Hip-hop: İsyanın ritmi

Ezilmişliğin, dışlanmışlığın sesi olarak kimliğini oluşturan hip-hop, Türkiye'de 1995'lerde sesini duyurdu. Bugün, gerçekliğin iktidarlar tarafından daha sert yönetildiği bir dünyada rap müziğin tekrardan gündeme gelmesi gençliğin yeni bir direnme alanı olarak yorumlanabilir. Yapılan müzik ve bu minvalde oluşan dil dönemin kendi meseleleriyle, anlatımıyla şekilleniyor.

Google Haberlere Abone ol

Hip-hop, 1970’lerin başında Güney Bronx’ta bir alt kültür hareketi olarak doğdu. Afro Amerikalıların ve Latinlerin arasında filizlenen hip-hop ezilmişliğin, dışlanmışlığın sesi olarak gettolarda, arka sokaklarda kimliğini oluşturdu. Bu önemliydi. Siyahların uzun yıllar boyunca, hak ve eşitlik arayışı, ırkçılığa karşı verdikleri mücadele 60’lı yıllarda sivil haklara ilişkin mevzuatların kabul edilmesini sağlamıştı ama yoksulluk ve işsizlik sorunu çözülmemişti. Dışlanmışlık bu sefer ekonomik olarak onların güçsüz bırakılmasıyla, gelir dağılımdaki adaletsizlikle kendini gösteriyordu. Yaşadıkları sokaklar, mahalleler hayatta kalma çabalarına şahitlik ediyor, çeteleşme ve şiddet buna paralel olarak büyüyordu. Zaman isyandan yanaydı. Ve ritim en güzel yol göstericiydi. Hip-hop, bir bakıma yoksullukla, ayrımcılıkla mücadelenin ayağa kalkma hikayesiydi. Hayat önce ritme ve dansa, sonra söze döküldü.

Erken dönem hip-hop ilk başlarda daha basit bir formda ev partilerinde kendine alan yarattı. DJ’lik, grafiti ve break dans hip-hop’un en önemli unsurlarıydı. Hip-hop DJ’leri kullandıkları aletleri, “işlevlerinin çok üstünde, farklı yöntemlerle” çaldılar, yeni çalma teknikleri geliştirdiler. Her şey 1973 yılında DJ Cool Herc’in verdiği partilerde dansın coşkusunu zirveye taşımak amacıyla geliştirdiği bir sistemle şekillendi. Herc, bir plağın iki kopyasını iki ayrı tablada çalarak, şarkının içindeki enstrümantal bölümden aldığı davul soloyu, diğer plakta farklı bir an yakaladığında devam ettiriyordu. Yani bir plakta ritim biterken diğerinde yeniden başlıyordu. Herc’in yaptığı, aslında hip-hop’un temeli olan breakbeat’in doğmasına da neden olacaktı. Ancak DJ Grandmaster Flash ve DJ Afrika Bambaataa bu tekniği daha ileri seviyeye götürecek, kendi stillerini yaratacaklardı. Onlar hip-hop’un “kutsal üçlüsü” olarak anılıyordu. Böylece hip-hop’un müzikal yapısı da şekillendi. Ki hip-hop, içinde taşıdığı unsurlarla ve tavrıyla başlı başına bir kültürdü.

Hip-hop artık evlerden sokaklara taşmış, bunu gelip geçici bir moda olarak görenler, küçümseyenler yanılmıştı. Hip-hop zamanla evrilecek, DJ’ye sahnede eşlik eden söz ustalarının yani MC’lerin daha çok öne çıkması, rap söylemesi, yıllar içinde DJ’liğin arka planda kalmasına neden olacaktı. Rap’in karakterindeki en önemli unsur liriklerdi. Lirikler kafiyeli sözlerin hızlı ve ritmik bir şekilde söylenmesiyle, müzikal altyapısı ise sample, ritim ve vuruşlarla oluşuyordu. Kısacası rap müzik önlenemez bir yükselişle yayılıyordu. Özellikle rap müziğin kayıt altına alınıp plak olarak satışa sunulmasıyla bu süreç hızlandı. 1979 yılında Sugarhill Gang tarafından çıkarılan, yasal yoldan satışa sunulan ilk rap plağı Rapper’s Delight çok satınca olanlar oldu. Rap müziğin ana akıma giden yolu açılmıştı. Hele ki, 1986 yılında RUN D.M.C’nin ünlü rock grubu Aerosmith’le beraber Walk This Way’ı yorumlaması, tüm dikkatleri rap müziğe çevirmiş; küresel markaların da sponsor olmasıyla rap müzik popüler kültürün bir parçası olmaya doğru evrilmişti. 2000’lere gelindiğindeyse artık rap müzik dünyanın her yerinde biliniyordu. Bundan sonraki süreçte protest söyleminde kırılmalar yaşanacak, “egemen kültürün ve müzik endüstrisinin evcilleştirme” hamlelerine maruz kalacaktı.

'CEHENNEMDEN ÇIKAN ÇILGIN TÜRKLER'

Türkiye’deyse ilk dalga rap 1995 yılında Almanya’da kurulan Türk rap grubu Cartel’le adını duyurdu. Cartel’in de, ABD’deki ilk dönem rap’in çıkış noktasına, isyanına benzeyen bir sebebi vardı: Yabancı olmak! Bu çıkış, bir kimlik meselesini de taşıyordu içinde. Almanya’ya iş sebebiyle göçmüş Türk ailelerin orada doğan çocuklarının yaşadıkları kimlik karmaşasının, öteki olmanın sesiydi rap. Şarkılar aracılığıyla, kendi hikayelerini, yaşamlarını anlatıyorlardı. Gündelik hayata dair sorunlar da vardı bu şarkılarda. Onlar “cehennemden çıkan çılgın Türk”lerdi. Ve susmayacaklardı. Susmama kararı ortak bir bilinci ve duyguyu da yansıtıyordu. Almanya’da Neonazilerin göçmenlere uyguladığı şiddet karşısında birlik olma arzusu, milliyetçi duyguları da harekete geçirmişti. Hem Avrupa’da hem Türkiye’de sesi yükselttiler, büyük bir dinleyici kitlesine ulaştılar. Cartel’in bu çıkışı Türkiye’de rap’in hareketlenmesine önayak olmuştu.

90’ların sonunda Ceza ve Dr Fuchs’un ortaklığında kurulan Nefret bu dönemdeki hareketlenmenin önemli nüvelerinden biriydi. Bu dönemde çıkan Yeraltı Operasyonu adlı toplama albüm, bu anlamda önemliydi. Dönemin önemli ismi Turbo’nun önderliğinde çıkan bu toplama albümde Nefret, Yener, Silahsız Kuvvet, Statik, Susturucu ve Ses gibi rap’çilerinin şarkıları yer alıyordu. 1999 yılında Kod müzik etiketiyle çıktığında beklenenin üzerinde ilgi görmüştü bu toplama albüm. Hayatın arka sokaklarından çıkan, sözü yoksulluğa ve ezilmişliğe karşı silah olarak kullanan bir çalışmaydı 'Yeraltı Operasyonu'. Aslında, bu toplama çalışmanın rap müzikte gelecek olan ikinci dalganın öngörüsünü taşıyor demek sanırım yanlış olmaz. Nitekim, Nefret’ten ayrılan Ceza 2002 yılındaki ilk solo çalışması 'Med Cezir'le rap müzikte büyük bir çıkış yapmış, özellikle ikinci albümü 'Rap Star' ile tüm ülkeye ve hatta ülke dışına adını duyurmuştu. Ceza sadece adını duyurmakla kalmadı, Türkiye’de rap müziğin tanınmasında ve sıçramasında etkin bir rol oynadı. Rap müziğin yıldızıydı o. Ama tek değildi; 'Yeraltı Operasyonu'nda dinlediğimiz Silahsız Kuvvet, yani Sagopa Kajmer de rap müziğin diğer popüler ismiydi. Yener Çevik ve Fuat da 2000’ler ve sonraki süreçte rap müziğin yaptığı ikinci sıçramada, bu müziğin görünürlüğünün çoğalmasında etkin rol oynayan isimlerden bazıları. Bu isimlerin hepsi hâlâ aktif ve gündemdeler.

Bu arada rap müzik içinde kadının yerinden de söz etmek gerek. Bu alanda isim yapmış ya da görünür olan çok az kadın var. 2000’lerin başında Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli Aziza A; funk, soul, oryantal rap tarzındaki şarkılarıyla dikkat çekmişti. Ama uzun soluklu olmadı. Aynı dönem Sultana’nın 'Çerkez Kızı' albümü ve o albümdeki 'Kuşu Kalkmaz' şarkısı çok konuşulmuştu. Şarkı tabulara, erkekliğe dokunmuş ve video klibi yasaklanmıştı. Yıllar sonra bir albüm daha yapmasına rağmen ilk çıktığı zamanki kadar görünür olmadı Sultana. Sonraki yıllarda Ayben ve Kolera rap müzik camiasına adlarını yazdırdılar. Günümüzde müziğe devam ediyorlar ancak, bulundukları sahnede erkek egemen bir anlayışın hakim olduğunu unutmamak lazım. Aslında hayatta ne oluyorsa, sahnede de o oluyor. Bu anlayışın ve cinsiyetçi dilin kırılması, ancak kadın MC’lerin artmasıyla mümkün. Halihazırda bu büyük bir eksiklik.

YENİ DÖNEM RAP

Zaman zaman belli çıkışlarla gündeme gelen rap, çok daha büyük, üçüncü bir dalgayla günümüze damgasını vurdu. Uzun zamandır yeraltında fokurdayan hareketliliğin ana akıma yükselişine tanıklık ediyoruz. Artık çok daha geniş bir dinleyici kitlesi var rap’in. Hem dinleyici yaşının yükselmesi hem de çok farklı kesimlere ulaşması popülerleşme sürecini de hızlandırdı. Bunda yeni medyanın, küresel iletişim ağlarının ve teknolojinin imkanlarının sınırsız olmasının önemli etkisi var. İnternet üzerindeki forumlardan yükselen, özünde kolektif bir ruh barındıran rap, beraber olma duygusunu pekiştiren bir söylemle geldi. (Gerçi zaman zaman bu forumlarda düştükleri fikir ayrılıkları, kavgalar veya şarkılar yoluyla yaptıkları atışmalar da oluyor ancak bu rap’in özünde olan bir tavır. Kendi gösterilerinin de bir parçası.) Müzik etrafında bir araya gelmek ve kendi topluluğunu kurmak yeni bir şey değil. Bu anlamda rap müziği geçmiş zamanlardaki gençlik hareketlerine ve alt kültürlerine bakarak değerlendirmek yanlış olmaz. Dünyada yaşanan ekonomik darboğazlar, 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan sosyal değişimlerin, kültürel dönüşümlerin yarattığı baskı her zaman için kendi direnişini de yaratıyor. Müzik de bir araya gelip toplanmanın, kendi grubunu yaratmanın en etkin yolu. Belki bir örgütlenme biçimi. Dolayısıyla gençlik kendi kültürünü, müziğini ve söylemini de beraberinde getiriyor. 60’larda, hippi'lerin bir “karşıt kültür” olarak sisteme direnmesi rock müzik ve türevlerinin etrafında toplanması veya bir alt kültür olarak punk’ın çıkışı da egemen olan toplumsal düzene karşı kendi normlarını ve kültürünü üretmişti.

Bugün rap’in bu denli yükselmesinin de bu çağın meselelerinin, politik atmosferinin, otoriter yapıların baskısının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Aslında her dönem kendi sorunlarıyla geliyor ve konu başlıkları özünde pek değişmiyor. Ama bugün büyük bir hızla yaşanan kökten bir değişim var. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Bildiğimiz her şeyin “her şey” olmadığı, Baudrillard’ın sözünü ettiği gerçekliğin yeniden üretildiği ve o gerçekliğin iktidarlar tarafından her zamankinden daha sert yönetildiği bir dünya var artık. Buna hiper gerçeklik çağı diyor Baudrillard. Dolayısıyla gerçeğin ifşası, sürekli yeniden üretilmesi nedeniyle olanaksız görünüyor! İnsanın gerçeğini kaybetmesi veya gerçeğin izini sürmesi yeni bahanelerle yok edilirken, yabancılaşmanın bu dönemin en ağır hastalığı olarak karşımıza çıkması hiç de şaşırtıcı değil. Böylesine bir atmosferde rap müziğin bizde tekrardan ve üstelik daha baskın bir şekilde gündeme gelmesi, gençliğin yeni bir direnme alanı olarak yorumlanabilir. Bu direnmenin içinde kimlik meselesi de var, kendi hikayesini anlatarak “ben buradayım” deme isteği de, özgürleşme de, gerçeği bükenlere karşı gerçeğin ne olduğunu sorma ya da gördüğü gerçeği anlatma öfkesi de... O yüzden bugün yapılan rap’in dilinin oldukça sert olduğunu, küreselleşen müzik içinde, bir takım değişimlere uğrasa bile, şimdilik özündeki eleştirel tavrı koruduğunu söylemek gerekir. Ki müzisyenlerin pek çoğu da “rap ne kadar popülerleşse de o özün korunacağı” görünüşünde hemfikir. Elbette bu tavra yerellik de dahil. Küreselleşmeyle birlikte kültürün “yerel olanla bağının” kopartıldığı, kültürlerin birbirine “benzeştirildiği” bir ortamda, yaşadığımız yabancılaşmaya karşı alternatif bir kültür önerisi de var onların şarkılarında. Alt metninde kendi mahalleni, sokağını veya alanını oluştur önerisini de kapsıyor bu söylem. Emily Dickinson’un şiirinde söylediği gibi “ruh seçer kendi topluluğunu” da hatırlatıyor bu bakış. Bu bağlamda, hem bir kimlik meselesine işaret ediyor hem de kendini, kültürünü koruma altına almayı. Dünya büyük de olsa alanlarımız dar, özgürlüklerimiz kısıtlı bu yeni düzende. O yüzden rap’te bireysel özgürlüklerin de öne çıkması, gençliğin yoğun olarak yaşadığı kuşatılmışlık hissine tekabül ediyor bir anlamda. İşin özü yapılan müzik ve bu minvalde oluşan dil de dönemin kendi meseleleriyle, anlatımıyla şekilleniyor.

Kuşkusuz rap müzik çıkışı itibariyle buralı değil. Ama buranın sesinden, melodisinden de besleniyor. Bunun farkındalığını da taşıyor MC’ler. Dolayısıyla genelinde buraya dair sesleri, melodileri, anlatıyı bulmak mümkün. Global bir sound anlayışı taşıyan müzisyenler de var. Bu anlamda Ezhel’den söz etmek gerekir. Üçüncü dalga rap müziğin dikkat çekmesine neden olan isimlerden biri o. İlk albümü Müptezhel’de trap ve reggae soundlarını birleştiren Ezhel, sadece memleket sınırlarında tanınmakla kalmadı, ünü ülke sınırının dışına da taştı. Aynı şekilde sokağın sesi ve isyanıyla gelen, hayli sert bir söyleme sahip Gazapizm’in de bu müziğin görünür olmasında büyük katkısı var. Onun da yurtiçi ve dışında çok geniş bir dinleyici kitlesine sahip olduğunun altını çizmek gerek. Sehinşah, Ben Fero, Allame, Eypio, Sansar Salvo, Contra, Anıl Piyancı, Ados da bu dönemin öne çıkan isimlerinden bazıları. Estetik kaygıları ve lirikleriyle öne çıkan Karaçalı ve Kayra’yı da anmak gerekir. Underground tavrı koruyan ve ozanlığını konuşturan Karaçalı’nın lirikleri çok başarılı. Stroytelling tarzının en iyi temsilcilerinden olan Kayra’nın şarkıları da özel bir yerde duruyor. Şarkılarında geçen karşılıklı diyaloglar, iç sesler, yarattığı karakterler rap müzik içerisinde hikaye anlatıcılığını taçlandırıyor.

İşin aslı bugün rap yapan müzisyenlerin ya da bu müziğin bugünkü çizgisini belirleyen isimlerin hemen hepsi sözleriyle, şarkılarıyla, duruşlarıyla gençliğin nabzını tutuyor. Rap müziğin popülerlik kazanması, işin içine ticari boyutların girmesi birbirine benzeşen üretimlere olanak sağlasa da birbirinden ayrılan, çeşitlilik gösteren anlatım biçimleri de az değil. Hem liriklerde hem şarkıların alt yapılarında estetik kaygıyı öne çıkaran, alternatif dokunuşları önemseyen bir anlayış da hâkim. Kısaca, rap’in bugünkü yükselişinde tarzları ve tavırlarıyla seçilebilir olan isimlerin bir kısmına; sözün ustalarına sözü bırakalım dedik. Saian Sakulta Salkım, Gazapizm, Çağrı Sinci, Aga B ve Ağaçkakan bu dosyanın konuklarından. Hepsi kendine has özel bir ses ve tavır oluşturmuş rap müzikte. Peş peşe bir hafta arayla yayınlanacak bu röportajların ilkinde yarın Saian var. O halde sözü fazla uzatmadan, yarına bakalım.