Kutsallaştırılan annelikten yitirilen benliğe: Lojman

Ebru Ojen'in yeni romanı 'Lojman', Everest Yayınları tarafından yayımlandı. 'Lojman', kendi kaderlerine terk edilmiş dört insanı yutarken aklımızda birçok soru dönüyor. Doğanın izole ettiği, karlarla kaplı o lojman onları yutmasa, erkek egemen düzen Selma’yı anne olmaya zorlanmasa, yenidoğan bir bebek ve iki çocukla bir başına kalmasa, Metin hiç gitmemiş olsa, Görkem arzu ettiği şefkati, sevgiyi hissedebilse... Başa dönüyorum tekrar, annelik dayatılmış olmasa!

Google Haberlere Abone ol

Sacide Alkar Doster

'Aşı' ve 'Et Yiyenler Birbirini Öldürsün' romanlarında, iktidarın beden üzerinden yürüttüğü politikaları ele alan Ebru Ojen, son romanı 'Lojman'da bu kez kutsallaştırılan anneliğin reddi ile karşımızda. Ojen, anneliği bir türlü kendi için anlamlandıramamış, hem bedensel hem de ruhsal olarak “annelik” mefhumunun ağırlığında ezilen Selma’nın tükenişini yine iktidara ait bir alan içinden, “lojman”dan aktarıyor.

Bugün iktidarın sıklıkla başvurduğu; milli değerler, aile, gelenek, din gibi söylemlerin odağında, kadın bedeni ve onun toplumsal alandaki imajının yattığını görüyoruz. Özellikle anneliğin toplumun sürekliliği ve milli değerlerin devamlılığı konusunda simgeleştirilmesi, kadının tek ve en önemli rolünün annelik olarak empoze edilmesi tehlikeli bir sürece işaret etmekte. İktidarın kadın üzerindeki tahakkümünü arttırmak için “kutsal annelik” kavramını sık sık öne sürmesi, bunun bir tercih olduğunu reddeden, kadını anne ve anne olmayan olarak kategorize eden söylem de yine iktidar kaynaklı.

Patriyarkal düzen, anneliğin içgüdüsel olduğu ve er ya da geç tüm kadınlar için zorunlu olduğu savına yaslanır. Anneliği istemeyen kadın ya henüz hazır değildir ya da bencil bahanelerle bundan kaçma yolunu tercih etmiştir. Bu söylemin odağında üremenin politik olduğu gerçeği yatar, çünkü “Modern devletin ulus-devlet formunda yaşaması, anneliğe yüklenen anlamları da görevleriyle birlikte arttırmıştır. Modern ulus-devlet makbul vatandaşlar yaratma sürecinde anneleri de aktif göreve çağırmış, hatta kadınlar için vatanseverliği “iyi annelik”le eş tutmuştur.”(1) Bu sebep çoğunlukla; soyun devam etmesi, sevgi ve aile gibi kavramlarla desteklenirken bazen de 'Lojman'ın ana karakteri Selma'da gözlendiği gibi normalliğin kabulü için mecburidir. Selma ne aile olmak ne de çocuk yapmak gibi bir ülkü taşımazken, Metin'i mutlu etmenin ve onunla birlikte olabilmenin koşulu olan anneliğe itilir. İtilir, çünkü çocuk doğurmanın Selma’daki tek karşılığı mecburiyettir. İçgüdüsel olarak anneliğe ait bir duygu hissetmez ya da davranış geliştirmez. Anne olmak, Selma’nın verdiği bilinçli bir karar değildir. Bununla birlikte çocuklarıyla ve annelik kavramıyla kuramadığı özdeşlik, çocukların öz bakım, sevgi, şefkat, beslenme ve korunma gibi ihtiyaçlarına beklenen cevabı verememesine sebep olur. Anneliğin reddi sadece bedensel tepkilerle değil, duygusal ve ruhsal olarak da varlık gösterir. Selma'nın yeni doğan bebeğine aylarca isim koymaması, emzirmenin içinde yarattığı tiksinti ve çocuklarına duyduğu nefretin ağırlaşarak artması postpartum psikozunun izlerini taşır. Bebek sahibi olmakla ilişkili kimyasal, sosyal ve psikolojik değişikliklerle bağlantılı bir psikoz olan postpartum psikozu, halk arasında lohusa sendromu olarak bilinen depresyondan farklı olarak sanrılar ve psikotik özelliklerle birlikte bebeğe ya da kendine zarar verme ile sonuçlanabilir.

Lojman, Ebru Ojen, 200 syf., Everest Yayınları, 2020.

Selma doğuran, Metin ise bakan, doyuran, çocuklarla kurulan tüm bağların kaynağı olarak resmedilir. Metin, evi terk ettikten sonra çocuklarla bu bağı kuramayan Selma, onu neredeyse hiçlik noktasına getiren psikozun etkisine girmiştir. "Bedeni ait olmadığı, anlamlandıramadığı bir şeyin içine sıkışıp kalmıştı." Selma’nın uykuda geçen günlerine, kaygı ve bedensel tükeniş eşlik ederken bazen de bedeninden taşan bir enerjinin sarmalında şarkılar söyleyip dans etmesi yaşadığı psikozun yansımaları olarak yorumlanabilir. Bu zıtlık, çocuklar ve Selma arasında keskin bir ayrışmayı da beraberinde getirir. Çocuklar annelerindeki ani duygu değişimlerine ayak uydurmakta güçlük çeker. Her biri kendi kabuğuna çekilir, kendi dünyalarını yaratır.

Annenin bedeninden, ruhundan eksilen her parçanın müsebbibi olarak çocuklarını suçlaması aynı zamanda öfkesinin, mecburi anneliğine olan hıncının dışavurumudur. "Bu dışkılayan bedenlerin benden çıktığına inandıran şey neyse çıksın ortaya! Gerçeği söylesin. Ömürlük bir mahkûm olduğumu itiraf etsin... Çocukları uğruna yalan söyleyebilecek annelik zırvalığından nefret ediyorum."(2) Selma normdan sapmış, toplum ve devlet nezdinde sürdürülen anneliğin içgüdüsel olduğu mitinin yıkıcı bir parçası konumundadır artık. Annelik yüzünden, aşktan, arzudan, bedeninin ondan istediklerinden mahrum bırakılmış hisseder. "Badinter'e göre annelik zaten "aşk"la pek uyumlu gözükmemektedir; "aileyi aile yapan şey" olduğu düşünülen Bebek, aslında "anne" ve "baba" olmak dışında birer "sevgili" olan çiftin arasındaki aşk ilişkisini dinamitleyebilir. Toplum nazarında da annenin kadınlığı, daima anneliğinden sonra gelir. Tüm bunlar, kadının "annelik" dışında vasfı yokmuş gibi hissetmesine neden olabilir. Badinter'e göre bu çelişkilerin en acısı, bireyin kendi içinde annelik ve kadınlık arasında yaşadığı bocalamadır. Toplum, ona daima önceliğin bebeğinde olduğunu söyler; oysa o da etten kemikten bir insan olarak kişisel arzulara ve tutkuya sahiptir, dolayısıyla egosu ile fedakârlık hissi arasında da bir ikinci çarpışma yaşanacaktır."(3) "Yine de Selma'nın sıradan bir kadın olmaya çabalaması boşunaydı. Evliliğe bir türlü alışamamış, anneliğiyse hiç ısınamamıştı. Selma içinden geldiği gibi, gerçek hisleriyle dokunuyordu çocuklarına. Daha fazlasını, ondan bekleneni yapamazdı. Sevmek, şefkat duymak ona göre, uydurulmuş, insanları karanlık bir cehalete sürükleyen, korkunç zincirlere bağlayan kelimeler, duygulardı." (4) Ojen, Selma üzerinden, anneliğin içgüdüsel olmadığını, kadının hamile kaldığı ilk andan itibaren çocuğuyla bir bağ kuramayabileceğini ve bazen bu bağın doğum sonrası yıllarda bile gerçekleşmediğini gösterir. Selma’nın, erkek baskısı ve ikna yoluyla girdiği annelik rolü iktidar dayatmalı bir zorunluluktur. Bu zorunluluk kadın ve çocuklarının yıkımı ile sonuçlanmış, toplumun “normal” görülmeyen sorunlu parçası kendini imhasını gerçekleştirmiştir.

Bu bağlamda konuşulması gereken diğer mesele; anneliği kabul etmeyen annenin ve evi terk eden babanın eksikliğinde çocukların yaşadıkları ve bu boşluğu ne ile doldurdukları konusudur. Yenidoğan bebek kadar Görkem ve Murat’ın da annelerinden ihtiyaç duydukları sevgiyi ve ilgiyi görememeleri iç dünyalarındaki çatışmayı körüklemiştir. Bu durum Murat’ta içe kapanma, daha az konuşma ve yenidoğan bebek ile bir özdeşlik kurmasına, kendi haline terk edilmiş bebeğin bakımını üstlenerek ev içinde yeni bir konum almasına sebep olurken Görkem’de ödipal çatışmayı derinleştirir. Annesinden nefret eden, yaşamındaki tüm sorunların kaynağına Selma’yı yerleştiren Görkem’in iç dünyası hayli karmaşıktır. “Hep ilgisiz, hep kararsız, anneliğiyle savaşan bir alçak olmak dışında ne işe yaramıştı? Keşke ölseydi.” (5)

Jung, anne ve kız arasındaki çatışmayı tanımladığı Elektra Kompleksi'nde, kız çocuğun annesini rakip kabul edişinde, babaya duyulan cinsel arzuyu temel alır. Buradaki arzu ve anneyi rakip görme, güç olarak algılanan penise sahip olma isteğinin dışavurumudur. Kız çocuğu, kendisinin penis sahibi olmaması nedeniyle aşağılık duygusuna kapılır ve bu nedenle annesini suçlar. Giderek bu suçlama nefrete ve düşmanlığa dönüşür. “Dünyada hiçbir şey Görkem’i bu kadar yaralayamazdı. Metin’in aşk dolu bakışlarından zerre kadar nasiplenememek, haz veren sevgi dokunuşlarının kızına yöneldiğinde tereddütle gölgelenmesi, okşayıcı sözleri onun değil Selma’nın hak etmesi ağırına gidiyordu.” (6) Metin’in gidişi Görkem için sadece baba figürüne ait bir kaybı temsil etmez. Aynı zamanda arzu ettiği tüm duyguların da kaybıdır.

Göl kenarında bulduğu ördeği eve götürerek Selma’ya annelik dersi vermeyi düşünmesi, dişiliğin aşırı derecede gelişmiş olmasına, özellikle annelik rolünü içselleştirdiği anlamına gelir. Jung, Eros’un tepkisel gelişimi hakkında “... bu babayla bilinçdışı bir ensest ilişkisine yol açar. Aşırı gelişmiş Eros, diğer insanların kişiliğinin anormal derecede önemsenmesine neden olur. Annenin kıskanılması ve ondan üstün olma isteği, genellikle felaketle sonuçlanan sonraki girişimlerin leitmotifidir"(7) der. Burada belirleyici olan duygusal ve fiziksel ihtiyaçların doyurulmamasıdır. Baba hem Selma hem de çocuklar için bağlayıcı ve aynı zamanda eksikliklerin bastırması noktasında gerekli bir bileşenken artık yoktur. Doğaya, hayvana, kitaba, şiire tutkun olan Selma’nın söz konusu kendi çocukları olduğunda takındığı kayıtsızlık, çocukların, özellikle de Görkem’in yaşadığı kaybın yerine herhangi bir olumlu duygu koyamamasına ve duygusal kırılmalara sebep olur. Sevilmeyen bir çocuk olarak ne yazık ki sevmeyi de bilemez. “Kontrol edemediği bir sevgi patlamasıyla ördeği gövdesinden tutup kucağına almak istedi. Tek başına kalmış bu güzel yaratığı eve götürüp annelik edebilirdi. Böylece Selma’da anneliğin nasıl bir şey olduğunu görmüş olurdu. Ördeği bütün kalbiyle sevecek, besleyecek ve tüm zamanını ona ayıracaktı.”(8) Görkem’in annelik etmek istediği ördeği yaralayıp, sakatlaması, sevgi ve sahip olma arzularının bir kez daha söndürülmesiyle bağlantılıdır. Selma önce Metin’i sonra da ördeğini ele geçirmiş, onun olanı, hakkı olan sevgiyi ve şefkati elinden alarak onu çaresiz bırakmıştır. Ama burada asıl fark edilmesi gereken, Görkem’in nefret ettiği annesine dönüştüğü gerçeğidir.

'Lojman', kendi kaderlerine terk edilmiş dört insanı yutarken aklımızda birçok soru dönüyor. Doğanın izole ettiği, karlarla kaplı o lojman onları yutmasa, erkek egemen düzen Selma’yı anne olmaya zorlanmasa, yenidoğan bir bebek ve iki çocukla bir başına kalmasa, Metin hiç gitmemiş olsa, Görkem arzu ettiği şefkati, sevgiyi hissedebilse... Başa dönüyorum tekrar, annelik dayatılmış olmasa!

Dipnotlar

  1. Sevi Bayraktar, Makbul Anneler Müstakbel Vatandaşlar Sf:24-25
  2. Ebru Ojen, Lojman
  3. Kadınlık, annelik, gönüllü çocuksuzluk: Elisabeth Badinter’den Kadınlık mı Annelik mi?, Tina Miller’dan Annelik duygusu: Mitler ve Deneyimler ve Corinne Maier’den No Kid üzerinden karşılaştrmalı okuma çalışması, Feminist Eleştiri Cilt 7,sayı 2
  4. Ebru Ojen, Lojman
  5. Ebru Ojen, Lojman
  6. Ebru Ojen, Lojman
  7. Carl Gustav Jung, Dört Arketip
  8. Ebru Ojen, Lojman