Cennetin kapıları önünüze bu dünyada açılıyor

Anadolu’nun Elhamrası Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’na doğru yorgun ruhları dinlendirmek, bir dünya mirasına şahit olmak için kısa bir yolculuğa çıkıyoruz...

Google Haberlere Abone ol

Irmak Özer

Methinde diller kısır, kalem kırıktır"

Evliya Çelebi

Doğup büyüdüğümüz ülkenin aynı zamanda çocuğuna kötü davranan anne-babası gibiyiz çoğu zaman. Bu güzel, azimli çocuğu hak etmeyen, ne kadar görmezden gelirsek görelim, yıpratırsak yıpratalım çocuğun güzellerini tamamen söndüremeyen felaket ebeveynler... Genel olarak yaşadığımız toprakların akıllara zarar kültür mirasından haberimiz pek yok. Ezkaza son dönemde olduğu gibi bir popülerlik furyası vurursa bir yerlere, o mirasın geldiği yeri, hikayesini filan çok da karıştırmadan, hop mesela Doğu Ekspresi biletlerini tüketip gerekli Instagram fotoğraflarını çekip dönüveriyoruz yarattığımız çukurlara.

Felaket anne-babalar olduğumuz için çocuğun övünülecek bir parçasını gördük mü, tutup koparmaya çalışıyoruz saçlarından bir de. Tahrip ediyoruz, içini boşaltıyoruz. Mümkünse Ahmet Ayşe’ye olan aşkını çocuğun derisine “kazıyor”, Melis gelip çöpünü bırakıyor, Caner binlerce yıllık mozaiklere elleşiyor “Bak güvenlik görmeden yaptım!” diye sırıtmak için.

O yüzden bu dünya gerçekliğinde gözünde görebileceğiniz cennetin kapılarından bahsedip o kapıları açsam mı, yoksa sır gibi sadece en sevdiklerime mi anlatsam karar veremedim. Sonra bu dünya güzelliğinden, ulaşabildiğim herkesin haberi olsun, bilen tekrar hatırlasın istedim. Kapıları açıyorum, ama lütfen kapılara dokunmadan içeri girin...

.

TÜRKİYE'NİN İLK KABUL EDİLMİŞ DÜNYA MİRASLARINDAN 

UNESCO’nun 1972’de kabul ettiği “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”sini 1982’de kabul edip 1983’te yürürlüğe sokan Türkiye Cumhuriyet’inden ilk kez 1985’te 3 alan Dünya Mirası listesine giriyor. (Bu arada bugün asil listede Türkiye’den 18 miras var.) İşte bu ilk 3 mirastan biri, sanat tarihi literatüründe “Divriği mucizesi", "Anadolu’nun Elhamrası" gibi adlarla da anılan Sivas Divriği’de bulunan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası.

Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Mengücek Beyliği tarafından inşa ettirilen bu yapı, cami, darüşşifa ve türbeden meydana gelen bir külliye. Yapının inşasına 1228 yılında başlanmış ve tamamlanması 15 yıl sürmüş. Yapının baş mimari Ahlatlı Hürrem Şah olmakla beraber, kapıların benzersiz taş işçiliği için Ahlatlı ve Tiflisli birçok usta yapıya imzasını koymuş.

İtiraf etmem gerekir ki, bu yapıyı ilk kez görmeye Divriği’ye doğru giderken neyle karşılaşacağım ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Bu sebepten, bu inanılmaz binayla karşı karşıya kalıvermek benim için unutulmaz bir anı oldu. Keza, söylenen odur ki, bu yüce binanın anlatılması yetmeyecek güzellikteki devasa kapıları, binanın kullanıldığı dönem, uzun kervan yolculukları sonucu camiye ulaşan yolcuların binanın kapısı önünde nutuklarının tutulup kalakalmalarına sebep olurmuş. Ben de uzak yollardan geldim ve amaçlanan tutulmaya ulaştım...

OLAĞANÜSTÜ BİR EVRENSEL DEĞER

UNESCO’nun Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nı anlattığı kültürel miras sayfasında işte böyle bahsediliyor bu yapıdan: “Olağanüstü bir evrensel değer”. Yapının iç detaylarının, minberinin işçiliği, değeri bir tarafa, gördüğünüzde sizi çarpan kapıları; insan dehası, becerisi ve zanaatının ne kadar mükemmele varabileceğini gösteriyor.

.

Yapının 4 kapısı, Batı Kapısı, Cennet Kapı, Şah Kapısı ve Taç Kapı her biri birbirinden farklı olmak üzere, bakmaya doyamayacağınız taş işçiliği motifleri ile bezenmiş. Yapı, uzaktan bakıldığında simetrik olduğu gibi bir izlenim yaratsa da aslında asimetrik. Bu asimetrinin üzerine kondurulmuş bezemeler ise on binlerce motiften oluşuyor ve bu motiflerin hiçbiri, hiçbir kapıda kendini tekrar etmiyor, hepsi benzersiz. İşte bu yüzden, bu kapılar ve üzerlerindeki ince işçiliklere bakarken, hakikaten bir cennet varsa, kapısı böyle olmalı diye düşünüyorsunuz... O kadar güzel ve görkemli bir görüntü ki, ruhani yönünüz aklınızdan bağımsız harekete geçiveriyor, sizi ayrı bir dünyaya götürüyor o görüntüler. Binaya sanatlarını aktaran taş işçilerinin de amacı, kâinattaki farklı varlıkların muhteşem bir ahenk ve denge içerisinde olduklarının taşa nakşederek gözler önüne serilmesiymiş zaten.

Kapıların yanı sıra işlenen sütun, sütun kaidesi ve sütun başlığı ile kubbe içi tavan süslemeleri de farklı bezemelere sahip. İnsan elinden çıktığına inanması güç bu barok mimari üslubun Türk ve İslam sanatında başka bir benzeri yokmuş.

Mimariye merakı olanların bu benzersiz yapı ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için okumasını mutlaka tavsiye ettiğim ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Prof. Dr. Ali Uzay Peker’in 2007 tarihli yazısından Darüşşifa Kapısı ile ilgili bir bölüm paylaşarak, önümüze serilenin sadece olağanüstü bir işçilik değil, yapılan her motifin arkasındaki düşünceler ile insanı bahsettiğim o düşüncelere, dünyalara sürükleyen, tarihten referanslar alan bir felsefe olduğunu da bir miktar da olsa aktarmak isterim:

“Sütun ve desteklediği yıldız kompozisyonu kozmolojik bir fikri, “dünya ekseni ile desteklenen yıldızlı  gök kubbeyi” çağrıştırır. Bilindiği gibi bu, Asya çadır ve konutunun tasarımının da arkasındaki temel kavramdır. Taç kapının bir eyvan gibi üç yönden kapalı bir mekân içermesi ve bu mekânın “kozmosun yeniden üretimi” ana fikrine sahip olması, Divriği’de karşımıza çıkan yeni bir yorumdur. Kısacası, binaya girerken bir mekândan diğer mekâna geçilmekte, kaosun hüküm sürdüğü alandan bir ara alana, buradan da kozmosa ulaşılmaktadır.”

KADIN LİDERLİĞİNDE ORTAYA ÇIKMIŞ BİR ŞİFAHANE 

Bu yapının görkemi, insanda bıraktığı etkisinin dışında en çok sevdiğim özelliği de Darüşşifa’nın bir kadın tarafından yaptırılması oldu. En önemli dünya miraslarından birinin kadın hamisinin olması beni hem çok etkiledi hem de tarihsel dönüşümler hakkında oldukça düşündürdü. Yapının cami tarafı (Ulu Camii) Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından yaptırılırken Darüşşifa ise eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılmış. Yapıyı gezdiğim dönemde yapının Darüşşifanın kadınlar tarafından yönetildiğini okumuş olduğumu hatırlasam da, bununla ilgili kaynak bulamadığım için kesin bir bilgi aktaramıyorum. Belki de ben öyle olmasını hayal ettim, çünkü binanın dağıttığı şifa, pek incelikli. Divriği Darüşşifasında ruh ve sinir hastalıkları şikayetleri ile gelen/getirilen hastalar, su sesi ile sağlıklarına kavuşturuluyorlarmış.

Mimar Hürrem Şah‘ın binanın merkezine yerleştirdiği yelpaze motifleri ve tonoz işlemeleri sayesinde akustik kazanan iç mekanda, Kur’an-ı Kerim tilaveti, tasavvuf musikisi icrası, suyun ortada bulunan havuza akarken ve havuzdan tahliye olurken çıkarmış olduğu sesler, Darüşşifanın sağında ve solunda bulunan hasta odalarına, içeride yatan hastaların ihtiyacı kadar iletilerek hastaları tedavi ediyormuş. Demek ki neymiş, bir daha kendinizi kötü hissederseniz bu mükemmel yapıyı meydana getiren sanatkar ruhların bir bildiği vardır diye düşünün ve su sesi dinleyin!

GÜNEŞ BATARKEN...

Ben de bu ülkenin bir vatandaşı olduğuma göre, benim kötü anne-babalıkta bir payım var elbet. Sivas’a yolum düşene kadar duymadığım, giderken bile “Gidince görürüm işte,” diye düşünüp önden araştırmadığım bu mistik binanın bana kendisi dışında da bir sürprizi varmış... Meğersem, Batı Kapı’da Mayıs ile Eylül ayları arasında, ikindi namazından 45 dakika önce, Kur’an okuyan, namaz saati yaklaştığında ise ellerini bağlayarak kıyamda duran bir insan silueti şeklinde bir gölge oluşurmuş. Doğru tahmin ettiniz, aylardan mayıstı ve ben namaz saatinin öncesine denk gelmiştim. İnsanın dinle alakası olsun olmasın, bambaşka inanışları olsun, böyle insan sabrı ve becerisinden oluşmuş olması bile inanılmaz mükemmel bir yapının üzerine sıcak bir yaz gününde düşüveren gölgeden o görüntü önüne geldiğinde bir durup göğe bakası geliyor.

Aylardan mayıs olsun olmasın, bu dünyada görebileceğiniz en güzel miraslardan birini, bir gün görmeyi siz siz olun, keyif için yapılacaklar listenize ve kafanıza koyun.