Levent Artüz: Müsilaj planında tespit var eylem yok

Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı'nı değerlendiren hidrobiyolog Levent Artüz, “dostlar alışverişte görsün” dedi.

Levent Artüz, Marmara Denizi'nde görülen müsilajın kaynağının kirlilik olduğunu vurguladı.
Google Haberlere Abone ol

Pelin Akdemir

DUVAR - Geçen sene mart ayında görünür olan müsilajın ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı harekete geçerek 2021-2024 yıllarını kapsayan Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı’nı hazırladı.

Plana ilişkin görüşlerini sorduğumuz hidrobiyolog (deniz ve tatlı sulardaki tüm yaşamsal süreçleri inceleyen bilim dalı) Levent Artüz, planın “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla hazırlandığını, Marmara Denizi’ndeki kirliliğin artık ölçüm aletine gerek kalmaksızın ortada olduğunu söyledi. Artüz, biyoçeşitliliğin azalacağı uyarısında bulunarak, “İş dönüp dolaşıp insan popülasyonuna da gelip dayanacak. Biz kendimizi bu olguların dışında, sadece seyirci sanıyoruz. Yanılıyoruz” dedi.

Hidrobiyolog Levent Artüz, bakanlıkça hazırlanan planı eleştirdi.

‘KİRLENMENİN ÇÖZÜMÜ BASİT, KİRLETMEMEK’

Hazırlanan planda yer alan izleme çalışmalarının artırılması, atık su arıtma tesislerinin güçlendirilmesi, işletmelere idari para cezası verilmesi gibi öneriler, istenildiği gibi müsilajın kalıcı çözümüne yeterli olacak mı?

Kitabın sonundan başlayayım, odun ile adamın kafasına vurursanız ölür, bunu biliyoruz. Nasıl vuralım ki ölmesin, sürünsün misali öneriler bunlar. Amaç odunu vurmaktan vazgeçmek değil, usturuplu bir şekilde vurmaya devam etme çabası… “Dostlar alışverişte görsün” misali. Durum belli, artık ölçüm aletlerine bile gerek olmaksızın Marmara Denizi’nin mevcut durumu ortada. Bu noktaya nasıl gelindiği de açık seçik ortada. Bu bağlamda yapılacaklar, yapılması gerekenler de belli.

Yapılması gerekenler neler?

Marmara Denizi 33 senedir bir arıtma tesisindeki çökertme havuzu gibi kullanıldı. Bu senelerce savunuldu, hatta teşvik edildi. Sonunda da bugünkü noktaya gelindi. Bardak taştı. Bu noktadan itibaren esasında yapılacaklar basit. Marmara Denizi’ni “alıcı ortam” olarak kullanmaktan vazgeçmek. Yapılacak kısa, orta ve uzun vadeli tüm planların bu esas üzerine oluşturulması gerek. Ancak görüyoruz ki, kirletmeye devam üzerine yapılıyor tüm planlar. Eğer ön kabulünüz yanlış ise varacağınız nokta da doğal olarak yanlış olacaktır.

Raporda denizin kirletilmesini engelleyecek yönde bir planlama var mı?

Rapora baktığımızda mevcut durumun kabaca tespitinden öte somut bir eylem göremiyoruz. Benim kanaatim Marmara Denizi’ni korumaktan çok, mevcut durumun, yani kirletici unsurların korunduğu yönünde. Sorun Marmara Denizi’nin kirletilmesi sorunu. Çözümü de basit, kirletmemek. Eğer ciddiyseniz ve sorunu halletmek istiyorsanız, bu yönde eylemleri içerecek bir planlama yaparsınız.

‘KİRLETİLME OLGUSUNUN TÜM DENİZLERİMİZDE SORGULANMASI GEREKİR’

Plan Marmara Denizi’ni içeriyor. Denizlerdeki kirliliğin ve müsilajın çözümü için sadece Marmara Denizi’ne bakmak yeterli midir?

Tabii ki değil. Kirlilik üç yanımızı çevreleyen dört farklı karakterdeki denizin de ortak sorunu. İç sularda, havada, karada olduğu gibi…

Neden özellikle Marmara Denizi’nin kirlenmesini, kirletilmesini konuşuyoruz?

Denizlerimizde kirlenmenin gün geçtikçe ve büyük bir hızla ilerlediği en tehlikeli bölge Marmara Denizi olmuştur. Bu denizimizin atıklarda seyrelmeyi sağlamaya yetecek ölçüde su alış-verişine sahip olmaması ve mevcut akıntı ve karışım hareketlerinin yanlış yorumlanması veya yanlış sunumu, Marmara Denizi’nin biyolojik alanının daralmasına ve ekolojisinin zarar görmesine neden olmuştur ve bu duruma da devam edileceği görülmektedir. Marmara Denizi’nin çevresinde endüstri ve nüfus yoğunlaşmasına sahne olan İzmit, Gemlik, Bandırma körfezlerinde de kirlenmenin eski dönemlere oranla çok daha tehlikeli boyutlara ulaştığı yapılan araştırma sonuçları ile ortaya konmuştur. Kirlenme, daha doğru bir tanımla kirletilme olgusunun, tüm denizlerimiz bağlamında sorgulanması gereği açıkça ortadadır.

Bugün itibarı ile sorun Marmara Bölgesi’nin kanserleşmiş atık ve kanalizasyon sorununa çare bulunup, bulunmamış olması veya böyle bir girişimin körü körüne sahiplenilmiş olması değil. Çok büyük çaplı iç ve dış kaynaklı finansmanı yutmuş olan böyle bir uygulamanın soruna gerçekçi bir çözüm getirip, getirememiş olduğu konusunda düğümlenmektedir.

Geçen yaz, önce Marmara Denizi'nde daha sonra da Ege Denizi'nde müsilaj görülmesi üzerine bakanlık eylem planı ortaya koymak üzere harekete geçmişti.

‘MARMARA DENİZİ’Nİ DERİN DENİZ DEŞARJI ÖLDÜRDÜ’

Özellikle vurguladığınız Ergene Derin Deniz Deşarj projesi ile 8 OSB’den kaynaklanan atık suların ileri arıtmadan geçirilerek Marmara Denizi’ne deşarj edileceği belirtiliyor. Bu konuda yorumunuz ne olur?

Bu soruyu cevaplamadan önce bazı unsurları açıklığa kavuşturmanın şart olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki, Marmara Denizi genelinde 1989 senesinden beri yapılan ve derin deniz deşarjı adı verilen işlem, bir derin deniz deşarjı değildir. Marmara Denizi’nin özgün oşinografik yapısı dolayısı ile hâlihazırdaki uygulama ile en ufak bir benzerliği bile olmayan gerçek derin deniz deşarjını burada uygulama imkânı bulunmamaktadır. Marmara Denizi ve boğazlarında gerçekleştirilen deşarj işlemi gerçekte Akdeniz yönünden gelip, tüm Marmara Denizi’ni kat ettikten sonra en iyi şartlar altında sadece yüzde 10’u Karadeniz’e ulaşan alt akıntının arıtılmamış atıkları seyreltmek ve Karadeniz’e yollamak için “taşıyıcı bant” olarak kullanılması “cin” fikridir. Ne yapıldığı anlaşılmasın diye olacak, buna “derin deniz deşarjı” diye bir ad uydurulmuştur. Yani mevcut sistemde arıtılmamış olarak deşarjı yapılan atıkların seyrelmesi ve bunların Karadeniz’e taşınacağı umulmaktadır. Zaten yasal düzenleyici metinlerde de bu yöntem “bertaraf” olarak geçmektedir. Marmara Denizi’ni öldüren, bu günkü hale getiren de bu Zihni Sinir projesidir.

İkinci unsur ise zaten gerçekte Ege Denizi’ne akan, dünyanın en kirli akarsularından biri olan Ergene Nehri’nin kirletici unsurlarını toplayıp, devasa borular ile yer altından 50 kilometre yol kat ettirip, Tekirdağ/Yenice açıklarından yine Marmara Denizi’ne, 4 kilometre açığa yine derin deniz deşarjı adı altında 47,5 metre derine basılmasıdır. Ergene Nehri tarım alanları içinden akan bir tatlı sudur. Bu kaynağın kirletilmemesi gerekir. En akılcı yöntem bu suyu kirletmemek ve tarımda kullanmaktır. Ancak yapılan bu değildir. Yapılan kirletici unsurların toplanarak, Marmara Denizi’ne basılmasıdır. Bu sadece yaklaşık bir seneden beri süren uygulama ile Ergene Nehri temizlenmediği gibi, Marmara Denizi daha da berbat edilmiştir. Bu akıl dışı yöntemin savunulacak hiçbir yanı yoktur. Eğer Ergene Nehri’ni kirleten unsurları arıtıyorsanız, bu arıtılmış suyu tekrar nehre basarsınız ve tarımda kullanılır, bunun dışında yapılan ve yapılacak her yöntem pisliğin halının altına süpürülmesinden başka bir şey değildir.

169 sayfalık, renkli, fotoğraflar ile bezeli raporda sadece bir noktada (37. sayfada) yer alan bir tabloda Ergene kelimesinin geçmiş olması da bu belgeye ayrı bir anlam katıyor diyebilirim.

‘KENDİMİZİ OLGULARIN DIŞINDA SADECE SEYİRCİ SANIYORUZ’

Müsilajın deniz canlıları üzerindeki etkisi için 'toplu balık ölümlerine neden olacağı' belirtilirken tüketilen deniz canlılarında nasıl etki göstereceği ve insan sağlığını nasıl etkileyeceği konuları yer almıyor. Planın bu konularda eksik hazırlandığını söyleyebilir miyiz?

Toplu canlı ölümlerine neden olan gerçekte müsilaj değil. Biz daha bunun farkında değiliz. Biz katili suçlamak yerine, suçu cinayet aletinde arıyoruz. Canlı ölümleri, renk değişimleri, rekabet unsurunun değişip bazı türlerin fert adetlerindeki artış ve buna benzer onlarla sorunun ana nedeni Marmara Denizi’nin kirletiliyor olması. Diğer unsurlar ise bu aşırı derecede kirletilmenin sadece göstergeleri.

Kirlenmenin sebep olduğu ana olumsuz olgulardan en önemlisi biyoçeşitlilikteki değişim, türlerin azalması. Farkında değiliz ama insanoğlu da bu türlerden biri. İş dönüp dolaşıp insan popülasyonuna da gelip dayanacak. Biz kendimizi bu olguların dışında, sadece seyirci sanıyoruz. Yanılıyoruz.

‘HER GÜN BİR ÖNCEKİNDEN DAHA FAZLA KİRLETİLİYOR’

Marmara Denizi’nde azot ve fosfor miktarının 1960’lı yıllardan sonra aşırı artış gösterdiği belirtilirken son 30 yılda anormal bir artış olmadığının belirtilmesini ne şekilde yorumlayabiliriz?

Söz konusu metinde sistemin ötrofikasyon (plankton ve alg varlığının aşırı şekilde çoğalması) öncesi (1960’lar) koşullara göre oldukça fazla besleyici tuzlar (azot-fosfor) taşıdığı belirtiliyor. Evet, bu doğru, zaten sorun Marmara Denizi alt akıntısının konveyör olarak kullanılmaya başladığı 1989 senesi başından başlıyor. Bu örneğin çoğalması, kolunun altına boru sıkıştıranın “ben derin deniz deşarjı yapıyorum” mantığı ile zaman içinde artıyor, bu durum yönetmelikler ile düzenleniyor ve teşvik ediliyor. Sonunda her gün bir öncekinden daha fazla kirletilmeye başlıyor Marmara Denizi.

Bakanlık bu durumu iklim krizinin etkileri olarak mı sunuyor?

İklim değişikliğinin değil, özellikle son senelerde yaşadığımız çevre sorunlarına yaklaşımda yaşadığımız iklimdeki değişikliğin bunların temel sebebi olduğunun görülmesi gerek artık. Çevreyi, dolayısıyla bizi etkileyen değişikliklerin sebeplerinin kökü, pompalanmak istendiği gibi küresel bir sorun olan iklim değişikliği veya iklim krizi değil, çevresel sorunlara yaklaşımdaki iklimde olmuş olan değişiklik, hatta kriz.

‘MARMARA DENİZİ DEĞİL DEŞARJ KORUMA ALTINA ALINIYOR’

Marmara Denizi’nin Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmesiyle ne değişti?

Bir noktada yangın olduğunda ilk önce yangını söndürür, sonrasında o bölgeyi koruma altına alırsınız. Yolu, yordamı budur. Yanarken koruma altına almak diye bir kavram olabilir mi? An itibarı ile yangın koruma altına alınıyor. Ne yapıldı, hangi olumsuzluk ortadan kaldırıldı ki gelinen durumdan geri gitmeyelim, kazanımlarımızı kaybetmeyelim diye koruma gereksinimi duyuluyor? Burada açık ve seçik bir şekilde ortada olduğu gibi, Marmara Denizi değil, hâlihazırda sürüp giden deşarjlar koruma altına alınıyor.