Salgın zamanlarında ölen büyük ustalar

VIII.Henry’nin saray ressamı Hans Holbein, Venedik ekolünün büyük ustası Tiziano, 19.yüzyıl sembolizminin en ünlü ismi Gustav Klimt, Avrupa’daki salgın hastalıklardan ölen büyük ustaların bazıları. 20.yüzyılın bitmeyen salgını AIDS ise sanat dünyasına damgasını vuran salgınlardan bir başkası.

Google Haberlere Abone ol

Dünya tarihindeki salgın hastalıkların, dünyayı kalıcı olarak değiştirmek gibi beklenmedik bir sonucu var. Örneğin Christopher Columbus 1492’de Atlantik Okyanusu’nu geçip Kuzey Amerika’ya vardığında, sadece yeni bir kıta keşfetmekle kalmamış, Eski Dünya’nın salgın hastalıklarını Yeni Dünya’ya taşımıştı. Columbus’un ilk durağı olan, bugün Haiti ile Dominik Cumhuriyeti’nin bulunduğu Hispaniola’da yaklaşık 250 bin yerli yaşıyordu. Bu yerlilerin maruz kaldığı Avrupa hastalıkları sonucunda 1517’de nüfusun %95’i yok oldu, yani yaklaşık 235 bin kişi yeni hastalıklardan öldü. Bu konuda tıbbi kanıtlar yeterli olmasa da Columbus’un Yeni Dünya’ya 30 farklı hastalık taşıdığı düşünülüyor. Amerika kıtasına Avrupa’dan taşınan hastalıklar arasında çiçek hastalığı, kızamık, grip, difteri, tifo, kolera, sıtma, boğmaca, frengi ve tetanos gibi, 21.yüzyılda bizim bile halen çocukken aşısını olduğumuz hastalıklar bulunuyor.

Avrupa gerçekten de yüzyıllar boyunca salgınlardan kendini kurtaramadı. 1347’deki veba salgınında Avrupa nüfusunun üçte birinin öldüğü, Venedik gibi bazı şehirlerin nüfusunun yüzde 60’ını kaybettiği tahmin ediliyor. Rönesansın başlangıcına denk gelen bu salgına sonraki yüzyıllarda başka salgınlar eklendi. Dönemin sanatçıları, ölümün kaçınılmazlığını kuru kafa içeren ‘memento mori’ (‘Öleceğini unutma’ anlamındaki Latince deyim) kompozisyonlarıyla görselleştirdi.

Aslına bakılırsa 14.yüzyıldan 17.yüzyıla kadar, Rönesans ile Barok arasında geçen dönemde birçok büyük usta salgın hastalıklara şahit oldu. Michelangelo ve Rembrandt gibi Avrupa sanatının en önemli isimleri, hayatlarının bir döneminde salgınlara denk geldiler. Bazı sanatçılar ise salgın zamanlarından sağ kurtulamadı. Alman sanatçı Genç Hans Holbein (1498 – 1543), 30’lu yaşlarındayken iş bulmak için gittiği Londra’da Kral VIII.Henry’nin saray ressamı oldu ama 1543’teki Londra veba salgını esnasında öldü.

Avrupa sonraki yıllarda da salgınlardan kurtulamadı. Venedik resminin büyük ustası Tiziano (y.1488-1576), 1576’daki veba salgınında öldü. Bu açıdan bakıldığında, Tiziano’nun son eseri Pieta, karanlık atmosferi ve fiziksel acıyı dramatik bir gerçekçilikle yansıtması açısından sanatçının içinde bulunduğu toplumsal ortamı da anlatan bir niteliğe sahip.

16-17.yüzyıldan sonra tıp biliminin giderek gelişmesi, tüm Avrupa’nın üniversitelerle dolması ve bilimin ağırlık kazanması, sonraki yüzyıllarda salgınları önlemeye yetmedi. Avrupa’daki en büyük salgınlardan biri olan İspanyol gribi, Norveçli sanatçı Edvard Munch’un (1863-1944) bile kapısına kadar gelmişti. Munch’un salgın esnasında yaptığı “İspanyol Gribinden Sonra Otoportre” (1919) adlı eseri, sanatçının salgından kurtulmuş olsa da sarındığı battaniyesinin içinde ne kadar hüzünlü olduğunu görselleştirir. Avusturyalı sanatçı Gustav Klimt (1862-1918) ise Munch kadar şanslı değildi. Felç geçirdiği için yatırıldığı hastanede pnömoni kaptı ve İspanyol Gribi salgınını başladığı sırada öldü.

KORONA, İSPANYOL GRİBİNDEN DAHA İNSAFLI GİBİ GÖRÜNÜYOR

20.yüzyılda iki dünya savaşı, büyük soykırımlar ve bir de İspanyol gribi yaşandı. Dünya genelinde 500 milyon kişiye bulaşan bu hastalık yüzünden 100 milyon kişi öldü. Bu rakam I.Dünya Savaşı sırasında ölen sivillerin ve askerlerin sayısından fazlaydı. Normal gribe benzeyen belirtileri arasında ateş, burun akıntısı, bulantı ve ishal vardı. Çoğu kişide pnömoniye neden oldu ve tıpkı koronada olduğu gibi insanlar kan ve akıntıyla dolan akciğerleri yeterli oksijen alamadığı için öldüler. İspanyol Gribi’nde en çok çocuklar ve gençler yaşamını yitirdi.

20.yüzyıl başında Avusturya dışavurumculuğunun en sıra dışı ve tartışma yaratan ismi olan Egon Schiele, 1918’de 49. Viyana Secession sergisinde kazandığı başarının ardından, sadece birkaç ay sonra İspanyol Gribi’nden ölen isimlerden biriydi. “Aile” adını taşıyan ve tamamlayamadığı son resminde, eşi Edith ve doğmamış çocuğunu betimlemişti. Yazdığı son mektupta eşinin durumunu annesine şöyle anlatıyordu: “Edith sekiz gün önce İspanyol Gribi’ne yakalandı ve pnömoni oldu. Hastalık çok ciddi ve ölüm riski var; kendimi en kötüsüne hazırlıyorum.” Edith, karnındaki bebeğe altı aylık hamileyken öldü. Üç gün sonra ise Egon Schiele 28 yaşında hayatını kaybetti.

20. YÜZYILIN BİTMEYEN SALGINI: AIDS

Tarihsel süreklilik içinde bakılınca aslında korona günümüzün tek salgını değil. 20.yüzyıldan devraldığımız ve 21.yüzyılda halen çözüme kavuşmamış birkaç salgın hastalığımız daha var. Mesela kadınlarda rahim ağzı kanserine yol açan ama taşıyıcı olan erkeklerin hiç farkına varmadığı HPV veya 1980’lerin sonunda ünlülerin yakalanmasıyla bütün dünyanın öğrendiği AIDS çağımızda kesin tedavisi olmayan hastalıklardan bazıları.

Birleşmiş Milletler verilerine göre 2018’de AIDS ile yaşayan kişi sayısı 37,9 milyon ve sadece 2018’de 770 bin kişi AIDS sebebiyle öldü. Bağışıklık sisteminin çökmesine yol açan AIDS’in halen kesin bir tedavisi yok. AIDS virüsüyle yaşayanların 20,6 milyonu güney Afrika ülkelerinde yaşıyor. AIDS de tıpkı korona gibi virüs kaynaklı bir hastalık, üstelik halen devam eden global bir pandemi. 20.yüzyılın ortalarında batı Afrika’da primatlardan insana geçtiği anlaşılan AIDS virüsü, 1981’de ilk kez ABD tarafından tespit edildi.

1980’li yıllar boyunca birçok ünlünün de yakalandığı AIDS ile mücadele için çok sayıda kampanya yapıldı ve AIDS hepimizin hayatını kalıcı olarak değiştirdi. Bugün, herhangi bir ameliyatın öncesinde ya da evlilik için başvuru yaparken bile AIDS testi yaptırmak zorunda olmamız, bazı hastalıkların salgın hale gelmesinin bütün dünyanın sağlık sisteminde kalıcı olarak iz bıraktığının kanıtı.

AIDS’ten ölen ünlü oyuncular ve Freddie Mercury gibi müzisyenler haricinde, sanat dünyasından iki isim, hastalığa yakalanmalarından sonra tüm miraslarını AIDS araştırmalarına vakfetti.

32 yaşında AIDS’ten hayatını kaybeden Keith Haring (1958-1990), New York’ta yaptığı graffiti’lerle ünlü olmuştu. İmzası haline gelen çizgisel figürünü duvarlara uyguluyordu. Figürü o kadar sevilmişti ki dünyanın her yerine büyük boyutlu duvar resimleri uygulamak üzere davet ediliyordu ve gittiği yerlerde çocuklarla birlikte duvarlara resim yapıyordu. Pop Shop adlı dükkanını açmasından bir yıl sonra 1987’de AIDS’e yakalandığını öğrendi. Bugün AIDS hastalarının bu virüsle ortalama 11 yıl yaşayabilmeleri söz konusu ama 1980’li yıllarda henüz virüsle ilgili çalışmalar yeni başlamıştı. Haring, AIDS olduğunu öğrendiğinde pes etmedi. Son üç yılında çok sayıda eser üretip bir vakıf kurdu. Keith Haring Foundation, bugün halen AIDS’e yönelik farkındalık kampanyaları üretmek için ve çocuklar için çalışıyor.

AIDS pandemisinin başlamasının ardından bugüne kadar toplam 35 milyon kişi, AIDS virüsünün bağışıklık sistemlerini yorması yüzünden maruz kaldıkları farklı hastalıklardan dolayı yaşamını yitirdi. Keith Haring son günlerine kadar AIDS’e dair farkındalık yaratacak eserler üretmeye devam ederken 1989’da her dakikada bir Amerikalı’ya AIDS teşhisi konuyordu ve saat başı 4 kişi AIDS yüzünden ölüyordu. 1991’de AIDS yüzünden sadece ABD’de ölenlerin sayısı 100 bin kişiye ulaşmıştı.

Keith Haring’in 1989’da ürettiği, ‘Sessizlik eşittir ölüm’ yazılı posterinde, üç maymunu oynayan üç figür görülür. Poster, AIDS hastalarının toplumdan dışlanmamak için hastalıklarını gizlemek zorunda kalmalarına gönderme yapar. 1980’li yıllarda virüsün nasıl bulaştığı ve nasıl tedavi edileceği tam olarak bilinmediği için birçok yanlış bilgi yayılmıştı. Prenses Diana, AIDS’in tokalaşmayla bulaşmayacağını göstermek için, bir AIDS hastasıyla tokalaştığı fotoğrafının basında yer almasını sağlayarak yanlış bilgilerle mücadele için uğraşan isimlerden biri olmuştu. ABD hükümeti ise AIDS hastalarına yeterince destek olmuyordu. Virüsü kapanların bağışıklık sistemini güçlendirmek için kullanmaları gereken ilaçlar çok pahalıydı ve tüm dünyada AIDS hastalarına tedavi desteği sağlayabilmek için bağış kampanyaları başladı.

Tıpkı Keith Haring’in posterinde anlatıldığı gibi, hastalığını gizleme ihtiyacı hisseden isimlerden biri Queen’in vokali Freddie Mercury’ydi. Kasım 1991’de AIDS ile bağlantılı olarak yakalandığı pnömoni yüzünden öldü. Ölmeden kısa süre önce kamuya AIDS olduğunu duyuran Mercury, “Çevremdekileri koruyabilmek için hastalığımı gizlemek zorunda kaldım. Artık arkadaşlarımın ve hayranlarımın gerçeği öğrenmesinin zamanı geldi. Umarım, tüm dünya bu korkunç hastalıkla mücadeleye doktorlarımla ve benimle birlikte katılır” diyordu.

Freddie Mercury’nin ölümünden derinden etkilenen Elton John, 1992’de ABD’de, 1993’te ise İngiltere’de Elton John AIDS ile Mücadele Vakfı’nı kurdu. Bu vakıf geçtiğimiz hafta, koronayla mücadele için 1 milyon dolarlık bağış yapmış durumda.

KORONA, 'MARJİNALLERİN' HASTALIĞI DEĞİL

1989’da Keith Haring ile aynı yılda ölen Amerikalı fotoğrafçı Robert Mapplethorpe ise hastalığını gizlemek yerine fotoğraflarıyla belgeleme yolunu seçmişti. Koleksiyoner eski sevgilisi Sam Wagstaff 1987’de öldüğünde, gay olduğu bilinen Mapplethorpe’un AIDS kapmış olduğu anlaşıldı. Mapplethorpe, tedavi bulmak için çalışan Amerikan AIDS Araştırma Vakfı’na (amfAR) destek verdi. Kendi ismini taşıyan bir vakıf kurup AIDS araştırmaları ve görsel sanatlara ölümünden sonra da destek verdi.

Salgın hastalıklara sanat tarihinin penceresinden baktığımızda, bu tip hastalıkların, sadece sanatçıların değil, herkesin hayatında kalıcı bir değişikliğe neden olduğunu söylemek mümkün. Şu sıra sağlık sektörü çalışanları insanüstü bir çaba sergileyerek koronayla mücadele ederken, sağlık sisteminin yükünü hafifletmek adına eve kapanmış olan bizler, bilim insanlarının umut veren bir çözüm bulmasını bekleyerek vakit kaybetmemeliyiz. 1981’de resmi olarak tanımlanan AIDS’in bile halen kesin bir çaresinin olmadığını anımsayacak olursak şu sıra yapılması gereken şeyin, koronayı hayatımızın yeni bir gerçeği olarak kabul edip bu gerçeğe göre yaşayacağımız yeni bir dünya düzeni hayal etmek olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı uygulamak yerine, işgücüne katılmayan yaşlılarla ilgilenmek anlamında Küba’daki sistemden çıkarabileceğimiz dersler olabilir. Ücretsiz sağlık hizmeti sağlanması konusunda AIDS bile ABD’deki sistemi değiştirememiş olsa da koronanın bütün dünyada kalıcı değişikliklere neden olma ihtimali yüksek. Bu noktada, sistemin aksak noktalarını eleştirip ütopik bile olsa çözüm önerileri sunmak büyük önem taşıyor. Çünkü korona, 20.yüzyılda AIDS’in sadece 'toplumun marjinal kesimlerinde' görülen bir hastalık olarak dışlanması gibi bir lükse imkan tanımıyor.

Etiketler salgın korona