Beyaz martı, kara kedi: küçük İskender sahiden yaşadı

Modern Türkçe şiir yaşayan en önemli temsilcilerinden birini, küçük İskender'i yitirdi. Dünyadan olan her şeye şiirin dilinde bir karşılık yaratan İskender, Boğaz’da bir beyaz martı, Beyoğlu sokaklarında kara bir kedi olarak dolaşacaktır. Hiçbir yere gitmedin şair, o yüzden güle güle değil, merhaba diyoruz sana…

Google Haberlere Abone ol

Takvim yaprakları 3 Temmuz 2019’u gösterirken biz arkadaşımızı; sevdiğimiz, hayran olduğumuz, şiirlerini ezberlediğimiz, yazdıklarından yeni duyarlılıklar kazandığımız bir şairi kaybettik. Ama modern Türkçe şiir yaşayan en önemli temsilcilerinden birini yitirdi. İstanbul’da bir gece yarısı, fiziksel varlığa veda ederek şiirin dil evinde sonsuzluğun şairi oldu küçük İskender…

Tarihi ve kültürüyle geçmişi binlerce yıl geriye giden, aynı zamanda dünyanın sayılı metropollerinden biri de olan şehri, iliğine kadar duyumsamış, şiire aktarmış bir şairdi küçük İskender. O nedenle pekâlâ, İstanbul şairini yitirdi de diyebiliriz. Bu arada küçük İskender’in, metropolü şiire aktaran, modern Türkçe şiirde bunu gerçekleştiren ilk şair olduğunu da belirtelim.

'ŞİİR ŞAİRİN ÖMRÜNDEN NELER GÖTÜRÜR?'

Bir soru soralım: Şiir şairin ömründen neler götürür? Bu soruyu hangi şaire yöneltsek uzun uzun anlattır… Bir gün yeri gelir belki, neden olmasın, sorarız. Peki şiir, şairin ömrüne, hiç değilse azalttığı kadar, hatta daha fazlasını ekliyor olabilir mi? Olacağını varsayalım… Her şiir kitabının, şairin ömrüne hiç değilse bir on yıl kattığını düşünelim… Bu durumda, küçük İskender kaç yaşında bir şairdi? Saptamak hiç de kolay değil… Çünkü çok yazan, dolu dolu yazan bir şairdi küçük İskender… Yerin üstünü yazdığı gibi yeraltını da yazan, yazdıklarını da bulabildiği tüm kanallardan, yeraltından, yer üstünden okurla buluşturan bir şairdi aynı zamanda…

O sonsuzluğun, hatıraların şairi oldu. Ama onu unutturmayacak başta şiirleri olmak üzere arkasında çok şey bıraktı. Örneğin “Ben ölünce dans edin” diye vasiyet eden coşkulu, duyarlı; “böyle bir adam yaşadı diye dans edin” diyecek kadar yaşamdan yana olmuş bir şair tavrı bıraktı. küçük İskender, ilk şiirleri Adam Sanat dergisinde yayımlanmaya başladıktan kısa bir süre sonra, önce şiir çevrelerinde, giderek okurlar arasında ‘marjinal şair’ olarak tanınmaya başladı.

Onun derhal “marjinal şair” sınıfına konulması aslında, daha baştan ona, yani hiç kimseye benzemeyen bu yeniliğe, karşı nasıl bir tavır alacağını belirleyememiş, “yerleşik değer” ya da “iktidar” sahiplerinin geliştirdiği savunma tepkisiydi. küçük İskender’in haklı isyanı daha o zamanda büyüyecek güce sahipti; nitekim öyle de oldu.

Gözlerim Sığmıyor Yüzüme, küçük İskender, 127 syf., Sel Yayıncılık, 2010.

İlk şiir kitabı “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” 1988’de, son şiir kitabı “Mayıs Giremez”se 2016’da okurla buluştu, Bunu söylerken serbest metinler ve şiirlerin bir arada yer aldığı kitaplarının da dahil olduğu farklı türdeki yapıtlarını ayrı tutuyoruz. Sayabildiğimiz kadarıyla yirmi dört şiir kitabının ve binlerle ifade edilecek sayıda şiirin şairi oldu. Yalnız bu kadar mı? Değil elbette…

Günlükten denemeye, romandan hikâyeye, geniş bir yelpazede yer alan serbest metinlerle yazının her türünde kitapları yayımlandı. Ama ömrünün sonuna kadar şair olarak yaşadı ve şair kaldı.

'ŞİİRİN YÖNÜNÜ DEĞİŞTİREN BİR KİTAP'

küçük İskender’in doksanlı yıllara iki yıl kala yayımlanan ilk kitabı “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” şiirin yönünü değiştiren bir kitap oldu. Seksen sonrasında etkili olmaya başlayan bir grup “şair” tarafından sıkıştırıldığı dar alanda geleceğini yitirme tehdidi altındaki şiire nefes aldırdı. Seksenden sonra 12 Eylül’ün yarattığı ortamda yayımlanan bazı dergi ve yayınlar etrafında solcu, sağcı, İslamcı vb. “genç şairler” arasında koalisyonlar kurularak deyim yerindeyse eşyanın tabiatına aykırı bir şiir anlayışı öneriliyordu. Buna göre şairin yeri fildişi kuleydi. Şiir de yalnızca dergiler, kitaplar ve kitaplıklarda var olabilirdi. Apolitik ve de ideoloji dışı şiir… Amaçlanan buydu… Bir tür ölü doğa gibi, ölü şiir… Neyse ki bu amaca ulaşılamadı.

Mayıs Giremez, küçük İskender, 136 syf., Can Yayınları, 2017.

Şiirin, seksenli yıllarda bir grup tarafından kendi aralarında döndürülen 'masa başı' ve 'elit bir oyun'a dönüştürülmesi girişiminin yerleşip yaygınlaşmasının engellenmesinde küçük İskender’in ve ilk kitabının büyük payının olduğunu söylemek gerek.

'ŞİİRİ, HAYATLA BULUŞTURDU'

Genç şairin ve şiirin hayatla, sokakla temasının büsbütün kesilmek istendiği dönemde, yirmi dört yaşında bir şair, ilk kitabıyla “o masayı” devirmişti. Kapıları açmış ve şiiri yeniden sokağa çıkarmış, hayatla buluşturmuştu. “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme”yle başlayan küçük İskender rüzgârı şiirin yatağını değiştirecek kadar etkili oluyordu. Yarattığı değişim rüzgârı gençleri olduğu kadar eski kuşak şairleri de etkiledi.

O “masa” mı? küçük İskender şiiriyle gelen değişim rüzgârının da etkisiyle en azından, o “masa” bir daha kurulamadı… Ki bu da az şey değildir. Hiçbir şey olmasa bile küçük İskender işte o “genç” şairdir. Gençlerin şairi olarak, gençliğin şiirini yazmış şair olarak yaşayıp temmuz gecesi sonsuzluğa uğurlanan namı diğer Derman İskender Över yani…

“Geç seksenler”in şairi küçük İskender, daha ilk kitabıyla hem geniş bir okur çevresine ulaştı hem de şiire önemli bir popülerlik kazandırdı. Bunda hiç kuşkusuz hayata ve dünyaya karşı olan duyarlılığı etkiliydi. Onun konuları, izlekleri, temaları, şiirindeki motifler ve en önemlisi şiir dili hayatın, dünyanın en yakıcı, ülke gündeminin en çetrefil siyasal sorunlarıyla yakından ilgiliydi. Bunu örneklemek için şiirlerinden alınacak herhangi bir dize yeterlidir.

İdamın kaldırılmasının tartışıldığı dönemde duygularını, düşüncelerini o unutulmaz dizelerin yer aldığı şiire aktarmıştı. “Her Şairin İnfazı Kalem Tutmasıyla Yazılır” başlıklı o şiir de başka birçok şiiri gibi ölümsüz yapıtları arasında yer alır. Aradan geçen yıllara karşın hâlâ genç ve yenidir. Merak edenler için tamamını okumalarını önererek şiirin son betiğini aktaralım:

Korku da, ölüm de, acı da

insanı yeni bir doğuma hazırlayan sancıdır

ama unutma ki sevgilim sakın

meyva vermeyen tek ağaç, darağacıdır!.

'BENİM DİLİM, BENİM SÖZÜM, BENİM ŞİİRİM'

İçerik kadar biçimdeki yenilikçiliği de dikkat çekiciydi. Kafiyeyi, aliterasyonu, sözcüğün sözcüğü çağırarak yarattığı yankıyı, ses çoğaltmayı, anlam köpürtmeyi; duygu, düşünce sıralamayı, onlara sıra atlatmayı; hece, ses koparmayı, parlatmayı, patlatmayı daha önce benzeri olmayan bir boyuta taşıyordu. Şiirlerinde çelişkili, kaotik havaya, umutsuz, karamsar, hatta nihilist duygu ve düşüncelerin bir arada oluşuna karşın yaşama sevinci her şeyin üstündedir.. “Yenildiğinde değil vazgeçtiğinde kaybedersin” diyen bir inatçılık vardır şiirlerinde. Aynı zamanda “benim bedenim, benim kararım” sözünde olduğu gibi “benim duyarlılığım, benim dilim, benim sözüm, benim şiirim” diklenmesi, dik duruşu, tavrı da yansır onun şiirlerinden…

“Kerem’le Şule’nin Ayrılık Senfonisi”nden bir bölüm okuyalım:

madem öyle, polis diyorsun

çabuk

bu ana bir taze İstanbul sığdırmalıyız alelacele

bu ana özgün bir ecel, haç biçiminde bir özel bir

ızdırap sığdırmalıyız.

bu ana bir anne, bir çocuk; bir anne: topal, bir çocuk:

ruhsuz

bu ana bir samurai görkemi, bu ana rahmin ana dilini

karakterlerimizin dinini sığdırmalıyız. .

sığ bir vücudun hep arzulandığı halde dokunulmamış

bir yerinin öksüz tenini sığdırmalıyız

çabuk ol, hadi, yaşanmamış yılların terini sığdırmalıyız bu

ana

yaşanmamış yılların gözyaşını, kahkahasını ve

mutluluğunu.,

unutmalı insan bazen

ne kadar soylu geçinip ne kadar soysuz bir erguvan

olduğunu. .

henüz dinlenmemiş kasetlerimiz, henüz gidilmemiş

tiyatrolar

sinemalar, cafeler ve henüz okunmamış kitaplarımız

henüz yazılmamış şiirlerimiz

henüz döllenmemiş bebeklerimiz var bizim.,

ikimizin bir ordusu var hayretlere, hayaletlere karşı

ve tanrım

ne kadar umarsızız şu dakika sevgimize karşı

farkında mısın

kapının zili, sirenler onlar, korkutmaktan anlar

bir gün sinerler. .

son kez öpeyim bari senin o hep beni

kahreden kaderinin üstünden

pek vaktimiz kalmadı sanırım artık

hadi sen önden çık, önden sen çık sevgilim

şiirin, bu anın içinden!.

“Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” yayımlandığında şiirlerin dili, İkinci Yeni şairlerini tanıyan, bilen, sevenler için bile tuhaf ve yadırgatıcı olmuştu. İlk kitap bir tür yeni bir doğa, yeni bir yaşantı alanı işaret ediyordu şiir dünyası için. Ondan sonraki kitaplarında şiirlerinde şair, o alanı işledi; daha iyi, daha güzel yaşanacak hale getirmek için sürdürdü arayışını. İlk kitabı şiir coğrafyasında bir ütopya adasıydı, sonraki kitaplar orada yepyeni bir dünya kurup yaşam alanına dönüştürdü. “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” üzerinde daha ağırlıklı durmamız, biraz da bu kitabın kurucu özelliği nedeniyledir.

'HER ŞEYE ŞİİR DİLİNDE BİR KARŞILIK YARATTI'

küçük İskender her şeyi şiire kattı; hayattan, dünyadan olan her şeye şiirin dilinde bir karşılık yarattı. Her şeyi şiirle yaptı da demek mümkün. Hem şiire bir sahne kurdu. Hem de şiirden bir sahne oluşturdu. Orda, o sahnede yaşamın tüm çelişkilerini sergiledi, yorumladı, eleştirdi. Beat kuşağının en önemli şairi Allen Ginsberg’e ithafen, şairin “Amerika” şiirine nazire olarak da okunabilen “Türkiye” başlıklı şiirini bir bölüm okuyarak hatırlayalım:

Nâzım'ını severim, buna kızabilirsin, ama bazı

-ne demekse- naif şairlerinin, devlet sanat-

çısı olmasına ve adının iktidar şakşakçısı

starlarla bir anılmasına dair çabalarına izin

verdiğinden, sana korkunç müteşekkirim, inti-

harımı hızlandırıyorsun böylelikle, böylelik-

le artıyor kirim ve seninle kirimiz, ne gam?

iyi akşamlar. Persil Supra.

Mustafa Suphi, artık hamsi mi Türkiye, dikkat et,

balıkları örgütlemesin,

Allah'a inanmıyorum, Osmanlı'yım velhasıl, akın

edip Avrupa'ya, toplayıp getiremesem de cil-

lop gibi veletleri, n'apalım, buradaki lüm-

pen teen-ager'larla idare ediyorum,

Türkiye, ayıptır sorması ne zaman akıllanacağız;

Türkiye, Kıbrıs'ın yakasını ne zaman bıraka-

cağız ve ne zaman yaraşır olacağız binlerce

devrim şehidimize

'AHMET KAYA'NIN ŞİİRDEKİ KARŞILIĞIYDI'

Açık bir şairdi küçük İskender. Açık denizler, açık gökyüzleri gibi… Açıktı, ama kaçık değildi. Saçıktı, ama saçma değildi. Üstelik saçmayı da savunabilirdi. Karşı olanları saçmanın da şiirsel bir boyut içerebileceğine ikna etmese bile karşı çıkmaktan vazgeçirebilirdi. Düşüncesi de, duyguları da, duyarlılığı da yeniydi. Gençti, asiydi, özgürlükçüydü. Daraltmadan yazdı. Uzatmadan yazdı, kaçınmadan yazdı. Eğilmeden, bükülmeden, ezilmeden, çekinmeden yazdı. Şair diyoruz ya, işte gerçekten bir şair olarak yazdı. Yaşadı yazdı. Bir benzetme yaparak ve başına gelenleri de hatırlayarak onun için Ahmet Kaya’nın şiirdeki karşılığıydı da diyebiliriz.

Otoriteye de, hiyerarşiye de karşı çıkarken yerleşik değerleri, beğenileri, yargıları hedef alırken bedeli ne olursa olsun geri adım atmadı. Gezegeni tehdit eden ekoloji sorunlarıyla da ilgilendi; öteki kimliklere, varoluş tarzlarına, marjinal tercihlere yönelik baskılara karşı da tepkisiz kalmadı, tavır aldı. Dili hayatın ve dünyanın ağrıyan dişini kurcaladı, acıyan yerlerine eğildi. Aşkı bir özgürleşme imkânı olarak görüyordu… O nedenle aslında büyük meselesinin özgürlük olduğu söylenebilir. Hayatı hem yazdı, hem okudu. Şairliği de şiirleri de buydu. Okuyor ve yazıyordu. Hangi sorunla ilgiliyse ona karşı zekice yaklaştı. Bakışı ironik, yorumu ve eleştirisi acımasız, ama samimiydi. Şiirlerinin yapısındaki önemli özelliklerden biri de içtenliktir. Kendi hayatına dönüp dibe indiğinde ilk hatıralarını bulduğu ve yazıya aktardığı “Belirsiz Elli”nin önsözü, sanki aynı zamanda bir “sonsöz”dür. Bir bölüm okuyalım:

“Bebektim, çocuktum, ergenliğimi darbeye kaptırıp yaşayamadan büyüdüm. İnsanlara güvenecek kadar aptal, şiire sığınacak kadar da cesur bir gençlik yaşadım. İnkâra gerek yok, hiddetli görünsem de sürekli romantiktim. Ne sömürülen zamanımı bir ‘duruş’a çevirdim ne de önemli şeyleri bir yüz felci sanıp somurtarak yürüdüm.

17 yaşındayken Datça’da ahşap bir iskelede oturup geceye ve Akdeniz’e doğru ‘bir gün ölmeye size geleceğim’ dedim.

Beni sürekli dövse de babama inanarak, bana sarılmayı hep ihmal etse de annemi severek hayata atıldım. Tecavüze uğradığım yahut tacizle tanıştığım için değil, erkekleri sevdiğim için eşcinselliği; arkadaşlarım dayattığından değil, kafam çalıştığı için anarko-sosyalistliği; maçları kazandığı için değil, âşık olduğumdan Fenerbahçe’yi seçtim. Hepsini maceraperestliğime vermek gerek.

Şiir yazdım. Eğer şiirse onlar.

Aşklar yaşadım. Eğer ciddiye alındılarsa.

Bir adım vardı, İskender’di o; kimseye büyüklenmediğimi göstermek için ‘küçük’ denmesini istedim.

Yaşadığım ülkeyi faşistler yönetmeseydi, cennet olurdu. Eminim.

O beni sevmese de ben bu ülkeyi çok sevdim.

(…)

Eğlenmesini de biliriz biz ağlamayı ezberlediğimiz kadar – meselemiz hep insan, meselemiz hep yaşamayı şenliğe çevirebileceğimiz bu gezegen. Birkaç avuç et olmadığımızı bile bile söyledik inandığımız doğruları. Dürüstçe. Kaypaklık yapmadan. Kaybetme korkusu duymadan.

İyi ki yaşadım.

İyi ki yaşayacaksınız.

İyi ki yazdım.

İyi ki okuyup yazıp kazanacaksınız.”

O yine Boğaz’da bir beyaz martı, Beyoğlu sokaklarında kara bir kedi olarak dolaşacaktır. Her bahar İstanbul’da erguvan, adalarda mimoza olarak açacaktır. Her gün yeniden şiiri kuşanacak, şehri kuşatacak, aşka abanacaktır. O şiirler boşuna yazılmış olamaz. O şiirlerin boşuna yazılmadığını biliyoruz. Beyaz martı, kara kedi küçük İskender sahiden yaşadı, onu da biliyoruz…

Daha fazlasını arayan, bilmek isteyenler için en iyi kaynak elbet küçük İskender’in başta şiir külliyatı olmak üzere yapıtlarıdır. En kısa sürede bütün yapıtlarının bir arada yayımlanacağını umarak, ancak şimdiye kadar bunun gerçekleşmemesine de şaşırdığımızı belirtelim. Hatırlatma amacıyla yayımlanmış şiir kitaplarının saptayabildiğimiz listesini paylaşalım.

“Gözlerim Sığmıyor Yüzüme" (1988), “Erotika” (1991), “Yirmi5April” (1994), “Periler Ölürken Özür Diler” (1994), “Suzidilara” (1996), “Güzel Annemin Hayal Gücü” (Tek Baskılık Kitap, 1996)

“Ciddiye Alındığım Kara Parçaları” (1997), “Papağana Silah Çekme!” (1998), “Alp Krizi” (Tek Baskılık Kitap, 1999), “Gözyaşlarım Nal Sesleri” (1999), “Bir Çift Siyah Deri Eldiven” (2000), “İpucu Bırakma Sanatı” (2000), “Bahname” (2000), “Teklifsiz Serseri” (2001), “Kahramanlar Ölü Doğar” (2001), “Çürük Et Deposu” (2001), “Eski Kral Deposu” (2002), Dicle ile Fırat (2004), “Bir Daha Bana Benzeme Angel!” (2004), Sarı Şey (2010), “Bu Defa Çok Fena” (2011), “Ali” (2013), “Elli Belirsiz” (2014) ve “Mayıs Giremez”

Eksiğimiz varsa okurlarımızın tamamlayacağına inanıyoruz…

küçük İskender bir şairdir, ama kaydetmek gerekir ki o aynı zamanda ülkenin özellikle bir döneminin, önemli ve tarihsel bir zaman kesitinin de simgesi olmuştur. Boğazın beyaz martısı da, Beyoğlu’nun kara kedisi de o simgenin bir parçasıdır.  Hiçbir yere gitmedin şair, o yüzden güle güle değil, merhaba diyoruz sana…