'Erkeklik Öldü mü?': Venüslü Kadınların Serüvenleri’nde toplumsal mutabakat olarak erkeklik

Venüslü Kadınların Serüvenleri, kadınların her türlü iktidar konumundan sistematik olarak dışlamaya dayalı bir politik düzen olarak patriyarkanın zaman ve mekân üstü işlediğini oldukça erken bir dönemde fark ederek dile getirmiş devrimci bir metindir. Patriyarkanın güçlenmesi karşısında kadınların aldığı tavrı, gerektiğinde o güç birliğine eklemlenmek için başta özgürlükleri olmak üzere neleri feda ettiklerini anlatmak ve tam da bu konumda bir bilinçlenme, farkında oluş yaratmaktır asıl derdi.

Google Haberlere Abone ol

İpek Şahbenderoğlu

1969 yılında kaleme aldığı “Eğitici Radyo Üstüne Konuşmalar” yazısında, “Çağımızda politika üçüncü tabiat olmuştur. Atalarımızı uğraştıran doğa güçleri, birinci tabiat; çevrenin inançları, töreler, gelenekler, toplum düzenleri, atalarımızı yönelten ikinci tabiat olmuşlarsa; politika, bugün bizler için, her gün karşımıza çıkan, kendisiyle baş etmemiz gereken üçüncü tabiat olmuştur.” (1) diyen Sevgi Soysal’ın politika da dahil bütün bu tabiat türlerini katman katman ördüğü bir metin Venüslü Kadınların Serüvenleri. Burada Soysal’ın tabiat kelimesini algılarken yaşamın, yaşayan her şeyin, “mücadele alanı” olarak işaretlemesi, kendi gerçeklikler zeminini kurmasına imkânlar açması hayli dikkate değerdir doğrusu. Öte yandan “atalar” tarafından belirlenen bu üçlü katmanın işleyiş biçimlerinin de ataerkil düzen ve yasalar içinde tanımlandığını göz ardı edebilmek mümkün değildir. Politikanın bir tabiat, “baş edilmesi gereken” yaratılar alanı olarak açıklaması bu aşamada hayati bir önem taşırken, Venüslü Kadınların Serüvenleri’ni de hayli politik bir metin olarak karşımıza diker. İkinci Dalga feminizmin politik olanın tanımını genişlettiğinden; çağlar üstülüğü, evrenselliği aşın[a]mayan “Kişisel olan politiktir,” söyleminin, gündelik, tarihsel, sosyal ya da ekonomik olanın daima cinsiyete dayalı işbölümüyle algılanabileceği; üretilen bütün politikaların bunlardan azade kalamayacağı gerçeklik kazandığından beri, dünyayı başka bir gözle seyretmenin mümkün olmadığını biliyoruz artık. Soysal’ın bu “Brechtyen” metnini politik yapan ise eril tahakkümü işleten yapıları görünür kılıp onlarla mücadele alanı açması bir yana bunların karşısında konumlanan bilinçlendirme hareketini bir an bile terk etmemesidir. Evet, feminist bir distopya olarak da değerlendirebileceğimiz Venüslü Kadınların Serüvenleri, bilinçlendirme hareketinin ta kendisidir.

Venüslü Kadınların Serüvenleri’ni, Soysal’ın 1960’lı yıllarda TRT Ankara Radyosu için “Günümüz, Sorunlarımız” , kadın saatinde yayımlanmak üzere “Mutsuz Kadınlar”, “Bugünün Kadınları”, “Venüslü Kadınlar” adıyla hazırladığı radyo sohbetleri dizisi içinden 56 sayfalık bir daktilo metin olarak doğan önce radyofonik piyes sonra tiyatro metni olarak adlandırabiliriz. Öte yandan Sevgi Soysal’ın TRT bünyesinde programcı yetiştirmek için düzenlenen kurs çalışmalarında, Basın Yayın Yüksek Okulu’nda eğitimci, planlamacı, denetimci olarak çalıştığını, radyo üniversitesi kurulması için canla başla çalıştığını biliyoruz. 1969 yılında Dost dergisinde yayımlanan radyo programcılığı üzerine seri yazılarının da omurgası, dönemin düşünce dinamikleri içinde “halkın eğitimi, bilinçlendirme” çabası üzerinde yükselir. Sevgi Soysal, politik gerçekleri gündelik gerçeklerden yalıtılmış biçimde düşünmekten uzak bir yaklaşımla politik eğitime katkıları bakımından radyo yayına oldukça kıymet verir. Öyle ki; Soysal’a göre, politik eğitimin amacı “peşin hükümlerle savaşmak, insanların görüş ufuklarını genişletmektir.(…) Eğitimin birinci amacı yaşamaya yardımcı olmaktır.” (s.183) Venüslü Kadınların Serüvenleri’ni de bu çabadan ayrı okumak mümkün değildir.

1980’li yıllarda Venüslü Kadınların Serüvenleri yeniden dolaşımdadır. Oyun 4 Kasım 1983 tarihinde Münih’te Erman Okay tarafından birden çok kez sahneye konulurken, 1986’da Türkiye’de de Sanat Olayı dergisinde oyundan bazı bölümler yayımlanır. Aynı sayıda kadın edebiyatçılarla bir soruşturma düzenlenir. İnci Aral ile Pınar Kür, metni yazarın ilk çalışmalarından biri, çıraklık dönemi ürünü olarak değerlendirir. İnci Aral’a göre “heyecanla ama çalakalem yazılmış, yeterince üzerinde durulmamış, duygu yükü zayıf, salt bilinçle sorunlara yaklaşan, bilgiçlik kokan” bir metindir. Pınar Kür’e göre oldukça “ilkel bir Brecht uygulaması, öykülerindeki ustalıktan uzak, diğer yapıtlarındaki düşünce derinliğinden, kişilik zenginliğinden, anlatım inceliklerinden” yoksundur. Ayla Kutlu ise metne biraz daha nüfuz etmeye, Sevgi Soysal’ın bu oyunu yazarken neyi amaçladığını, kadın erkek arasındaki ilişkinin toplusal gerilimlerini anlamaya gayretlidir. “Tek acıklı söz etmeden oluştuğu bir trajedi” olarak tanımladığı bu oyunda Sevgi Soysal’ın üslubundaki “zehir gibi şeylere gülerek bakan o bildik yanı”nı arayıp bulur. (3) Bugünün içinden baktığımızda ise Venüslü Kadınların Serüvenleri’nin eskimiş ya da modası geçmiş bir sorunu irdelemekten fazlası olduğunu görürüz.

Venüslü Kadınların Serüvenleri, kadınların her türlü iktidar konumundan sistematik olarak dışlamaya dayalı bir politik düzen olarak patriyarkanın zaman ve mekân üstü işlediğini oldukça erken bir dönemde fark ederek dile getirmiş devrimci bir metindir aslında. Patriyarkanın güçlenmesi karşısında kadınların aldığı tavrı, gerektiğinde o güç birliğine eklemlenmek için başta özgürlükleri olmak üzere neleri feda ettiklerini anlatmak ve tam da bu konumda bir bilinçlenme, farkında oluş yaratmaktır asıl derdi. Kadınların öncelikle bu iktidar yapılarını ve onların tahakkümünü tanımalarını, aksi halde bilinçlenmenin mümkün olamayacağını, var olmak için partiyarka ile güç birliği etmekten başka bir yol kalamayacağını söyler. Kadınların kendi yaşamlarına dair aldığı bütün kararlarda kendi iradelerinin işlemesi gerektiğini savunur. Bu bir yaşam mücadelesidir âdeta. Venüslü Kadınların Serüvenleri kadının varlığının, her alandan kovulmuş haldeki varoluşunun kabulünün mücadelesidir. Bu sebeple oyunun açılış perdesinde bir erkeğin ucunu tuttuğu halatın diğer ucu başına geçirilmiş halde sahneye çıkan kadının, son perdede erkekle aynı anda asıldığı sırada kendi isteğiyle halatı koy vererek erkeği yere yuvarlayarak oyunu bitirmesi tesadüf olmasa gerek.

Venüslü Kadınların Serüvenleri, Sevgi Soysal, derleyen: İpek Şahbenderoğlu, 247 syf., İletişim Yayınları, 2017.

Oyun, Venüs’te nüfus sayımı ile açılır. Venüs, Dünya’daki patriyarkal aile, devlet, yasa işleyişlerinin, ölüm ve doğum ritüellerinin özenle korunup, sürdürüldüğü makro düzeydeki “büyük” evdir. Ufukta değişmekte olan hiçbir şey yoktur. Venüslüler üç yüz asır önce Dünya’nın tutulup, donduğunu gördüklerinde yapılan nüfus sayımını tekrarlamak üzere bir araya toplanırlar. Sahnenin solunu kadınlar, sağını erkekler sahiplenmiştir. Kadınlar, bağdaş kurmuş halde yün örerken, erkekler güreşir. Ortada Venüslülerin kutsal ananelerin timsali, üzerinde hiyeroglife benzer yazıların yer aldığı “fallik” Kaya Anıtı’nı görürüz. Yüksek bir yerde oturan yasa ile devletin düzeninin yetkilerini kendinde toplayan, sözlü ve yazılı her şeyin tek sahibi ve muhafazasından sorumlu Yaşlı Bilge olan biteni izlemektedir. Yaşlı Bilge ataerkilin denetim mekanizmasıdır. Daha en başında ikili cinsiyet rejiminin, cinsiyetçi işbölümüne dayalı gündelik hayat pratiklerinin hayli belirgin ama muzip bir görüntüsüyle baş başa kalırız. Yaşlı Bilge aynı zamanda Venüs’ün nüfus sayımından sorumlu kişisidir. Venüs’te yaşayanlardan sadece erkek olanları ve erkek doğanları kayda geçirmektedir. Bu duruma ilk itiraz kadınlardan gelir, kadınların niçin sayılmadığımı soran kadınlara erkekler de itiraz eder. Kendisi de erkek olan Yaşlı Bilge, bu durumu açıklayan yazılı bir belge bulur: Anıt! Anıtı üzerindeki yazı bile daha önce yaşamış ata Yaşlı Bilge’lerden birinin elinden çıkar. Erkeklere koşup anıtı getirmelerini emreder. Kadınlar bu belgeye de itiraz ettiklerinde “kutsal dağın kutsal taşını bayramlarda taşımamakla, Mars ve Satürn ile yüzyıllar boyu süren savaşlara katılmamakla, iyiden kötüyü ayırt etme yeteneğinden yoksun olmakla, başbuğ seçmeyi, haykırmayı, sevişmeyi, öldürmeyi, yaşatmayı, yapmayı, yıkmayı, avlanmayı, doğurdukları çocuklara ad koymayı erkeklere bırakmakla” suçlanırlar.(s.39) Bu sebeple varlıkları sayılmamalıdır. Kadınlar ise erkekleri bütün bunları kendilerine yaptırmamakla itham ederken, erkekler çoktan bilek güreşine tutuşmuşlardır bile. İçlerinden bir erkek, “Kadınları kim kışkırtıyor?” diye itiraz ederken isyan eden kadına şişmiş pazusunu göstererek “sen çok konuşma, ben senden akıllıyım” diye çıkışır. Bu kargaşa içinde anıt devrilir. Kadınlar ve erkekler anıtı elbirliği ile yerine yerleştirir. Venüs yeniden sayılır, kadınlar olmadan. Kadınlardan neden hep yapmadıkları şeyleri anıta yazdıkları yönündeki itiraz da kâle alınmaz. Oysa anıta yaptıkları şeylerin de pekâlâ yazılabileceğini haykırır içlerinden bir kadın: “Erkeklerimizin getirdiği av etlerini pişirdiğimizi, onların ad koydukları çocuklarımızı dokuz ay karnımızda taşıdığımızı, dokuz ayın sonunda en amansız sancılarla doğurduğumuzu, doğan çocuklarımızı sütümüzle beslediğimizi, büyüttüğümüzü, erkekler erkelerle savaşırken hayatı, düzeni sürdürdüğümüzü niçin yazmamışlar?” (s.45) Bir diğeri sadece erkeklerin anıtı yazmasına küfreder. Hemen hain ilân edilir. Ardından erkekler atasözlerini çeşitli heykel pozisyonları deneyerek söylemeye başlar. Bir kadın başka bir anıt inşa etmeyi teklif ettiğinde alacağı cevap bellidir: “Bugün git, yarın gel!” (s.46) Kadınlardan bir diğeri “Bizim yaptıklarımızı yazacak yok mu?” (s.47) diye bağırır ancak bir muhatap bulamaz. O sırada başka bir kadın kendini Bilge Kadın görevine atar. Bundan sonra kadınların haklarını o savunacaktır. Yaşlı Bilge’ye kendisine kadınların bilgesine yer vermesi gerektiği şeklinde çıkışarak “Yaptıklarımızı anıta yazmaya değer bulmuyorsanız, biz de onları yapmayız” der. Ortalık yeniden karıştıktan sonra Yaşlı Bilge kadınları da saymayı kabul eder. Erkekler güreşe, kadınlar şişlerini ellerini alıp örgülerine dönerler. Bilge Kadın sahne kapanırken aslında bunun hatırı sayılır bir başarı olmadığının altını çizecektir: “Demeyin şimdi, kadının fendi erkeği yendi, sanmayın ki Venüslü kadınlar bilinçlendi. Venüs’te bir gün diğerine uymaz, aslında Venüs’te eski hamam, eski tas.”(s.49) Gerçekten de Bilge Kadın bir sonraki sahnede sosyal yardımlaşmadan bahsettiğinde, öncelikle “sosyal” kelimesini diline doladığı için kadınlardan tepki görür. Kadınlardan biri “ben böyle şeyleri evime sokmam” der. Bir diğeri kaynanasının kötülüğünü tartarak bu Bilge Kadın yanında onun lafının edilemeyeceğinden yakınır. Birden kadınlar kendi içlerinde başka bir isyana sürüklenir. Sayılmadan önce daha rahat bir hayat yaşadıklarını söyleyerek kocalarının merhametinin onlara yettiğini, sokak çocuklarıyla ilgilenmek istemediklerini, bunların sorumluluğu ile Yaşlı Bilge’nin ilgilenmesi gerektiğini söyleyerek derhal Bilge Kadını marjinalize ederler. Bu aşamadan sonra Yaşlı Bilge’nin kutsal metinden kopup gelen hizaya çağıran sesini duyarız:

“Kutsal peygamberimizden sonra kocalarınız gelir. Bundan beş yüz yıl kadar önce kadınlar kocalarının sözünden dışarı çıkmaya kalktılar. (s.57) Sonra bir kıtlık oldu. Sonra bir salgın oldu. Sonra bir sel oldu. Sonra yangınlar oldu. Sonra tufanlar oldu. Gök gürledi, şimşek çaktı. Venüslüler bildiler kıyamet yakın… Anladılar ki suç kadınların. Kocalarını tanımayanların, kadın olduklarını unutup erkek işine burnunu sokanların. Mahkeme kuruldu orta yerde. Koca sözü dinlemeyenlere yüce yargıçlar dur, dediler. Her birine hüküm giydirdiler, orta yerde odunlar yığıldı, üstüne direkler çakıldı, kadınlar direklere bağlandı, bir kocaman ateş yakıldı.” Bürokratik dil ile iç içe geçen, anıt imgesiyle kütle haline gelmiş kutsal metin sesinin gürlemesine “oh olmuş” şeklindeki sözde “olumlu” tepkinin yine kadınların içinden gelmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Yaşlı Bilge, Kadın Bilge’yi kadınların düzenlerini, hayallerini yıkmakla suçlar. Ataerkinin ortadan kalkması en çok kadınların zararına olur, onların boşluğa düşmesine neden olur diye uyaracaktır: “Onlara bırakmalarını istediğin eski kadar güçlü, o eski kadar sağlam bir yeni verebilecek misin?”diye sorar. (s.58) Bilge Kadın bunun kendisinin görevi olmadığını, kendi yollarını kendilerinin bulması gerektiğini söylediğinde yine itirazın “o dediğini kocam bana bulur” cümlesiyle yine başka bir kadından gelmesi anlamlıdır. “Kendi hayatlarının anlamını kendileri vermeye, kendilerinden yine kendilerini sorumlu tutmaya alışmalılar” der. (s.59) Der de nafile… Bu sözlerinin karşılığını bulacağı bir kitle yoktur karşısında. Bundan sonra söyleyeceği her söz, her davranış, her bilinçlendirme teşebbüsü yarım kalacak ve öncelikle kadınlar tarafından anlamsız bulunarak saf dışı bırakılacaktır. Ataerkinin salahiyet nöbeti erkeklerden de önce kadınlara devredilmiştir. Önce muzır kişi, sonra bir anarşist hemen ardından da kocalarını ellerinden almaya çalışan hafif meşrep bir kadına dönüşecektir diğer kadınların gözünde. Sosyal yardımlaşma derneği de Yaşlı Bilge tarafından “Venüs’te kışkırtıcı ve huzursuzluk yaratıcı etkileri görüldüğü için zararlı bulunarak kapatılmasına karar verilince” (s.65) Bilge Kadın’ın bütün çabaları sonuçsuzluğa, boşluğa itilir. Kadınlar oyun boyunca ekonomik şiddete maruz kalırlar. Fakat bunun bir şiddet olduğunun bilincine asla varamazlar. Kocalarından tatlı dil ile bayramlık isterler. Bir kadın kocası öldükten sonra ona bir hayat sigortası bırakmamasına oldukça içerler. “Ölmek kolay, zor olan bir yaşamı sürdürmek” diyen Bilge Kadın bir erkek tarafından susturulur. Çalışarak kendi parasını kazanmak isteyen kadın hemen hemen yok gibidir. Zaten kocalar da buna pek hevesli değildir. Venüstrates adlı ünlü erkek filozofun "erkek demek, şeref demek. Şeref demek, erkek demek!" şeklindeki aforizmasını söyleyerek dolaşan kocalar, kendilerine “karı parası yiyor” dedirtmemek için eşlerini tatlı dille çalışma hayatından uzak tutar. (s.96-97) Söz konusu tabloda erkekliğin devlet işleyişi, törelerin işleyişiyle nasıl itinayla inşa edilip, sınırlarının belirlendiği, korunduğunu parça parça izleriz. Ölünün devlet tarafından kabulü için istenilen belgeleri anlatıldığı sahne gündelik gerçekliğimizde karşılığını bulacak bir eril traji-komikliği içerir. Onay olmadan ölme eylemi de gerçekleşemez. Burada yine ailenin kuruluşu, anneye atfedilen değer (anama küfretme!), çinko tabutların tahta tabuttan daha dayanıklı olduğunu müzikal formunda duyuran reklamlar özelinde aileyi ayakta tutan tüketim kültürü, hepsi bir bir sahne alır.

“Venüs’te Kadınlar Matinesi” bölümü ise eğlenme kültürü ve erkekliğin inşası arasındaki ilişki üzerine düşündürücü niteliktedir. Eğlenmenin bile erkekliğin varlığını yüceltecek kuralları olmalıdır. Erkekler Venüs’te tek başlarına eğlenirler. Bu kural tartışmaya açık değildir. Ara sırada kadınlar da matinelerde ancak kocalarının izin verdiği ölçü içinde yer alabilirler. Erkekliğin inşasının son derece özgün biçimde anlatıldığı bu bölüm 1960’lı yıllarda Türkiye’de altın dönemini yaşayan gazino kültüründen örnekler ile ailemizin sanatçısı Zeki Müren’den izler taşır. Dinleyicilerine “Benim tatlı, değerli, aziz, azize benim hanfendi dinleyenlerim kucak kucak öpücük size” diye seslenen Venüs başşarkıcısı bütün çağrışımlarıyla Zeki Müren’i işaret etmektedir. Kadınlar onu görmek, ona dokunmak, onun sesini duymak için “kadın-erkek eşitliği, kadın hakları” gibi safsatalardan elbette vazgeçmeye hazırdır.(s.85)

Oyunun sonlarına doğru, Bilge Kadın hem Venüslü erkekler hem de Venüslü kadınlar tarafından âdeta def edilmiştir. Venüslü Kadınların Serüvenleri aynı zamanda bu def edilişin de hikâyesidir. Eskisinden daha büyük, eski anıtın yerinde “dimdik fışkıran”(s.100) yeni anıtı ortaya diken erkeklerin karşısında kadınlar ellerinde toz bezi ile hayranlık dolu bakışlarla yeni anıtı seyreder. Bir erkek çıkıp şöyle haykırır:

“Venüslüler, yani Venüslü erkekler! Gördüğünüz bu anıt, bize ata armağanı olan anıtı kıran menfur ellerin sahiplerine emsalsiz bir şamar indirirken, bütün Venüs erkeklerinin kalplerinde çarpan kutsal şeref anıtlarının anıtı olan bu anıt, asla aldatılmayan Venüs erkeklerinin timsali olarak ilelebet burada dikilecektir ki, Venüs erkeklerinin şerefine (…) bu yeni anıt şerefine yapacağımız sayım sonucu yeni anıt için gerçekten çarpan yüreklerin çokluğu gafillerin suratına çarpılacaktır.” (s.101-102.)

Sevgi Soysal, erkekliğin köklerinin toplumsal pratiklerden öyle kolayca sökülemeyeceğini gösterdiği bu oyununda erkeklerden çok kadınların patriyarka karşısındaki tutumlarına eğilmiş gibidir. Bu sebeple belki de Bilge Kadın bir türlü duyuramaz Venüslü kadınlara sesini. Venüslü kadınların kendi hikâyelerini yaşayabilme cesareti, bilinci kendi tecrübeleri içinde oluşmamıştır, oluşamamıştır. Bu sebeple sağır ve kördür onlar. Erkeklik ile onun yarattığı her alandaki şiddet ancak kadın ve erkeğin bir arada mücadelesiyle önlenebilir. Bu açıdan durduğu yerde kadın bilinçlenmesine cesur ve içeriden bir eleştiri getirmesi son derece kıymetlidir. Öte yandan Soysal’ın Venüslü Kadınların Serüvenleri’nde önerdiği salt bir toplumsal bilinçlenme değildir. Zira bireysel olmayan hiçbir şey toplumsal değildir. Bilinçlenmenin nasıl zaman içerisinde erkekliği besleyip büyüten her dinamikle tek tek mücadeleyi, emeği gerektiren, kendini daima dışarıdan bir gözle izlemeyi sürdüren, kendiliğin inşasını içeren uzun bir yolculuk olduğunu açık etmektedir. Tıpkı “Eğitici Radyo Üzerine Konuşmalar”’da Kiergaard’ın şu cümlesine yer verdiği gibi: “Toplumu kurtarma ne toplumun işidir ne de toplum örgütlerinin. Bu sadece bireyin, sadece bireyin işidir.” (s.180)

Dipnotlar

  1. Sevgi Soysal, Venüslü Kadınların Serüvenleri, TRT Günleri, Derleyen: İpek Şahbenderoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul 2017, s.182. Söz konusu kitaptan yapılan diğer alıntılar, metinde parantez içinde belirtilecektir.)
  2.  Bu türsel adlandırma Mümtaz Soysal’a aittir. Aktaran: Priska Furrer, Sevgi Soysal, Bireysellikten Toplumsallığa, Papirüs Yayınları, İstanbul 2004, s.136.
  3. Sanat Olayı, Sayı:46, Mart 1986, s.20-24.