifine çevirelim ve bu teklif ne amaçlıyor anlamaya çalışalım. Maden Kanunu’nun 24. maddesinin 4. fıkrasına 14.02.2019 tarihinde bir ekleme yapılıyor. Bu eklemeye göre, maden ruhsat sahalarındaki muhtemel rezerv alanlarına ilişkin kaynak ve rezerv raporlamaları UMREK Koduna uygun olarak yapılmalı aksi takdirde raporlanmayan alanlar ruhsat dışına çıkarılacak yani bu alanlarda madencilik faaliyetleri yapılamayacak. Kim yapmak zorunda bu raporlamayı? Grup ayrımı gözetilmeksizin tüm maden gruplarında faaliyet göstermek isteyen şirketler. Bu raporlama için de oldukça uzun bir süre tanımışlar şirketlere; işletme ruhsatını alan şirket IV. Grup maden faaliyeti yürütecek ise 10 yıl içinde, diğer gruplarda faaliyet yürütecek ise 5 yıl içinde bu raporlamayı yaparak, muhtemel rezerv alanını kaynak ve/veya rezerv alanı haline getirecek. Aksi halde işletme ruhsatındaki bu alanlar faaliyete kapanacak.

Burada 14 Şubat 2019’taki değişiklik tarihine dikkatinizi çekmek isterim. Aradan geçen zaman içinde IV. Grup dışında kalan madenler için verilen 5 yıllık süre doldu. Bu şirketlerin bu süre zarfında UMREK raporlarını hazırlayarak işletme ruhsat alanlarını kaynak/rezerv alanı haline getirmediklerini tahmin edebiliyoruz. Çünkü bu durum Kanun teklifinin gerekçesinden çok net anlaşılıyor. Ne deniyor teklif gerekçesinde; IV. Grup dışında kalan diğer grup madenlerin aranıp işletilmesine ilişkin yatırımları daha çok küçük veya orta ölçekli şirketler yapıyor, UMREK Koduna göre rapor hazırlanması bu maden şirketleri için yüksek raporlama maliyetleri getiriyor, bu durum da madencilik faaliyetlerini olumsuz etkiliyor. Gördüğünüz gibi yasama organının madencilik şirketlerine olan aşkı bir türlü bitmek bilmedi. Kaderin bir oyunu bu ya sevgililer gününde getirdikleri bu değişiklik, madencilerin kalbini çok fena kırmış olacak ki, 5 yıl sonra yine bir sevgililer günü hediyesi olarak bu raporlama zorunluluğunu hayatlarından çıkarmak istiyor yasama organımız. Tabii bu arada bir yasa ne amaçla yapılır, kamu yararı nedir, kamu kimdir, kimin neyin hakkı gözetilmelidir, sormayalım bile. Belli ki bunlar “teferruat”…

Peki nedir UMREK Koduna uygun raporlama? Madencilik faaliyetlerinde ne işe yarar? Bu rapor zorunluluğunun getiriliş amacı, ülkedeki maden kaynakları ve rezervlerinin halka açık, güvenilir ve şeffaf bir şekilde raporlanması için asgari standartları ve uygulama esaslarını belirlemek. Bu rapor sayesinde, teknik olarak mümkün, çevresel yönden kabul edilebilir ve ekonomik olarak makul bir maden ve madencilik planı oluşturulmak amaçlanıyor. Bu nedenle Türkiye, Uluslararası Maden Rezerv Raporlama Standartları Komitesi’ne 2018’de üye olmuş ve bir yıl sonra söz konusu rapor zorunluluğunu yasaya eklemiş.

Bu raporlamanın, her yıl dozunu daha da arttıran sömürge tipi madencilikle mücadele etmek zorunda kalan yurttaşlar ve ekoloji örgütleri için önemi, bu tür raporların birer veri kaynağı olması. Halka açık olmak zorunda olan bu raporlar, maden sahasının geliştirilmesi, işletmesi esnasında ve madencilik faaliyetlerinin sonlandırılmasından sonra yaşanması beklenen ekolojik, çevresel ve sosyal, sağlık ve güvenlik etkilerini tartışıp, bu etkilerin maden çalışanları, yükleniciler ve yerel topluluklar üzerinde yol açacağı sonuçları veri olarak sunmak zorunda.

Bir karşı eleştiri olarak şu soru akla gelebilir; Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporları da benzer amaçla hazırlanıyor ama o raporlarda da bir sürü yalan yanlış bilgi var. Evet doğru, ancak ÇED Raporlarına getirilecek bu eleştiri üzerinden yasama organı çıkıp da “artık ÇED yapmıyoruz, kaldırıyoruz bu süreci. Zaten anlamsız ve maliyetli bir yol” dese, bundan sebep ortalığı ayağa kaldırmayacak bir ekoloji örgütü, meslek odası, baro düşünemiyorum. ÇED süreci berbat işliyor diye ÇED’den vazgeçmeyi kabul edebilir miyiz? UMREK raporunun farkı ne o zaman? Şirket yapısı olarak küçük ancak doğanın tahribatı açısından gayet büyük yer kaplayan II. Grup maden şirketlerini “rahatlatacak” bu kanun teklifi karşısında iklim ve ekoloji örgütleri sessiz kalıyorsa, bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir.

Halkın çevresel politikaların oluşumuna aktif olarak katılıp söz sahibi olabilmesindeki en önemli şartın bilgiye erişmek olduğu ve bu bilginin de kamu idareleri ve şirketler tarafından halktan köşe bucak kaçırılıp gizlendiği bir sistemde yaşıyoruz. Bu yüzden, ulaşabileceğimiz en küçük bilgi kırıntısının dahi savunuculuk yöntemlerimizi ve argümanlarımızı etkileyeceği muhakkak. Bilgiye erişmek aynı zamanda bir demokrasi sorunu. Edindiğimiz bilgi sayesinde fikirlerimizi olgunlaştırır, politikalarımızı belirleriz. Düşünce ve ifade özgürlüğümüz, politika ve kararlara katılımımız, demokratik protesto haklarımız, örgütlenme özgürlüğümüz, edindiğimiz bu bilginin çevresinde hayat bulur, anlam kazanır. Bu bilgi sayesinde idarelerden ve şirketlerden hukuk önünde hesap sorarız. Bu hesap sorma sayesinde idareler ve şirketler şeffaflaşmak ve hukuk devletine bağlı kalmak zorunda kalırlar. Halka bu gücü veren bilginin sayesinde demokrasi, katılım hakları ve hukuk devleti arasındaki ayrılmaz bağ berraklaşır. Birinin eksikliğinde ya da yokluğunda diğerlerinin de var olamayacağını idrak ederiz. O yüzden UMREK Raporu meselesi bir mühendislik ve maliyet meselesi değil çevresel demokrasi, doğa ve insan hakları meselesidir.

*Av. / Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı