Çevirmen Berrak Göçer: Her türlü sistem özgür düşünceden korkar

Çevirmen Berrak Göçer, Terry Eagleton, Shirley Jackson, John Steinbeck, George Orwell gibi yazarların kitaplarını dilimize kazandırdı. "Çevirmenin gördüğü baskı yazarın gördüğü baskının bir yansıması" diyen Göçer ile çeviriyi, yayınevlerinin sayısının artmasını ve çevirmenlerin sorunlarını konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 2007’de New York Üniversitesi Medya, Kültür ve İletişim Çalışmaları Bölümü’nden mezun olan Berrak Göçer, yayın hayatına 2009’da Everest Yayınları’nda dünya edebiyatı editörü ve telif hakları sorumlusu olarak başladı. 2012’de Derya Göçer’le birlikte Koltukname adlı kültür portalını kurdu. 2013’te Can Yayınları’nda dünya edebiyatı editörü pozisyonuna geldi. 2016’da bu görevinin yanı sıra Can’ın bir edebiyat portalı olan yeni internet sitesinin editörlüğünü üstlendi. Aralarında Kaygılarımızın Kışı (John Steinbeck), Paris ve Londra’da Beş Parasız (George Orwell), Biz Hep Şatoda Yaşadık (Shirley Jackson), Kültür (Terry Eagleton) Açıklamalı Notlarıyla Sherlock Holmes, 1 ve 3. Cilt’in de (Sir Arthur Conan Doyle) olduğu yirmiye yakın kitabın yanı sıra dünyadaki çeşitli PEN merkezleri için Türkçe öyküler ile denemeleri, ayrıca PEN’in basın açıklamalarını İngilizceye çevirdi. Yayın hayatın 2018’den beri serbest editörlük ve çevirmenlik yaparak sürdüren Göçer’le, çevirinin varoluşunu, biçimlenişini ve Türkiye koşullarında üretim pratiğini konuştuk.

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Çeviri bir dili kültürü, tarihi, gelenek görenekleriyle birlikte başka bir dilin kültürüne, tarihine, gelenek göreneklerine aktarmak benim için. Kaynak metnin özünü ve yabancılığını korurken bir yandan da onu daha tanıdık ve anlaşılır bir hale getirmeye çabalıyorsunuz ki çeviri okuru, yazarın söylediklerini yazarın söylediği biçimde okuyabilsin. Tim Parks’ın deyimiyle, “Pisa Kulesi’ni Manhattan’ın merkezine taşıyıp herkesi doğru yerde durduğuna ikna ettiğinizi düşünün; işin boyutu budur.”

'ÇEVİRİ BİR DİLİ BAŞKA DİLE UYARLAMA İŞİ'

Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?

Çeviriyle ilgili yaptığım tanımdan devam etmem gerekirse çevirinin bir dili başka bir dile uyarlama işi olduğunu söyleyebilirim. Elbette bu edebiyat, sinema, tiyatro gibi sanat dalları arasında yapılanlardan çok farklı bir tür uyarlama. Dediğim gibi, yazarın söylediklerini yazarın söylediği biçimde ama bambaşka bir dilde söyleyebilmek için mecburen gereken incelikli değişiklikler söz konusu çeviride.

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?

Bu, her iki tarafında da bulunduğum bir ilişki. Standart bir işleyişi olduğu söylenemez ama benim hem editör hem çevirmen olarak tercih ettiğim çalışma biçimini anlatabilirim. Editör seçtiği kitap için en uygun çevirmeni bulmaya çalışıyor. Çevirmen çeviriyi teslim ettikten sonra editör metni düzeltiyor, çevirmen düzeltilerin üstünden geçiyor. Burada farklı sorular, notlar üzerinden fikir alışverişi yapılıyor, editör ve çevirmen metne her ikisinin de olabildiğince içine sinen son halini veriyor.

İdeal olarak editör öncelikle yazarın, sonra da çevirmenin metnini düzelttiğinin bilinciyle hareket etmeli. Benzer şekilde çevirmenin de önerilere açık olması, metne dışarıdan bakan farklı gözlerin kendi göremediği şeyleri görebileceğini unutmaması gerek. Benim için en önemlisi her iki tarafın birbirine anlayışla yaklaşması ve tahammülsüzlük göstermemesi. Hata bulma odaklı bir işte insan kolay bilenebiliyor. Tabii bir kitabın yayımlanmasında emeği geçen insanların en temel görevi yazarın metnini olabildiğince eksiksiz bir şekilde ortaya koymak. Ama bunun için birbirimize yaslanmamız ve güvenmemiz gerek. Ancak karşımızdakine nazik davranırsak birbirimizi yükselterek en iyiye ulaşabiliriz.

Kaygılarımızın Kışı, John Steinbeck, Çevirmen: Berrak Göçer, 344 syf., 2016.

'ÇEVRİLEMEZ BİR METİN OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM'

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?

“Çevrilemez” bir metin olduğunu düşünmüyorum. En fazla “Bunu çevirmek gerekli mi?” sorusu sorulabilir. Ben çevireceğim kitaplara karar verirken metinde bana hitap eden bir şeyler arıyorum – belki bir his, bir düşünce. Her halükârda kitabı beğenmem ve sevmem önemli. Dilinde kendime bir yakınlık hissedersem de bu benim için çeviriyi kolaylaştırıyor. Özellikle editörlüğe ara verdiğim, sadece çeviri yaptığım şu dönemde satış ihtimali de önemli bir faktör; çevirilerimin tekrar baskı yapma olasılığını göz önünde bulundurmam gerekiyor.

Ülke kurulduğu günden beri çevirmenin kontrol altında tutulmaya çalışılmasının, sıklıkla yargılanmasının sebebi ne sizce? Sistem, çevirmenden neden korkuyor?

Her türlü sistem özgür düşünceden korkar çünkü o özgürlüğün içinde bir yerlerde kendi sonunu getirecek düşüncelerin tohumlarının atılacağını bilir. Çevirmenin gördüğü baskı yazarın gördüğü baskının bir yansıması. Yazar ise sadece kitap yazarını değil ama gazeteci, akademisyen, hatta tweet atan kişi gibi temel değerleri, gözü kapalı kabul edilmesi istenen sözde gerçekleri sorgulayan herkesi içeriyor.

'TECRÜBESİZ ÇEVİRMENLERİN ADALETSİZ SÖZLEŞMELERE İMZA ATMASI PİYASA ŞARTLARININ DÜŞMESİNE NEDEN OLUYOR'

Geçmişe nazaran yayınevi sayısının artmasının çeviriye/çevirmene olan faydası ya da zararı nedir? Ek olarak, ekonomik dalgalanma çevirmeni ne oranda etkiliyor?

Sorunun ilk bölümüyle ilgili kesin bir şey söylemem zor. Yayınevi sayısının, yani yayımlanan kitap sayısının artmasıyla çevirmen için iş olanaklarının arttığı doğru. Öte yandan çevirmenin kendini geliştirmesi uzun zaman ve pratik gerektirir. Yeni kitaplar bu süreden çok daha hızlı bir şekilde basılıyor. Yani artan çeviri kitap sayısına yetişecek kadar nitelikli çevirmen bulma ihtimali gittikçe azalıyor. Bu da sadece çevirilerin kalitesinin düşmesine değil ama aynı zamanda tecrübesiz çevirmenlerin adaletsiz sözleşmelere imza atmasıyla piyasa şartlarının düşmesine neden oluyor.

Ekonomik dalgalanmalardan etkilenmeyen bir meslek grubu yoktur herhalde. Kitap satışları düştükçe yayınevleri etkileniyor, yayınevleri etkilendikçe çevirmen etkileniyor. Yayınevi daha az yeni kitap basıyor, çevirmene daha az iş geliyor. Ayrıca kitapların satışları yavaşladıkça zaten az yapılan tekrar baskılar iyice azalıyor. Dahası, yayıncı masraf kısmak zorunda kaldığında bu doğrudan çevirmenin şartlarına da yansıyor. Telifler düşüyor, ödemelerin süresi uzuyor. Özellikle son bir-iki yılda telifi yok denecek bir rakama düşürüp kabul etmeyenlerin çevirilerini iptal etmekle tehdit edenleri de duyduk tabii.

Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?

Belki de en temel sorunlardan biri yaygın kabul gören standartların olmaması. Telif oranları, ödeme koşulları büyük farklılıklar gösterebiliyor. Çevirmenler neler talep edebileceklerini, neye hakları olduğunu bilemeyebiliyor. Ödemeler dışında bir sıkıntı da kitapların geç basılması; bazı çevirileri teslim ettikten sonra yıllarca bekleyebiliyorsunuz. Bu yüzden telif ödemeleri gecikiyor. Tabii bir de insan üstüne çalıştığı kitabı basılı görmek istiyor. İşin yayıncı boyutunu da biliyorum; çok az kitap yazardan ya da çevirmenden geldiğinin hemen ertesinde basılır, yayınevlerinin programları vardır ve çeşitli sebeplerden bu programlar da aksar. O yüzden bu çevirmeni tabii daha fazla etkileyen bir mesele olsa da esasında her iki taraf için de çözülmesi gereken bir sorun.

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?

Daphne du Maurier’nin Rebecca’sı. Bildiğim kadarıyla baskısı da yok, buradan yayıncılara mesaj göndermiş olayım. Mehmet Özgül’ün Çehov öyküleri, Handan Balkara’nın Vonnegut’ları, Tevfik Turan’ın Süskind’leri, Ülker İnce’den özellikle Oswald Amcam (Roald Dahl) ve Roza Hakmen’den artık bir çeviri klasiği sayılan Don Quijote, okuduğum yüzlerce güzel çeviri arasında bana en çok keyif verenlerden sadece bazıları.