YAZARLAR

Kriz evindeki hesap çarşıya uymazsa

Tedaviyi para ve maliye politikalarıyla sınırlı tutarsanız, bu kökleşmiş yapısal krizden çıkamazsınız. Bunu tek başına kamu yöneticileri de başaramaz, hiçbir müdahale olmasa bile! Önce iş dünyasından, yabancı paydaşlardan, emek dünyasından ve bürokratlardan oluşan danışma konseyleri kurmak, sorunları tespit edip doğru tanıyı koymak gerek.

Hastalığınız bir ya da birkaç tane değişkenle sınırlıysa, acı ilacı içmeye başlar ve eğer ki o süre içinde metabolizma başka bir hata vermezse sağlığınıza kavuşabilirsiniz. Eğer ki doktorunuz doğru tanıyı koyup, size özel bir tedaviyi uygularsa... Eğer ki doktor, ezbere reçetelerden birini yazıp, çok değişkenli sorunu iki bilinmeyenli bir denklemle çözeceğini iddia ediyor ve acı ilacı sulandırıp veriyorsa, tedavi sonrası tekrar hastanelik olmanız kaçınılmazdır. Hele ki doktora müdahale eden bir hastane yöneticisi varsa, deneme tahtasına dönmeniz çok muhtemeldir. 

KADEMELİ OLARAK EN AZ YÜZDE 50’YE

Şimdi Türkiye ekonomisi de benzer bir sorun yaşıyor. Ekonomi yönetiminin kararları tek başına alamadığını hemen herkes biliyor. Zaten Hazine ve Maliye Bakanı’nın ilk önemli hamlesinde, bir müdahale olduğuna ya da olacağına, yerli ve yabancı piyasalar daha Para Piyasası Kurulu (PPK) toplantısı öncesinde inanmıştı. Bu arada, hemen belirteyim ki, eğer böyle bir müdahale olmuşsa, bence kötü olmadı. İki sebeple... Yabancı yatırım bankalarının açık artırmaya çıkmış gibi yüzde 25, yüzde 30, yüzde 40’lık faiz artırımı yapılması gerektiğine ilişkin açıklamaları dikkate alınsa, başta bankacılık sektörü ve reel sektör çok ciddi bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya kalırdı, bu bir... Şok bir terapi, mesela yüzde 30’luk bir faiz artırımı ise başta yabancı yatırımcıları tatmin etmeyecek, tedrici bir artırım yerine ikinci bir şok terapi talebi daha gelecekti, bu iki... Zira biliyoruz ki, yüzde 40 bile, aslında ticari kredilerde fiili olarak uygulanan faizlerin gerisinde.

PARA POLİTİKALARINDAN ÖTE MESELE REJİM MESELESİ

Aynı şekilde bu faiz artırımının şimdilik gerçek enflasyonla da bir alakası yok! Bu sebeple, yüzde 15’lik politika faizi artırımının en doğru tercih olduğunu düşünüyorum. Ancak, mesele şu ki, ekonomi yönetiminde çok başlılık olduğuna yönelik inanç eğer ortadan kaldırılamazsa, Türkiye’ye çok gerekli olan, yabancı piyasalardan para akışının birkaç faiz düzenlemesiyle çözülemeyeceği açık. Eğer söylentilerde olduğu gibi, Cumhurbaşkanı’nın en fazla yüzde 25’lik bir faiz artırımıyla sınırlı kalınmasında ısrarı gerçek olursa, zaten bu iş sadece hiçbir işe yaramayan bir faiz yüküyle sonuçlanmış olacak. Umarım ki, bu doğru değildir. Ancak bu doğru olmasa bile, asıl meselelerimizden birinin bu tek adam rejimi olduğu gerçeğini değiştirmez!

TEK BAŞINA ‘KÜRESEL PİYASALARI TANIYAN ADAM’ İLE SORUN ÇÖZÜLSEYDİ

Alınan faiz artırımı kararı sonrasında yaşananlara gelince... ‘Küresel piyasaları çok iyi bilen, neoliberal politikalara sadık’ bir bakana rağmen, yabancı piyasaların Türkiye ekonomisine, hukukuna, iktidara güven bunalımının zerre azalmadığını görebiliriz. Hemen belirteyim, sıcak paranın demokrasi, hukuk gibi meseleleri umursamadığını biliyoruz, ancak yatırım yapmayı düşünen çokuluslu şirketler için bu önemli. Yani bu gidişle Türkiye’ye ciddi oranda bir doğrudan sermaye yatırımı akınını çok bekleriz.  

Sonuç itibarıyla, politika faizi artırımı yerli ve yabancı yatırımcılarda bir ‘hayal kırıklığı’ yaratmış görünüyor. 22 Haziran günü yapılan açıklamanın ardından dolar, euro ve altında yaşananları bir gerilim filmi gibi izledik. Piyasalardan bu denli bir tepki geleceğini büyük olasılıkla ekonomi yönetimi de beklemiyordu. Peki niye böyle oldu? ‘Dış güçlerin oyunu, döviz lobisinin komplosu’ benzeri safsataları bir kenara bırakırsak, belki büyük meseleyi bir ölçüde çözümleyebiliriz.

BİRKAÇ ACI İLAÇ YUTTUKTAN SONRA BİR-İKİ DE AMELİYAT OLMAZSA OLMAZ

Türkiye ekonomisinin sorunları bir ya da birkaç değil, çok fazla... Her alacağınız önlem, bir başka sorunu alevlendirebilecek nitelikte. O sebeple de eğer bir tedavi uygulanacaksa, bu çok ilaçlı, birkaç ameliyatlı ve uzun soluklu, bir o kadar da acılı olmak zorunda... Niye yapılamıyor? Çünkü iktidar biliyor ki, bu seçimler zar zor kazanıldı, belki de kazanılamadı da, bir şekilde kazanıldı! Büyükşehirlerdeki kriz, taşraya henüz yansımadığından oy kaybı da sınırlı kaldı. Ama öyle ya da böyle krizin etkileri tüm ülkeye yayılacak. O sebeple bütünsel tedavi yerine, ‘ilk etapta biraz rahatlatacak bir ağrı kesici verelim, yerel seçimlere kadar idare edelim’ düşüncesindeler. Hesap böyle ‘kurnaz esnaf’ hesabı...
Peki bu ağrı kesici ne işe yarar?.. Ekonomi yönetimi, bu ağrı kesici sayesinde, yabancı sermaye girişi sağlamayı, yastık altında bir şeyler kalmışsa onu da bankacılık sistemine çekebilmeyi hesaplıyor.

HAYAL DEDİĞİN DE BİRAZ GERÇEKÇİ OLUR!

Kabaca beklenti şu: Bugüne kadar olup bitmiş kur artışları, kamu ve özel sektör açıkları, mal ve hizmet fiyatları, kamu fiyatları gibi unsurlar enflasyonu yükseltmeyecek. Faiz artırımı sayesinde de, kur sabit kalacak ya da düşecek. Böylece alarm veren cari açık meselesi de mesele olmaktan çıkacak... Bu neredeyse ‘olmayacak duaya amin demek’ ile eşdeğerde! Sadece faiz artırımı sonrası kurlardaki sıçrama bile enflasyonu doğrudan yukarıya taşıyacak. Yine hammadde ve aramallarını yüksek kurdan dövizle almak zorundayız, bu da cari dengenin makasını ancak tüketim maddelerinde bir oranda azaltabilir, girdi maliyetleri kesinlikle artacak. Kısa vadeli döviz borcu olan firmaların ne yapacağını düşünmek bile zaten başlı başına bir karabasan!

Beklentilere devam edelim: Faiz artınca yabancı sermaye TL cinsinden borç senetleri alacak, bunlardan bir yandan faiz geliri sağlarken, diğer yandan TL'nin değerlenmesiyle de kârını artıracak. Tahvil almayanı borsada hisse alacak, endeks yükselecek. Yine hem borsadaki yükselişle hem de TL’nin değerlenmesiyle yüksek getiri elde edecek. Öncelikle belirtelim ki, dünyada tahvil piyasaları oldukça sıkıntılı, bunun yanı sıra Türkiye ekonomisine güven yerlerde... Aynı şekilde hukuk sistemine de hiç güven yok. Kaldı ki, bu sağ popülist iktidara da öyle! Tahvil dediğiniz sonuçta bir borç senedi ve borç veren alacaklısına güven duymak zorunda, sonra getiriye bakar. Bu arada tabii ki daha da yüksek getiri talep eder. Hemen hatırlatalım, yüksek politika faiziyle tahvil piyasası her zaman bir krize gebedir. Bakınız ABD!

SADECE UCUZ OLMAK YETMEZ YATIRIMCI GÜVEN DE İSTER

Eğer ki, zaten çok ucuzlamış varlıklarımıza yatırım yapmayı düşünen yabancı sermaye doğrudan yatırım olarak girerse, işletmeleri, gayrimenkulleri çok ucuza kapatacak. İşler düzeldiğinde, yani TL güçlendiğinde elinde çok ciddi piyasa değeri olan bir şirket sahibi olacak. İşte bu mümkün, eğer ki Türkiye’nin ‘bağımlı ve keyfi yargının olduğu ülke’ imajı olmasaydı. En azından kurumsal yabancı yatırımcıların bu topa gireceğini kısa vadede pek düşünmüyorum. Körfez sermayesi belki bu riski alır, ama oradan gelecek doğrudan yatırımın da bir sınırı olduğu kesin.
Devam edelim: Faiz yükselmeyeceği, hâttâ belki düşeceği için ekonominin iç taleple büyümesi sürer, istihdam da artar... Bu belki, salt enflasyon sorunu yaşayan, yapısal sorunları asgaride olan bir ekonomi için geçerli olabilir. Ama böylesine çok katmanlı sorunların bir arada yaşandığı bir ekonomi için mümkün değil. Döviz kurlarının yabancı sermaye girişiyle düşeceği, dolayısıyla faizi artırmaya gerek kalmayacağı öngörüsü oldukça akıldışı...  

DİKENLİĞİ GÜL BAHÇESİ SANANLAR

İşte hayallerle gerçeklerin karşılaşacağı bir süreç bekliyor bizi... Ne yazık ki, ekonomide gerçeklerin borusu öter!

Şimdi gelelim, bundan sonrasına... Tedrici faiz artırımının devam edeceği kesin. Nasıl olacağı konusunda belirli bir açıklama ve zaman aralığı verilmemiş olması ise ekonomi yönetiminin karnesine düşük not olarak geçti denilebilir. Benim tahminim, yıl sonuna kadar tedrici faiz artırımlarının devam edeceği. İlk birkaç ay 500 baz puanlık artırımlar şeklinde olması makul olabilir.

Her ne kadar bir zaman aralığı verilmemiş olsa da enflasyonda yüzde 5’lik hedefe gelince... Var olan veriler ışığında buna kargalar güler! Bu demektir ki, yıl sonuna kadar değil, gelecek yıl da tedrici olarak faizler artırılacak ya da yerel seçimlerin hemen sonrasında bir şok terapi uygulanacak. Nereden bakarsanız bakın, enflasyonun yüzde 5’lere gelmesi için önümüzde iki yıl olduğunu tahmin etmek zor değil. Eğer ki her şey yolunda giderse... 

TÜM VERİLER PUSLUYKEN NASIL ŞEFFAF OLUNUR Kİ?

Bundan da öte bir mesele var. Şeffaflık!.. Hazine ve Maliye Bakanı bu konuya vurgu yapıyor. Sebebi belli, Batı sermayesini bir an önce çekebilmek ve onların kuşkularına bir son vermek. İyi güzel de, hâlâ enflasyon hedeflemesini bile makyajlanmış TÜİK verileriyle yaparken mi? Türkiye ekonomisinin yıkılmamasını sağlayan gri ekonomi ve karaparayı görmezden gelerek mi? İşgücü piyasasında yüzbinlerce kayıtsız işgücü varken mi? İhale sisteminde nepotizm ve kleptokrasinin bu denli yaygınlaşmış olduğu bir düzende mi? Hemen hemen tüm verilerin makyajlandığı ya da gizlendiği bir ortamda mı?

Panorama bu, projeksiyonlar ise şahane!..

Hadi diyelim ki tüm bunları bir şekilde çözmeye kalktık. Bu zorlu koşullarda gri ekonomiyi ortadan kaldırmak için gerekli yasaları çıkardık ve gerekli denetimleri yaptık. O zaman ne olur bu ekonominin hali? Veyahut bu asgari ücretlerle, zaten rekabet gücü sınırlı olan orta ve özellikle de küçük boy işletmeler kayıtdışı işçi çalıştırmaz ya da mülteci emeğini sömürmezse nasıl rekabet edecek? Doğal olarak iç piyasaya çalışıyorsa ürün etiketlerine en azından bu maliyeti yansıtacak, bu kez de zaten yoksullaşmış orta sınıf biraz daha yoksullaşacak. İşte sağlıksız ekonominin acı gerçekleri böyle, insani değerleri hiçe sayarak ayakta kalabiliyor.  

KATILIMCI VE UZLAŞMACI BİR YENİDEN YAPILANMA ŞART

Öyleyse... Tedaviyi para ve maliye politikalarıyla sınırlı tutarsanız, bu kökleşmiş yapısal krizden çıkamazsınız. Bunu tek başına kamu yöneticileri de başaramaz, hiçbir müdahale olmasa bile! Önce iş dünyasından, yabancı paydaşlardan, emek dünyasından ve bürokratlardan oluşan danışma konseyleri kurmak, sorunları tespit edip doğru tanıyı koymak gerek. Sektör sektör, bölge bölge ve sonuçta ulusal, bölgesel ve küresel koşulları da dikkate alarak... Sorunları tespit ettikten sonra, acı ilacı içme sorumluluğunu her kesime yayıp, bu konuda uzlaşabilmek ve yola çıkmak lazım. Bu rejimde bu mümkün mü? Buna Polyanna bile kahkahalarla güler!