Yaşasaydı tutuklu gazeteciler için ses verirdi

Yaşar Kemal ölümünün 2'nci yıl dönümünde anıldı. Yaşar Kemal'in gazetecilik ile başlayan yazı hayatı törene katılan yazarlar tarafından anlatıldı.

Google Haberlere Abone ol

Yaşar Kemal’i sözlerle, kelimelerle anlatmaya gerek var mıdır, bilemiyorum? Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli yazarlarından, aydınlardan biri olan Yaşar Kemal’in geçtiğimiz salı günü ölümünün ikinci yıl dönümüydü. O aynı zamanda Türkiyeli, bu toprakların karışımından doğmuş olan bir değer, üstad; Türkiyeli bir yazar olarak Nobel Ödülü’ne aday gösterilen bir aydındır.

Anadolu’nun samimiyeti, gerçekliğini tüm çıplaklığıyla sevdiren, anlatan, yalın diliyle edebiyatını vicdanlarımıza kazıyan bir barış elçisidir Yaşar Kemal. Her kesimin yaşamına mutlaka dokunan, onları anlamaya ve yansıtmaya çalışan bir barış sevdalısıdır. Onu Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık ve adını bu satırlara sığdıramadığım yazar ve şairlerle eşdeğer tutmak, kanımca, hiç de abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.

Gazetecilikle başladığı çalışma yaşamına, yazar olarak devam ederek birçok soruna değinmiş, her türlü engellemelere rağmen barışın anlamını, dilini kavramış ve korkusuzca peşinden gitmiş bir aydın. Kitapları birçok dile çevrilen Yaşar Kemal, insanlığın vicdanına, kalbine tümüyle temas etmiştir. Elbette Yaşar Kemal’i anlatacak, üzerinde tartışılacak pek çok şey var. Bunları bir güne, bir haber sayfasına sığdırabilmek neredeyse imkansız gibi; ama en azından büyük ustaya saygı babında geleceğimize umutla bakmamıza, unuttuğumuz barış dilini hatırlamamıza yardımcı olacaktır.

Türkiye’deki gazeteciliğin içinde bulunduğu büyük buhrana baktığımızda, Yaşar Kemal’in söylemleri hala geçerliliğini evrensel bir şekilde koruyor. Gazetecilerin hapiste olduğu bu dönemde Yaşar Kemal olsaydı, mutlaka destek verir, ve entelektüel sorumluluğunu da göz önünde bulundurarak sesini dünyaya duyururdu. Sadece gazeteciler de olmazdı; akademisyenler, öğretmenler ve diğer aydınlar da onun desteğini alırlardı. Bugün bu tip entelektüellerin ve aydınların fazlaca da kalmadığını düşünürsek, değerli bir yazarı ve insanı kaybettiğimizi çok daha iyi anlarız. Bu sebeple, eşi Ayşe Semiha Baban’ın Yaşar Kemal’in özgür basın hakkında yazdığı yazıyı ilk başta okumak bugünler için fazlasıyla anlamlı olacaktır.

BASIN ZANAAT DEĞİL, SANATTIR!

"Basının gücü sözün gücüdür. Onun için basın her zaman baskı altında kalmıştır. Yazarları, gazetecileri, gazeteleri satın almak o batan Osmanlı’dan kalma gelenektir. Daha da yoğunlaşarak sürüyor. Biz de basından gereğinden fazla korkuluyor. Basın da kendisinden korkuyor. Gazetecilik bir yaratıcılıktır. Gazete okuyucusunu kendi yetiştirir. Gazete haber verir. Gazete öğretir. Gazete okuyucunun nabzına göre şerbet vermez, gazete okuyucularını kışkırtmaz. Bir spor karşılaşmasının başlıkları gibi ulusal bir olay haline sokmaz. Kürt sorunu gibi büyük ulusal sorunlarla oynamaz. Gerçekleri saptırmaz. Basın zanaat değil, sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir. Basın hiçbir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile. İşte basının özgür olması budur. Özgürlük düşüncesi sınırsızdır. Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir, kahramanlar yetiştirmiştir.

Düşünce ile uğraşmak, düşünceye önem vermek baskılı düzenlerde her insanın başını belaya sokuyor. Bugüne kadar basın şöyle doyasıya bir özgürlük yüzü göremedi. Hep baskı, hep baskı, hep satın alma… İşte bugünlere geldik. Eskiden bir güç vardı, ona ilerici güç diyorduk ya. Hepimiz karanlık bir duvarın önüne geldik başımızı son hızla vurmak üzereyiz. Yargı mekanizması, adalet yerine öfke ve korku kaynağı olursa, işte bir ülke böyle olur. Hapishane kötüdür; ölüm gibi. Bilincine varınca bitmiştir, olağanlaşır. İnsan soyunu zulüm kadar hiçbir şey küçültmez. Zulüm aşağılık, insanlık dışı bir şeydir; ölümden de beterdir. Hepsinden beteri de, insan soyunun yakasına yapışmış korkudur. İnsan korkusunun üstüne yürüdükçe, korku azalır, gücünü yitirir. İnsan soyu korkudan çürümez. Zulüm zulüm değildir aslında, zulüm korkudur. Her şeyin temeli korkudur.

yaşarkemal1

Diyorum ki, korkulmasın. Bugünkü gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok. Bugün hapishanelerde, mahkeme kapılarında veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken, mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve halkların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğini kanıtlıyorlar. İnsanlık umutsuzluktan umut yaratabilir. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Ya demokrasi ya hiç! Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun korkunun üstüne yürüyenlere… Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğini gösterenlere… İnsan soyu içinde en güzelleri, en kutsanacak olanları onlar..."

Bu büyük usta ölümünün ikinci yıl dönümünde Sarıyer Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Yaşar Kemal’ Sempozyumunda anıldı. Yaşar Kemal’in çok yönlü kişiliği değerli yol arkadaşları tarafından anlatıldı. Sempozyumun açılışını Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç yaparak, barış elçisinin Türkiye halkları için büyük bir değer olduğunu söylerken, bugün yönetenlerin barış ile ilgisi olmadığına dikkat çekti. Açılış konuşmasının ardından, sempozyum üç ana bölümden bir olan ‘Yaşar Kemal’in romancılığı’ ile başladı. Sempozyumun ilk bölümünde Yaşar Kemal’in romancılığını Asuman Kafaoğlu Büke, Feridun Andaç, Mahmut Temizyürek ve Burhan Sönmez anlattılar.

İkinci bölümde, gazeteciliğini Ayşe Semiha Baban, Altan Öymen, Zeynep Oral ve Ferhat Boratav yaptı.

Son bölümde ise, anılara yolculuk yapıldı ve onu yakından tanıyan Ali Kırca, Hıfzı Topuz, Şeyhmus Diken ve Davut Ökütçü Yaşar Kemal ile ilgili anılarını izleyicilerle paylaştılar.

DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TEMSİLCİSİ

Sempozyumda en ilgi geçen kısımlarında biri de üstünde fazlaca konuşulmayan Yaşar Kemal’in gazeteciliği idi. Hem dünün hem de bugünün gazeteciliği konuşuldu. Yaşar Kemal’in gazeteciliği, özellikle de röportajcılığı tartışıldı, örnekler verildi. Gazeteci yazar, siyasetçi Altan Öymen’in moderatörlüğünü yaptığı bu oturumda, Yaşar Kemal’in ikinci eşi Ayşe Semiha Baban, gazeteci Ferhat Boratav ve PEN Yazarlar Birliği Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı gazeteci Zeynep Oral konuşmacı olarak katıldı. İlk sözü Altan Öymen alarak, Yaşar Kemal’in romancılığının gazetecilik yaparak başladığını ve ilerleyen dönemlerde çok değerli röportajlar ortaya çıkardığını söyledi.

Ayrıca Yaşar Kemal’in Türkiye’nin yaklaşık son 70 senesine damgasını vurduğunu söyleyen Öymen, bu tarihin iyi geçmesi için en çok çalışanlardan biri olduğunu ifade etti. Öymen’in açılış konuşmasından sonra, Ayşe Semiha Baban Yaşar Kemal’in geçmişten bugüne gazeteciliği ile ilgili bir sunum yaptı. Gazeteciliğe Cumhuriyet’te Nadir Nadi’nin desteğiyle başladığını söyleyen Baban, asıl ününü röportajcı olarak yaptığını vurgulayarak; gazetecilikte portre röportajlar, haberler, edebiyat, sanat konularındaki yazıları, köşe yazıları, açıklama ve bildiri destek mesajları ile çok yönlü kişiliğini sundu. Sait Faik’in çok az röportajı olmasına rağmen, Yaşar Kemal onunla röportaj yapabildiğini söyleyen Baban, bilinen bilinmeyen insanlarla çeşitli röportajlar yaptığını ifade etti.

Baban, mahkeme ve hapishane günleri ile ilgili haberlerini anlatırken, ilk eşi Tilda’nın tutuklanmasının onu çok üzdüğünü belirtti ve bu günlerden sonra 'ölene kadar barışı yazacağım' dediğini söyledi. Aynı zamanda, Baban Yaşar Kemal’in DEP davasını izlediğini, basın özgürlüğüne sahip çıktığını, açlık grevleri ve Hrant Dink’in ölümü sonrasında mücadeleye destek verdiğini söyleyerek, her şartta barışı savunduğunu vurguladı.

Baban’dan sonra sözü alan gazeteci Ferhat Boratav konuştu. Boratav, kendisini birebir tanımadığını ama romanlarını okuduğunu söyledi. Genç gazeteciler için röportajlarının en iyi örnekler olduğunu belirterek, mutlaka eski röportajlarının genç gazeteci adayları ve günümüzün gazetecileri tarafından da okunması gerektiğini ifade etti. Yaşar Kemal’in gazeteciliğinin yazarlığının arkasında kalmasına rağmen, en önemli yıllarının gazetecilik yaptığı yıllar olduğunu söyledi. Boratav, Yaşar Kemal’in çok çeşitli haberler yaptığını, toplumun her türlü kesimine dokunduğunu belirterek konuşmasını bitirdi.

'147 TUTSAK GAZETECİ İÇİN ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYARDI'

Ferhat Boratav’ın konuşmasının ardından son söz gazeteci, yazar Zeynep Oral’a geldi. Oral konuşmasına, 60 yıllık süreç içinde Yaşar Kemal’i çok yakından tanıdığını belirterek, kendisine PEN'in tekrar hayata dönmesine katkıda bulunduğu için büyük teşekkür borçlarının olduğunu söyledi. Oral, "Yaşar Kemal burada olsaydı bize çok kızardı. Bırakın bunları, şu an 147 gazeteci hapiste. Önce elini taşın altına koyar ve onlar için savaş verirdi. Konuşmalar yapardı, yazardı. O sözlerin gücüyle savaşırdı. Bugün bunu kaç yazarımız yapıyor. En konuşan yazarlarımıza baktığımız da göremiyorum. Son zamanlarda devamlı raporlar yayımlanıyor.

Gazetecilik mirasında Türkiye dünyadaki en kötü ülke durumunda. Haberciliği, özgür düşünceyi çoktan unuttuk. İktidarın ya da güçlerin iki dudağı arasındaki sözlerle haber yapılan dönemde yaşıyoruz. Yaşar Kemal burada olsaydı ilk önce buna dikkat çekerdi" diye durumun vahametine işaret etti. Yaşar Kemal röportajlarında ukalalık yapmadan, kibre kapılmadan eleştirel yaklaşırdı diyen Oral, bu eleştiri her sözcüğün altının dolu olması ve geniş bir alana yayılmasından dolayı tarih, coğrafya, ekonomi, politika ve toplumsal birikimin olmasında kaynakladığını söyledi. İkinci olarak, onun görselliğe önemle vurgu yaptığını kaydeden Oral, anlattığı şeyi rengiyle, kokusuyla, atmosferiyle gördüğümüzü ve hissettiğimizi belirtti.

Oral, somut halden ansızın öyle bir soyut dünyaya geçiyor ki, gerçeğin ta gerçeği dedirtiyor size. Bu da onun bütün yazı ve röportajlarına müthiş bir şiirsellik katıyor. O kadar şiirsel bir anlatıcılığı var ki o da birikimden geliyor. Her röportajı eşsiz bir öykü" dedi. Genelde, gazetecilerin bazı işleri küçümsediğini belirten Oral, Yaşar Kemal’in her türlü haberi küçümsemeden, imtina etmeden yaptığını söyledi. Son olarak Yaşar Kemal ile ilgili bir anısını anlattı: "Amerikalı yönetmen Elia Kazan Amerika Amerika filmini çevirmişti. Film yasaklandığı için Türkiye’ye gelmekten çok korkuyordu. Otelde kalmaktan korkuyordu. Hasbelkader benim evimde kaldı. Gelince Yaşar Kemal’i görmek istiyorum dedi.

Kimselere söylemeden üçümüz Çanakkale, Truva, Bergama gezisine çıktık. Yaşar Kemal Truva’da, Bergama’da coşkulu bir şekilde anlatıyordu. Ben yoruldum, oturacağım dedim. Bir ara genç bir delikanlı geldi. Abla ‘kim bu iki adam’ dedi. ‘Niye sordun ki’ dedim. ‘Bir tanesi İngilizce konuşuyor, öbürü hep Türkçe konuşuyor’ dedi. ‘Ama bir anlaşıyorlar, bir anlaşıyorlar ben bu işten bir şey anlamadım’ dedi. ‘Bak dedim, bir tanesi benim İngilizce hocam, öbürü de meşhur romancımız Yaşar Kemal’. ‘Şimdi anladım’ dedi çocuk. Sonra çocuk, ‘bu Yaşar Kemal taşla, toprakla, yaprakla, çiçekle, arıyla, böcekle bile konuşup anlaşabilir, bu İngiliz ile mi anlaşamayacak’ dedi" diyerek konuşmasını anlamlı bir anıyla bitirdi.

ÇOCUKSU YAZAR YAŞAR KEMAL

Sonraki oturumda, Yaşar Kemal’in romancılığı, eleştirmen Asuman Kafaoğlu Böke’nin möderatörlüğünde, yazar Feridun Andaç, Mahmut Temizyürek ve Burhan Sönmez Yaşar Kemal’in romancılığını özellikle kült romanı İnce Mehmed üzerinden anlattılar. Böke, Yaşar Kemal’in izinin her sene daha büyüdüğünü, boşluğunun daha fazla hissedildiğini belirtirken, “yaşadığımız her olayda da ne derdi” diye anarak açılış konuşmasına başladı. Ardından Feridun Andaç, Yaşar Kemal’i anlamak ve okumak için otuz yılını verdiğini, asıl onunla karşılaşmasının Adana’ya öğretmenlik yapmaya gittiği 1979 yılında başladığını söyledi.

"Bu coğrafyada ve doğada yaşayıp, dünya edebiyatının ünlü yazarları Dostoyevski, Toltsoyları okuyup, öte yandan Abidin Dino, Arif Dino’yu tanıyan birinin buradan romancı olarak çıkmaması mümkün değildi. Bunu sık sık da Yaşar Kemal ile paylaşırdım" dedi. Andaç, Yaşar Kemal’in ‘çocukça’ bakışını anlatmak istediğini belirterek, ‘Yılanı Öldürseler’ romanından yola çıkarak Yaşar Kemal’i bir roman gibi kurmak gerektiğini söyledi. Andaç, “gören, sezen, kavrayan anlatıcıysanız eğer yalnızca söz ve yaşam tanıklığı ile yetinmezsiniz. Görülen ve gösterilenin ötesinde bir kıyıya geçersiniz, yazarın, anlatıcının bakışı, dili kullanışı burada önem kazanır. Yaşar Kemal’in asıl özgürlüğü de burada. Bu varoluşsal bir durumdur bence. Olmayanı, olanı ve görülmeyeni gösteren yanı işte buradan beslenir.

Yaşar Kemal insana, hayata, doğaya dair yazılan romanlarında ettiği sözlere baktığımızda, özellikle ilk öykülerinden başlayarak, Yaşar Kemal’in bütün bu anlatılarında tutkulu bir çocuk bakışı ile yazdığını anlarsınız. Hatta kendi kişiliğinde de bu çocuksuluğu tekrar görürüz. Onu yakından tanıyanlar çok iyi bilir. Zaten o kıvılcımı yitirseydi belki bu kadar büyük, coşkulu anlatıcı çıkmazdı” diye ifade etti. Yaşar Kemal’in herhangi bir yapıtı okunulduğunda, onun kendi yazarlığını, anlatı sanatının gücü, zenginliği ve çeşitliliğinin olduğunu belirten Andaç, Türk edebiyatına ve Türkçeye katkısının sarih bir şekilde görülebileceğini, diller arası kardeşlik bağını kurduğunu vurgulayarak konuşmasını bitirdi.

Burhan Sönmez, Yaşar Kemal’in İnce Mehmed romanından yola çıkarak, Mehmed’in köyün sınırlarını aşarak kente gelişinden, eşkıya olarak dağa çıkışına kadar olan öyküsünü anlattı. Sönmez, "gerçekliği var olan gerçeklik olarak değil, olması gereken gerçeklik olarak tarif eder. Sadece edebiyat tarihinde değil, felsefe tarihinde de ünlü bir tartışmadır. Gerçeği mi anlatacağız? Evet gerçeği, ama hangi gerçeği? Var olan gerçeği mi, yoksa bu gerçeğe yönelik olmasını istediğimiz gerçeği mi? Yaşar Kemal ikinci yanında durarak, ben başka bir dünya istiyorum, başka bir hayat istiyorum" diye anlattı.

Her yazarın kendi katmanlarının olduğunu söyleyen Sönmez, üç katmanın, insanı, doğayı ve toplumu ele aldığını fakat Yaşar Kemal’in bu üç katmanı birlikte vurguladığını söyledi. Sönmez, Tolstoy’un ‘Sanat Nedir’ adlı kitabındaki sanat anlayışını açıklarken, bir romanı veya sanat eserini güçlü kılan şeyin, samimiyet olduğunu ve Yaşar Kemal’in bunu hem estetik hem de ahlaki olarak yaptığını söyledi. “Her yazarın yaşamına yazdıkları dahil değildir ama Yaşar Kemal’inki fazlasıyla dahildir. Nazım Hikmet, Ernest Hemingway gibi yazarların soyuna, anlayışına dahildir. Onun yaşamını yazdıklarından ayırmak mümkün değil. Kahramanı çoğu zaman onunla özdeşleştiririz” diyerek ekledi, "bir yazarı büyük yapan şey kendisinden daha büyük eser yaratmasıdır. O eser, o kadar büyüktür ki, yazar onun gölgesi altında yaşar.

'İNCE MEHMED YAŞAR KEMAL'DEN BÜYÜKTÜR'

İşte İnce Mehmed Yaşar Kemal’den büyüktür, Don Kişot Cervantes’den büyüktür, Anne Karanina Tolstoy’dan büyüktür. Yaratıcılık anlamında değil, insanın sonraki kuşakların zihninde edindikleri yer bakımından bakmak gerekir. Bu açıdan baktığımızda Yaşar Kemal, yarattığı karakterle var olan, kendini çoğaltan en ender yazarlardan biridir. Bu açıdan 20. yy kapandığında son aydın, ‘bütün’ yazar kuşağının son temsilcisiydi. O varlığı parçalayarak sadece bir kısmını anlatarak ortaya koyan bir yazar değil, tam tersine her şeyi başka şeylerle olan ilişkisiyle anlamaya çalışan bir yazardı” diyerek Yaşar Kemal’in romancılığının önemine değindi.

Şair, yazar Mahmut Temizyürek ise, doğanın tahrip edildiği, insanın bu kadar yıpratılıp ezildiği coğrafyada yaşadığımızı ve bu yüzden Yaşar Kemal’i 100 yıl daha konuşacağımızı söyleyerek konuşmasına başladı. Hala (Kürt ve Türk) ona bir kimlik arandığını belirten Temizyürek, 1915’de Yaşar Kemal’in Van’dan göçen ailesine hikayesinin olduğunu belirtti. Yaşar Kemal’in modern yazarlara benzemediğini vurgulayan Temizyürek, onun kökleri bir ağaca benzetildiğinde daha gerilere gidileceğini, hatta 10 bin yıllık malzeme taşıdığını söyledi. Temizyürek, “eğer bir gün parti kuracak olursam tüzüğünü ve programını dört ciltlik bir kitap olarak ilan edeceğim. Kitabın adı ‘Bir Ağrı Hikayesi’. Çünkü kitap büyük bir ütopya. Yaşar Kemal o güne kadar biriktirdiği bütün kahramanları, adları biraz değişmiş, hikayeleri biraz farklılaşmış, getirmiş karınca adasında buluşturmuş. Öyle bir buluşma ki, elinden geldiği kadar, herkese ihtiyacına göre…” diyerek konuşmasını bitirdi.

Son oturumda ise Yaşar Kemal’i yakından tanıyan arkadaşları anılarını anlattılar. Ali Kırca, Hıfzı Topuz, Şeyhmus Diken ve Davut Ökütçü Yaşar Kemal ile ilgili anılarına değindiler. İlk olarak panelin möderatörlüğünü yapan Davut Ökütçü, Kürtçe dilini kullanmasıyla ilgili anısını anlatarak başladı. "Senin Kürtçen yaramaz, en has Kürtçeyi ben konuşurum" diyerek onunla olan güzel bir hatırasını anlattı. Ardından sözü Şeyhmus Diken aldı. Diken, "Vefatı sonrası Dolmabahçe Camisinin imamı, onun için dini vecibelelerini yerine getirdi. Duasını okudu. Hocanın duası bittikten sonra ‘cemaatin bir söyleyeceği var mı’ dedi. ‘Hocam izninizle sizin duanıza bir de ben dua eklemek istiyorum’ dedim. Yaşar Baba katliama uğramış mağdur ve mazlumların yazarıydı. O sebeple katliama uğramış olanların da ruhuna Yaşar Baba ile birlikte fatiha okumak gerekir hocam. Tabii orada sustuk, bu sözün üzerine susulurdu” diyerek anısını anlattı. Diken, onunla ilgili hatırasını anlattıktan sonra, Ali Kırca söze başladı.

Onun için yazdığı bir mektubu, yaşamında ne kadar değerli bir yer tuttuğunu söyledi. Kırca, "Yaşar Kemal olunca anılar ortak oluyor. İnsan 60’ından sonra roman yazınca beklentiler içerisine giriyor. O beklentiler büyük ustadan övgü almak ya da kitabının onun tarafından okunması. Yaşar hocama gönderdim kitabı, okumasını beklemiyordum aslında. Çünkü sağlık durumu iyi değildi o günlerde. Ama aradı, kutladı ve güzel şeyler söyledi. Hayatımın en büyük mutluluğu ve onuru onca yaştan sonra yazdığım romanı Yaşar Kemal’e yetişiyor olabilmekti. Elinde tuttu o romanı. Bundan daha büyük mutluluk, onur, gurur yok. Unutmayacağım" dedi. Ve geçmişte Yaşar Kemal ile yaptığı röportajı göstererek, eskiden yönettiği Siyaset Meydanı zamanına götürdü ve 5 dakikalık videosunu izlettirdi. Son olarak gazeteci, yazar Hıfzı Topuz konuştu.

O da ilk olarak gazeteciliğe nasıl başladığının hikayesini anlattı. Uzun yıllar gazetecilik yaptığı Yaşar Kemal ile beraber olan Topuz, bütün dostlarının onun da dostu olduğunu söyledi. Topuz, "Kemal beş kişiyi çok severdi ve onlara baba diyordu. Onlar Nazım Hikmet, Abidin Dino, Arif Dino, Pertev Naili Boratav ve diğeri de Sabahattin Ali idi. O zaman Yaşar’ı tüm toplantılarımıza davet ediyor, meyhanelere gidiyorduk. Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüpoğlu, Azra, Sait Faik, Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Çetin Altan, Ali Ulvi. Böyle büyük bir grup oluşturduk. Sonra eşi Tilda ile hapse girdiler. Tüm mahkumlara paket paket hediyeler dağıtırdı. Aradan yıllar geçip hapishaneden çıkınca beraber meyhanelere giderdik. Garsonlar onu kucaklarlardı, sonradan öğrendim ki bunlar o mahkumlarmış. Onlar da para almazlardı ondan” diyerek anılarını canlandırdı. Son olarak, onun gazeteciliğinin önemine vurgu yaparak konuşmasını bitirdi.