YAZARLAR

Kullu nefsin zâikatü’l mevt

AKP tüm büyükşehirler, iller, ilçeler, beldeler ve mahalleler için tek bir aday gösterdi: Recep Tayyip Erdoğan. 31 Mart seçimleri Erdoğan’a “Devlet Benim” diye caka satan bir Güneş Kral, bir The Reis, olmadığını da hatırlattı; bu da az bir şey değil.

Neredeyse her mezarlığın cümle kapısında yazan bu ifade, her fânînin ölümlü olduğunu hatırlatır insanlara. 31 Mart yerel seçimleri de Cumhur İttifakı’na “kendi iktidarlarının da  bir gün ölümü tadacağını” hatırlattı. Seçimler Cumhur İttifakı’nın sonunu getirmedi ama bir sonlarının olduğunu, İttifak'a oy veren seçmenin çantada keklik olmadığını hatırlattı iktidar sahiplerine. Erdoğan ve Bahçeli “bâki” değil “fani” olduklarını hatırladılar; az bir şey değil.

AKP tüm büyükşehirler, iller, ilçeler, beldeler ve mahalleler için tek bir aday gösterdi: Recep Tayyip Erdoğan. İstanbul’da İmamoğlu’nun Ankara’da Yavaş’ın karşısındaki büyükşehir belediye başkanı adayı da Erdoğan’dı. Kastamonu Tosya’da yeniden aday olan mevcut başkan MHP’li Volkan Kavaklıgil’in rakibi de, Batıkent Ergazi Mahallesi Muhtarlığı seçimlerine yeniden aday olan Emine Yıldız’ın rakibi de sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan’dı. 31 Mart seçimleri Erdoğan’a “Devlet Benim” diye caka satan bir Güneş Kral, bir The Reis, olmadığını da hatırlattı; bu da az bir şey değil.

Dilerim 31 Mart seçimleri, başta AKP’liler olmak üzere tüm Cumhur İttifakı bileşenlerinin, bize Türk Usulü Başkanlık sistemi diye yutturmaya çalıştıkları Reistokrasi’nin (Türk usulü “demokratur”un) işlemediğini, yürümediğini, yürüyemeyeceğini de anlamalarına vesile olur. Nasıl ki, 6 Şubat’taki depremden sonra AFAD’ı, Kızılay’ı, askeri, madencisi herkes depremzedelere yardım etmek için bile Erdoğan’ın ağzına bakmak zorunda kaldı ve sırf bu yüzden göçük altındaki insanları kurtarma ve depremzedelere yardım konularında ciddi gecikmeler ve organizasyon sorunları yaşandıysa; nasıl ki, şu anda yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz, ekonomi ve maliye bürokrasisinin tamamen devre dışı bırakılarak her şeyin Erdoğan’ın emir komutasına bırakılmasının bir sonucuysa; Erdoğan’ın 31 Mart’ta aldığı seçim yenilgisi de bu “yalnız adam”lığının “her adam”lığının bir sonucudur. Artık deniz bitti; tüm devlet mekanizmasını elinin tersiyle iterek ekonomiyi, dış politikayı… idare edemeyen Erdoğan, kendi partisinin yerel seçimlerini de idare edememeye başladı: Kralın çıplak olduğunu haykıran seçmen, “Erdoğan’ın ne yapıp edip bir şekilde içinde bulunduğu müşkül durumdan kurtulacağı” düşüncesinin, “Erdoğan’ın mutlaka şapkasından tavşan çıkaracağı” beklentisinin bir kuru gürültüden, bir efsaneden, bir galat-ı meşhur’dan başka bir şey olmadığının daha net görünmesini de sağladı.

Erdoğan’ın, başta İstanbul’da Murat Kurum örneğinde olduğu gibi, yerel seçimlerde aday gösterdiği kişilerin tek özellikleri Erdoğan’a mutî olmaları. Erdoğan kendi ayakları üzerinde durarak Ankara’yı, İstanbul’u ya da başka bir kenti yönetebilecek adaylardan “özellikle” kaçındı. Seçimleri kazansaydı İstanbul/Ankara Büyükşehir Belediye başkanları da Sivas Zara İlçesi Belediye Başkanı da Recep Tayyip Erdoğan olacaktı; Murat Kurum da, Turgut Altınok da, Kenan Oğuzhan da sadece ve sadece Erdoğan adına o illeri ve ilçeleri yöneten müdürler olacaklardı. Her yerde değilse de özellikle büyükşehirlerdeki seçmenin önemli bir kısmı artık bu gerçeği daha net görmeye başladı: Bir “Her Adam olarak Erdoğan” efsanesinin sonuna gelmek üzereyiz. 31 Mart seçimleri Erdoğan’ın elindeki iktidarı çekip almadı; erken seçim beklentisi de boşa. Enver Aysever’in iddia ettiği gibi “siyasal İslâm’ın sonu” falan da gelmedi. Seçimlerde umduğu başarıyı bulamadıysa da Erdoğan’ın hâlâ önemli bir oy tabanı var. Ancak 31 Mart seçimleri muhalif seçmenden çok bizzat Erdoğan’a ve çevresindeki epigonlara (Troçki’yi biraz kızdırmak pahasına “yalaka” diye Türkçeye çevirebiliriz) gösterdi ki artık iktidarda bir “Superman” yok o artık sadece bir “Clark Kent” ve eni sonu “Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn” (Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra da bizim huzurumuza döndürülürsünüz.)

Seçim gecesi partilerinin kazandığı tüm il ve ilçelerde sokaklara dökülen CHP’lilerin istisnasız ortak şarkısının Sibel Can’ın o meşhur şarkısı olması da bu gerçeğin gülümseten bir tezahürü değil mi? Ne diyordu Sibel Can o saçma sapan şarkıda: “Bu devirde kimse sultan değil/ Hükümdar değil bezirgân değil/ Bu kadar güvenme hiç kendine/ Kimse şah değil padişah değil” İşte tam olarak 31 Mart seçimlerinden alınması gereken mesaj da bu! Demek ki adamlar Cuma Selâmlığı’na giderlerken arkalarından “Mağrûr olma pâdişâhım, senden büyük Allah var!” diye boşuna bağırtmamışlar; Demek ki onlardan biri (Yavuz Sultan Selim) “Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş; Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş” diye boşuna yazmamış.

Seçim gecesi, artık bir seçim klasiği haline gelen ünlü Balkon’a çıkarak partililerine hitap eden Erdoğan’ın da Sibel Can şarkısı üzerinden verilen mesajı aldığını düşünüyorum. Emre Kongar Hoca seçim gecesi Tele1’de katıldığı programda Erdoğan’ın “Birdenbire tarihin önünde ve Türk milletinin önünde ettiği yemini hatırlayıverdi[ğini]” söyledi. Evet doğru, Erdoğan birdenbire yeminini, iktidarının sınırlarını, bir fânî olduğunu hatırladı. Balkon kürsüsüne sadece eşiyle çıkan Erdoğan, sorumluluğu üzerine aldığının altını çizer gibiydi; “olanda hayır vardır” tevekkülüne sığınmayı tercih etti. Demokrasiden, halkın iradesinin öneminden bahsetti; Emre Hoca’nın da dediği gibi seçim sonuçları zihnine küşayiş getirmiş, bir anda “bir cumhurbaşkanı” olduğunu hatırlamış gibiydi. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.” der eskiler, oysa daha 10 ay önce 28 Mayıs akşamı İstanbul Kısıklı’da seçim otobüsünden yaptığı teşekkür konuşmasında seçmenlerine “pazara kadar değil mezara kadar beraber olma” sözü veriyor, “bu sevdanın burada bitmeyeceğinin” altını çiziyor, Kemal Kılıçdaroğlu ile “Baybay Kemal” diye dalgasını geçiyordu.

KARARSIZLAR NEYE KARARSIZLAR

Bu seçimlere damga vuran hususlardan biri de katılım oranı oldu. Seçmenlerin yüzde 78,55’i seçimlerde oy kullandı. Bu oran, seçim öncesi yapılan kamuoyu araştırmalarındaki kararsızların oranlarına da hayli yakın. 2019 seçimlerinde katılım oranı yüzde 84,6 2014 seçimlerinde ise yüzde 89,16’ydı. Seçim sonuçlarını tahlil eden bazı yorumcular, katılımın düşüklüğünün AKP’ye bir tepki olarak okunabileceğini, katılım oranları düşük olmasaydı AKP’nin yenilmeyeceğini, hiç değilse CHP-AKP arasındaki makasın bu boyutlarda olmayacağını söylediler. Bu düşüncenin oldukça manipülatif ve yanlış olduğunu düşünüyorum. Bir kere en baştan belirtelim: Oy kullanmayan seçmenlerin siyasi tercihleri ile ilgili yapılmış bir araştırma ve bu araştırmaya, araştırmalara dayanan somut veriler yok. Herkes -elbette ben de- niyet okuyoruz.

Elbette oy kullanmayı tercih etmeyen seçmen içinde hasta olanı, acilen başka bir ile gitmek zorunda kaldığı için oy kullanamayanı olduğu gibi, AKP’ye bir mesaj vermek için oy kullanmayanlar; ekonomik kriz nedeniyle AKP’ye o vermeyen ama başka bir partiye de asla oy vermek istemeyenler vardır; aranırsa neden bulunmasın.

Ben siyasal aktörlere, kurumlara, süreçlere ve bizzat siyasetin kendisine küskünlüğün muhalif kesimde çok daha yaygın ve belirgin olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. Tekrar etmek pahasına bir daha yazayım, benim de elimde bilimsel bir araştırmaya dayanan herhangi bir veri yok. Lakin bir önceki yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi geçtiğimiz mayıs ayında düzenlenen son üç seçimde de (iki adet Cumhurbaşkanlığı seçimi ve parlamento seçimleri) ağır bir yenilgi alan, tüm umudunu, iştiyakını, hevesini yitiren, ittifakı (Millet) dağılan, ittifak ortaklarının birbirine girdiği muhalif kesimdeki siyasal soğukluk ve tepkinin AKP seçmeninin AKP’ye yönelik tepkisinden çok ama çok daha belirgin olduğunu düşünüyorum. Hiçbir zaman bunu ispat etmem mümkün olmayacak ama seçimlere katılım oranları önceki yerel seçimlerdeki gibi yüzde 85-89 bandında gerçekleşseydi ben CHP-AKP makasının çok daha fazla açılacağını düşünüyorum.

Seçim sohbeti burada bitmez, bir sonraki yazıda “31 Mart 2024’te genel başkanlığa seçilen” Özgür Özel’i ve CHP’yi konuşalım.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.