Taner Öngür: Sadece müzik yetmez, herkes 'bir şey yapmalı'

Müzisyen Taner Öngür, yeni albümü 'Asrî Sadâ' ile dinleyici huzurunda. Albümde 30'lardan 60'lara dönen Öngür, “Cumhuriyet'in ilk yıllarında hissedilen saygı, umut, çalışma azmi vardı. Bugün bu duygulara yeniden ihtiyacımız var. Albümün formatınında bu da etkili oldu” diyor.

Google Haberlere Abone ol

'Anadolu Pop' tabirinin mucidi olarak da tanınan Taner Öngür, yeni albümüyle dinleyiciyi yeniden 1930’lardan 1960’lara götürüyor. Öngür ve 43,75 ekibi 'Asrî Sadâ' albümüyle, Cihangir Vampiri’nden Trak Vapuru’na, Ayşe Opereti’nden feza fatihi Baytekin’e, canbaz Rıfat Telgezer’in çadırına yine sörf swing dolaylarında yeni bir yolculuğa çıkarıyor.

Hikayeleri şarkılarla anlatmanın yetersiz olduğu düşüncesinden yola çıkarak albümde yer alan şarkılara esin kaynağı olan gazete haberleri ile ilgili kişilere, hadiselere dair bilgiler içeren özel 16 sayfalık bir de gazete sürprizi var. Plaklarla birlikte gazete editörlüğü de yakın tarihçi 'Gökhan Akçura'ya ait.

“Resmi tarih savaşlardan ve siyasi olaylardan bahsediyor. Ancak bir de yaşanan bir hayat var” diyen Öngür, Asrî Sadâ ile o dönemleri mizahi yönleriyle aktarıyor. Taner Öngür ile 3 ayrı renkte ve sınırlı sayıda basılan plaklarıyla tam bir konsept albüm olarak dinleyiciyle buluşan çalışmasını ve müzik serüvenini konuştuk.

Şarkıları gazeteyle destekleme fikri nereden doğdu? Müziğin soyutluğunu bir anlamda somutlaştırmışsınız...

Hikayeleri şarkıyla anlatmak yetmez diye düşündük. Gazete fikri böyle doğdu. Gökhan Akçura vardır yakın tarihçi. Kendi deyimiyle ıvır zıvır kitapları var. Gökhan bana hikayeleri gönderdi. Birçok konuyu da onun hikayelerinden çıkardım zaten. Nota gönderdi, eski kayıt şarkılar. 1920-30'lardan hiç bilinmeyen, o yılların şarkıları... Onların notalarından çıkarıp kendimize göre düzenledik.

Konuları seçerken hafif bir mizah olmasını hep tercih ediyorum. O yılları hatırlamak adına. Müzikal olarak da biraz surf rock, rock anlatı var. Zaten grubumuz da bu tarza uygun. 2 gitar, bas, davul oluşuyor. Ona göre düzenledik.

'MODERN SOUND İRONİSİ VAR'

Asrî Sadâ 'Modern sound' anlamıyla karşılık buluyor. Hakikatten modern bir soundu olduğunu mu düşünüyorsunuz yoksa bu bir ironi mi?

Evet ironi var orada. Modern sound olsaydı öyle derdik ama 'Asrî Sadâ' deyince o dönemin modern soundu oluyor. Cumhuriyet'in kuruluşu 1923, ama 30'lu yıllarda kurumlar oturmuş, Köy Enstitüleri çalışıyor. Büyük şehirlerde müzik yapılıyor. Balolar, eğlenceler var. Şarkılarımız biraz oralardan gelme. Toplumda bir kibarlık, saygı, gelecekle ilgili bir umut var. Herkes çalışkan. Cumhuriyet'in getirdiği bir motivasyon var tüm toplumda. Ki, bugün o duyguya yeniden ihtiyacımız var. Biraz ona da bir gönderme yaparak albümün formatını oluşturduk.

Hikayelerin hepsi çok ilgi çekici. Size de ilginç gelenlerden birkaç örnek paylaşır mısınız bizimle?

Cihangir Vampiri isimli şarkının hikayesi oldukça komik. 'Cihangir Vampiri tekrar yakalandı' diye 1969'dan bir Günaydın Gazetesi haberi bu. Bir vampir nasıl tekrar yakalanabilir? Bir de yazının içinde eski vampir diye bahsediyor. Eski, yeni vampir olur mu? Saçma bir şey (Gülüyor). Sonradan öğrendik ki, bizim Cahit Berkay'da tanıyormuş onu. O da Cihangirli. Kısa boylu serserinin biriymiş meğer. Ara sokaklarda genç kadınları boyunlarından öpmek için zıplarmış. O zaman vampir zannedip yakalamışlar, sonra serbest bırakılmış. 4 kez yakalanmış bu şekilde. O yıllarda bir şehir efsanesiydi bu. Aziz Nesin'de bir yerde “Cihangir Vampiri geliyor yampiri yampiri” diye bir espri yapmış. Benim çok hoşuma gitti. Dedim bundan güzel bir nakarat olur. Ona göre besteyi yaptık. Şarkının arasında da bir haber spikeri konuşuyor. Sonunda da onun yakalanma sahnesi var.

Arkasından madem böyle bir konsept oluşuyor dedim. 'Telgezer Çadırı' aklıma geldi. Rıfat Telgezer Türkiye'nin en ünlü eski tel cambazlarından biri. 50'li yıllarda topladığı parayla bir çadır kuruyor ve bu bir çadır tiyatrosu şekline dönüşüyor. Dansöz, komedyenler var. Oynuyorlar, sözleri unutuyorlar, seyirci hatırlatıyor. Böyle sempatik bir gösteri dünyası ön örneği diyebiliriz. Tarihsel bir örnek. Adalarda falan da gösteriler yapıyor. Bu konuda çeşitli araştırmalar yaptım. Hatıralar var. Sonra onu teatral bir şekilde canlandırmaya çalıştım.

'TARİH SADECE SAVAŞLARDAN İBARET DEĞİL!'

Sesli tiyatro gibi. Şarkıyı dinlerken sahneleri hafızanda yaşatıyorsun.

Evet girişte bir palyanço var mesela. Elinde bir çıngırakla çadırın önünde bağırıyor: “Ey ahali Rıfat Telgezer bu gece sahnede olacak...” gibi. Sonra Telgezer'in sahneye çıkışı falan... Böylece albümün rengi, şekli belli oldu.

Gökhan Akçura'nın kendi kitaplarına 'Ivır Zıvır Tarihi' demesinden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Resmi tarih savaşlardan ve siyasi olaylardan bahsediyor. Ancak bir de yaşanan bir hayat var. Bu hayatın sempatik tarafları da var. Ben o mizahi tarafları tarihten küçük resimcikler ve hikayeler alarak bir araya getirmeye çalıştım.

30'lar ve 60'ların sizin hafızanızda nasıl bir yeri var?

Ben 1962'de 12 yaşındayken müziğe başlamış biriyim. Neden başladım? Çünkü Beatles, Roling Stones yeni çıkmıştı. Bu sadece ben değilim tabii. Dünyanın her tarafında başladı bu, sadece bizde değil. Rock'n Roll'un doğuşu esasen. Her mahallede bir Beatles hayranlığı vardı. Ama aynı zamanda biz o 30'ların 40'ların hatıralarını radyolardan dinliyorduk. Annemiz babamız anlatıyordu. Benim babam mesela, Eyüp'te bir fabrikada çalışan tekstil işçisi. Ama 1940'larda hafta sonları takım elbisesini, fötr şapkasını giyip dancinglere gidip, çarliston, fokstrot dansları yapan biri. Eski İstanbul'un kültürü böyle. Onlardan beslendik.

'BUGÜN HAYAT, İTİŞ - KAKIŞ'

O zamandan bugüne nasıl şekillendi kültür?

Şimdi hayat çok çeşitlendi ve çok bölündü. 70'li yıllarda gazinolar vardı: Lunapark Gazinosu, Çakır Gazinosu... Onların programlarına baktığınız zaman bir assolist olur. O, en son çıkardı. Türk Sanat Müziği'nin ustalarından biri. Ya Zeki Müren ya Muazzez Abacı olur. Onun alt kadrosunda da bir türkücü olur. Nuri Sesigüzel, Ahmet Sezgin falan. Ama bir Anadolu rock grubu da olurdu. Cem Karaca, Moğollar gibi. Komedyen ikilileri olur. Üvertür dedikleri hafif pop müzik söyleyen şantözler olurdu. Sinemadan sahneye geçen, Hülya Koçyiğit'ten Ayhan Işık'a kadar hepsi şarkı söylerdi. Oraya giden halk, ayırt etmez, hepsini zevkle dinlerdi. Bugün kültürler binlerce parçaya bölündü. Bir şeyi duyurmak da zorlaşıyor. Mesela elektronik müzik sevenler ayrı bir kitle, rock- heavy metalciler birbirini sevmezler onların gittiği yere onlar gitmez. Bugün hayatın getirdiği bir itiş kakış var, sosyal medyada bile öyle ya... Birbirini tanımamaktan dolayı aslında. Birlikte de yaşamasını öğrenecekler ama ne yazık ki zamanın ruhu bu. O yüzden bu albümün bir amacı da o esasında. Çok farklı şeyler bir arada rahatlıkla olabilir.

Ben kendimce her sene bir albüm yapıyorum. Heybeliada'da oturuyorum. Kışın çok sakin oluyor orası. İyi de vakit geçiriyorum böylece. Çok okuyorum. Okuduğum şeyi tatbik edebiliyorum. Arkasından yaza doğru kayıtları yapılıyor. Eylül'de de Kadıköy Plak Günleri'nde de görücüye çıkarabiliyorum. Kadıköy Plak Günleri'nin 4'üncü senesi yapıldı. Tantana Records'la çalışıyorum. Bu durum müzik sektöründe yeni bir yeni bir ruhun doğmasını sağladı. Deneysel işler yapan, bağımsız bir ekol yarattılar. Ben de kendimi bu yaşta onların içinde buldum. Çok da hoşuma gitti.

'ARKEOLOJİK ÇALIŞMA GİBİ...'

Taner Öngür'le bağdaşan bir Anadolu Pop kavramına bu albümde rastlamıyoruz...

Biz Altın Mikrofon yarışması'na katılmıştık. Kuralı bir Türk Halk Müziği türküsünü veya Türk Sanat Müziği'ni batı enstrümanlarıyla çalmaktı. O, o zamanki ihtiyaca cevap olan bir şeydi. O dönemin birçok grubu Cem Karaca, Erkin Koray, Haramiler, Mavi Işıklar, Moğollar hep oradan çıktı ve ülke çapında kendi kitlesiyle buluşabildi. Ama o yıllarda mesela Cem Karaca Apaşlar'ın yaptığı Emrah diye bir şarkı var. Anadolu Pop'un ilk işaret fişeği odur diyebilirim. 27 Mayıs 1960 darbesi kötü bir şeydi kesinlikle ama arkasından bu ülkenin görüp görebileceği en demokratik anayasa ortaya çıktı. Onun kültür ve sanat hayatına getirdiği müthiş bir özgürlük vardı. Bir yandan da Beatles, Roling Stones çıkmış... Dünyada da ülkede de bir canlılık vardı. Biz de kendi ülkemizin müziğini İstanbullu çocuklar olarak keşfettik. Türküler, soundlar, enstrümanlar bulduk. Onlardan kendi rock müziğimizi yapmaya çalıştık. Anadolu Pop'ta ona verdiğimiz bir isimdi. Doğru bir şeydi ve hala da işliyor. Dünyada da Turkish Saykodelik diye bir ilgi var. Zamanında yapılmış doğru bir şeymiş. Ama ben kendi adıma bir şey yaptığım zaman başka bir keşif yapıyorum. Ben İstanbulluyum babam İstanbullu bir işçiydi. Bu şehrin kültürü Anadolu'dan daha çok ilgilendiriyor beni. Anadolu'da ilgilendiriyor tabii ama bunu da es geçemem. O yüzden son 2-3 yıldır yaptığım şey bu. Biraz da arkeolojik çalışma gibi. Çok da hoşuma gidiyor.

Bir önceki albümünüz Sayko Ana da ilginç bir çalışmaydı...

Yurttan sesler diye bir şey vardı. 1950'lerde ilk radyo yayınları. Türk Halk Müziği derlemeleri yapan Muzaffer Sarısözen, Sadi Yaver Ataman gibi ustalar vardı. Onlardan yola çıkarak kayıp türküleri alıp saykodelize ettim kendime göre. O da aslında Anadolu Pop'la bağlantısı olan bir şeydi. Kendi müzikal geçmişimle ilgili çeşitli bağlantıları dinleyiciye sunuyorum.

'ANA AKIM MEDYA MI KALDI...'

Peki günümüzdeki müziğe bakışınız nedir?

Çok çeşitlenmiş durumda bugün. Mesela son yıllarda artan festivallerde Moğollar sayesinde gençlerle buluşabiliyoruz. Harika gruplar, sanatçılar, müzisyenler var kendi dertlerini anlatan. Mesela 93'te Türkçe Rock diye bir şeyden bahsedilemiyordu ama bugün çok güzel sözlü şarkılar yazan bir sürü insan var. Teoman, Duman, Şebnem Ferah, Son Feci Bisiklet, Kalben ve daha birçoğunu sayabilirim. Caz müziğinde de müthiş şeyler yapan insanlar var. Ama ana akım medyanın bundan haberi yok. Gerçi ona da hak veriyorum. Ana akım medya kalmadı ki... Siyasi hayatın getirdiği her şeyin aşırı politikleşmesinden dolayı bazı şeyler takip edilemez hale geldi ama bundan bir 10 sene sonra ah neleri kaçırmışız diyeceklerine eminim.

Pop müzik nasıl evrildi?

Pop müzik bence 80 öncesi daha naifti, masumdu. 80'lerde olay daha bir masumiyetini yitirip ticarileşti gibi geliyor. Arada tabii çok güzel şeyler yapıldı orası kesin de. 90'larda daha da bozuldu. Şimdi takip etmiyorum artık...

Şu dönem popun yerini rap aldı söylemlerine ne dersiniz?

Rap kaçınılmaz bir şekilde tüm dünyada olduğu gibi burada da yerini buldu. Rapin içinde de çok farklı yaklaşımlar var. Mesela Susamam harika bir yaklaşımdı bence ama kendince başka şeyler anlatan bir sürü insan var. Onun arabeske kayan kısımları var. Varoşların sesini duyuran kısmı da var. Bunlar güzel şeyler ama tabii müzikalite olarak ben müziğin daha öncelikli olmasını tercih ederim. Ben pek dinleyemiyorum. Bir de çok hızlı söylüyorlar takip edemiyorum. Bizim şarkı söyleme biçimlerinde daha kolay anlaşılıyordu ama tabii çok güzel şeyler var.

'CESARET BULAŞICI BİR ŞEY...'

“Herkes bir şeyler söylemek istiyor ama toplumsal baskı olduğundan kimse cesaret edemiyor” demiştiniz. Siz de kendinizi frenliyor musunuz?

Tabii ki frenliyorum. Bıraksalar neler söyleyeceğim de... Yalnız cesaret bulaşıcı bir şey. Yavaş yavaş artıyor. Toplumların siyasi hayatlarında bu tarz şeyler yaşanıyor. Bu sadece bizde olmuyor. Tabii ki herkes kendi sesini duyurmaya çalışıyor. Ama iş biraz demokrasiden kaymaya başladı ama bunlar geçici şeyler. Toplumlar her zaman bir yolunu bulup kendi şeklini alır. O Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki gibi saygı, umut, çalışma azmi gibi şeylere ihtiyacımız var. Müthiş bir gençlik var. Onlar bunu yaşamak istiyor ama hepsinin umutları kırılıyor daha genç yaşta. Bunlar üzücü şeyler. Düzelmesini herkes istiyor.

'SADECE MÜZİK YETMEZ, HERKES 'BİR ŞEY YAPMALI'

Sanatta özgürlük ülkeyi nereye taşırdı sizce?

Bizim 68 kuşağını düşündüğümde, müzikle dünyayı değiştirebileceğimize dair bir duygumuz vardı ama ben yıllar geçtikten sonra bunun çok doğru bir şey olmadığını görüyorum. Müzikle dünya kolay değişmiyor açıkçası. Eğitim, bilginin çoğalması, ekonomi çok önemli faktörler. Sadece müzikle olmuyor. Aslında herkesin kendi işini yapması lazım. Siyasetçiler adam gibi oturup demokratik bir şekilde herkesin hakkını koruyarak adil bir şekilde kimsenin hakkını yemeden, yolsuzluk yapmadan, adalaletli bir şekilde yönetmekle yükümlüler. Bunu yapmıyorlarsa gitmeleri gerekir. Yerine gelenin daha iyi olması lazım ama öyle değil ne yazık ki. Bunun değişmesi için tüm toplumun tepki göstermesi gerekiyor ki toplumda çoğalsın ama müzisyenin görevi de bu olmamalı. Mecburen yapıyorsun. Yoksa müzikle ilgili yapılacak o kadar başka şeyler var ki... Onlara giremiyorsun. Bir de rapçiler yaptı rockçılar nerede gibi bir şey oluşuyor. E işçi sınıfı nerede? Rapçilere mi kaldı gibi tartışmalar sürüyor. Bunlar saçma şeyler ama herkesin ses çıkarması gerekiyor. Bazı şeyler hakikaten dayanılır gibi değil mesela kadın cinayetleri... O hakimler o kararı veriyor adalete de saygı göstermek zorundayız ama yanlış kararlar verdiklerini görüyoruz. Serbest bırakıyor cinayet işleyen adamı iyi halden. Bunu Adalet Bakanı halletsin. Onun görevi değil mi? Bu garip olduğu kadar da sürdürülebilir bir şey değil.

Umut var diyorsunuz yani?

Mutlaka var. Can Yücel'in iki satırlık bir şiiri vardır: “Umut bir denizanası gibidir. Bir kapanır bir açılır” Kapandı açılacağı döneme geliyoruz.

Geçtiğimiz yıl Moğollar 50'inci yılını doldurdu. Geriye dönüp baktığınızda bu köklü grubun bir parçası olarak ne görüyorsunuz?

Arada bir kendi kafama vurup Taner Öngür bunun kıymetini bil, herkese nasip olmaz diyorum. O anlamda kendimi çok şanslı görüyorum. Moğollar yaşanan bir tarih. İçinde bulunmaktan gurur duyuyoruz.

'CANLI MÜZE GİBİYİZ'

Moğollar kaç kuşağı etkisi altına aldı... Sizde onu dinç tutan, eskitmeyen özelliği ne?

Bir kere her zaman kendi çizgisini korumuş olması bence. Kendi doğru bildiği yolda ilerlemesi. Anadolu Rock türünü sürdürüyoruz ama sadece o değil. Cem Karaca'dan bize kalan çok şey var. İlk olarak oğluyla beraberiz. Cem'in hayata tepki gösteren bir tarzı vardı. O bizde de var. 93'ten beri öle şarkılar da yapıyoruz. Issızlığın Ortasında, Bir Şey Yapmalı. Ama sadece politik şeyler yapmıyoruz. Cahit'in Dinleyiverin Gari'si mesela... Orada da esasında kendince bir mesaj var ama bütün Türkiye'ye yayılmış durumda. Düğünlerde insanlar onunla oynuyor. O amaçla yapılmadı ama öyle bir netice verdi. Barış'tan Cem'den örnek şarkılar yapıyoruz. Adeta canlı müze gibiyiz.