Şairin umutsuz olmayan karamsarlığı: Kâbusnâme

“Kâbusnâme”, kültürün barbarlığa doğru hızla sürüklenişine, insanın insan olma ütopyasından uzaklaşmasına yönelik gözlemi şiirin olanaklarıyla tarihselleştirmesiyle de önemli bir adım atıyor. Kitap insanın insan tarafından sömürülmesinin, ümüğüne basılmasının yalnızca emek hırsızlığından ibaret olmadığına dikkat çekerken sömürünün, insanın insana ve doğaya karşı uyguladığı şiddetin bin bir türünü de ayrıntılı biçimde şiir olarak sergiliyor.

Google Haberlere Abone ol

Türkçe şiirin son otuz yılını kapsayan döneminde “merkez”den uzak şiire yakın olmuş şairlerden biri de Sedat Şanver’dir. 1990 yılında Güneş gazetesinden aldığı ve karşılığı daktilo olan ödül de, 1993 yılında yayımlanmamış dosya dalında verilen Cemal Süreya ödülü de onu “merkez”e yaklaştıramamıştır. Nedeniyse açıktır; en özet tanımıyla şairin “merkez”in dışında olma tercihi.

Sedat Şanver’i gündemimize almamızın elbette ki bir nedeni var. Şanver’in son kitabı “Kâbusnâme” Yazı Kültürü etiketiyle yılın bitmesine günler kala okurla buluştu. İlk kitabı “Dilin İsyanı” 1985’te yayımlanan şairin “Kâbusnâme” onuncu kitabı.

Fark edileceği gibi yazı, tartışmaya açık bir iddiayla başlıyor. “Şiirde bir ‘merkez’ mi var” ya da “sözü edilen acaba nasıl bir ‘merkez’dir” türü sorular yöneltilmesine neden olacak bir iddia içeriyor girişteki ifade.

Şiir anlayışını, ortamını, kültürünü “dışarıdan müdahalelerle” yönlendirme niyetinde olan ve bu doğrultuda rol oynayan yayınevlerinden, eleştirmenlerden, dergilerden, jürilerden müteşekkil bir “yapılanma” olduğu bir gerçek. Bu “yapı” tarafından biçimlendirilmiş bir çevre ve ilişkiler ağı kurulduğu, yine aynı biçimde bir tür “kavuklu geleneği” sistemi oluşturulup yürütüldüğü de söylenebilir. “Merkez”den kasıt bu vesayetçi, müdahaleci yapılanma ve faaliyetleridir. Ancak her zaman olduğu gibi mevcut koşullarda da bu “merkez”e ve onun yarattığı “moda”ya, şiir anlayışlarına ve kalıplara tabi olmayan şairler vardır. Elbet bu, daha üst iktidar çevreleriyle resmi, yarı resmi, geleneksel ideolojiyle her daim uzlaşmacı ve uzlaştırıcı “merkez”in vesayetini tanımayan, kabullenmeyen –eski, yeni kuşak fark etmez- şairlerin işi hiç de kolay değildir. Her şeyden önce onların yapıtlarının görünür, bilinir olmasını, okurla buluşmasını sağlayan “dolaşım” olanakları kısıtlıdır. Daha da açıkçası, “merkez”i tanımayan şairlerin yapıtları örneğin “vitrinde” zor yer alır.

Yayın sektörü ve kültür endüstrisi için de arz talep politikası belirleyicidir. Söz konusu “yapı”ysa her daim arz araçlarını tekelinde tutan ve talebi etkileyen stratejiler geliştiren olanaklara sahip sermaye gücüne bağlı iktidarın yanındadır. O nedenle sanılır ki şaire “uzlaşmazlığının” bedelini ödetmek kolaydır. O nedenle şairin ve yapıtının okura ulaşacak mevcut yolları büyük ölçüde kesilir. Ama şairi de, şiiri de engellemek mümkün müdür? Hangi güç şimdiye kadar “gerçek şair”i bedel ödettirme tehdidiyle teslim alabilmiş ve şiirini iktidarla “uzlaştırabilmiş”tir?

Şair her şeyden önce sözünü özgürce söyleme direnciyle, inadıyla şairdir. Şiir ayrıca, ancak özgürlüğe bağlı kalarak dile getirildiğinde özgün olabilir. İktidarların önünde eğilen şiirin özgünlüğü de mümkün değildir.

Sedat Şanver’in başlangıcından itibaren “merkez”den uzak duran bir şair olduğunu dile getirmiştik. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu da söylemiştik. Şairin bu tavrının şiirlerine de yansıdığını belirtelim. Sedat Şanver’in şiirleri, onun insanlığın (hümanizmanın) kazanımlarını, evrensel ilkeleri, bireysel sorumlulukları, toplumsal yaşantıyı kuşatan moral değerleri, etik tavrı benimseyen bir şair olduğunu yansıtır. Bu yönüyle de günümüzde az rastlanan örneklerden biri sayılır. Şiir şairin şahitliği olduğu gibi şaire de şahit olabilir. Şairin hayatı şiire dahildir.

Sedat Şanver, son kitabı “Kâbusnâme”de, adından da anlaşılacağı gibi “ahlak”ı sorun haline getiriyor. Daha doğrusu zamanımızda, büyüsünü yitirmiş dünyada sorun haline gelen “ahlak” konusuna eğiliyor diyelim. Şiirlere geçmeden önce kitaba adını veren “Kâbusnâme” üzerinde kısaca duralım.

“Kabusname” aslında İran edebiyatına ait ve bu geleneğin önemli bir örneği olarak gösterilen Keykâvus'un 1082 yılında oğlu Giylanşah için yazdığı nasihatler dizisinden oluşan bir kitaptır. Bir “ahlaki nasihatlar” kitabıdır. Sedat Şanver’in “Kabusname”si de bu, “Doğu edebiyatı klasiği”ni model alarak yazılmış şiirlerden oluşuyor gibi. Şanver, şiirlerinde çağının “ahlak” sorununa didaktik bir yöntem izleyerek eğiliyor ve uyarılarda bulunuyor diyebiliriz. Ancak Şanver’in didaktizmi, öğüt ve uyarıcılığı yasladığı eleştirel boyut dikkat çekiyor. Sözün, söylemin, dilsel yapının, şiirsel kurgunun ağırlık noktasında yer alan şairin eleştirel tutumu, eleştirel mesafesi didaktik iletiye derinlik katıyor.

Kitap iki bölümden oluşuyor. Keykavus’tan “Şunu bilmiş ol ey oğul / bütün hünerler içinde söz söylemiş olmaktan daha iyi hüner yoktur” alıntısıyla başlayan ilk bölüm “Didaktik Kâbus” ara başlığını taşıyor. Bu bölümde değişik başlıklar altında elli şiir yer alıyor.

İsmet Özel, insan için “eşref-i mahlukat” deyip geçmişti “öte”ye. Sonra o “öte”den konuşmayı denedi. Öteden konuşmak için de öteye geçmesi gerekti. Ama konuşamadı. Çünkü ölüler konuşmaz. Sedat Şanver, İsmet Özel’in “eşref-i mahlukatı”na vuruyor şiirin neşterini... Şanver insanın çöküşünü konuşmak için herhangi bir yere geçmiyor. Olduğu yerden açıyor insan denilen kuyunun kapağını... Ya da insan denilen “Pandora’nın kutusu”nu... Şu dizeler kitabın ilk şiiri olan “Kayıp Sözler Mağazası”ndan:

Bir dostu yitirmek zordur ve elbet

Kredi kartıyla ödenmez ihanetin faturası

Sedat Şanver, Kâbusnâme, Yazı Kültürü, 2018.

Toplumsal çöküş ve çürüme yaşantının daha da yoksullaşmasına, çoraklaşmasına yol açarken şairin buna duyarsız kalmayarak karamsarlığa kapılması olağandır. Turgut Uyar, insanın çıkmazda olduğunu söylemişti. Ama aslında bu İkinci Yeni şiir dalgasının ortak tezi olarak değerlendirilebilir. Edip Cansever de, Cemal Süreya da aynı şeyi söyleyebilirdi Çağına karşı duyarlı olmakla ilgili bir durumdur çünkü söz konusu olan. Dünyanın dönüşü felakete doğruyken duyarlı birinin, hele ki şairin, insanın da çıkmaza girmiş olduğu gerçeğini fark etmesi şaşırtıcı değildir.

“Kâbusnâme”, kültürün barbarlığa doğru hızla sürüklenişine, insanın insan olma ütopyasından uzaklaşmasına yönelik gözlemi şiirin olanaklarıyla tarihselleştirmesiyle de önemli bir adım atıyor. Kitap insanın insan tarafından sömürülmesinin, ümüğüne basılmasının yalnızca emek hırsızlığından ibaret olmadığına dikkat çekerken sömürünün, insanın insana ve doğaya karşı uyguladığı şiddetin bin bir türünü de ayrıntılı biçimde şiir olarak sergiliyor. “Yoksul Şifahane” adlı şiirde öznesi insan olan bir dehşet sahnesi betimlenmekte:

Kürdistan'da ayaklarını alıp elmalı şeker veriyorlar çocuklara

Ahali, çılgınlar gibi alkışlıyor polis arabalarını

Kitabın adı “Kâbusnâme”, ama “rasathane” de olabilirmiş. Gerçi kâbus da görmekle ilgili... Şairin eleştirileri yoğun bir gözlem, yorgunluk oluşturan bir gözleme dayanıyor... Bakmaktan çıkan, ama daha çok görmeyi önceleyen, ağırlığın görmekte olduğu bir gözlem dikkat çekiyor.

Sedat Şanver, insanın sevgiden, aşktan uzaklaşmasıyla barbarlaşması arasında koşutluk görüyor. Bu soruna paradoksal tezlerle dikkat çekiyor. Şairin yorumundan anladığımız, barbarlık sürecine giren insan cinselliği metalaştırmış, cinsel ilişkiyi sömürü aracına dönüştürmüştür. Ya da tam tersi. Sevgisiz, aşksız bir cinsellik, öylece yaşanan cinsel ilişkinin bedeli insanlığın kaybıyla birlikte barbarlığın yükselişine yol açmıştır. Sevişmenin çıkar sağlama aracına dönüşmesi insanın barbarlığını gösterir. İnsanlık için yalnızca utanç nedeni değil, toplumsal çöküşe doğru hızlı bir savruluştur bu. Şanver, dize dize, betik betik, şiir şiir kitap boyunca toplumun hem ikiyüzlü değerlerini hem de sahtekârlığını deşifre ediyor. Sözcüklerin aynasını barbarlığı besleyen toplumsal yasaların, geleneklerin, âdetlerin, örflerin, tabuların, alışkanlıkların, kutsallıkların içyüzünü göstermek için kullanıyor. “Kız İsteme Merasimi” başlığını taşıyan şiirden bir bölüm okuyalım:

Kayışı bir delik geri alsak yumurtalar tören esnasında patlayacak

Akar sular buharlaşıyor, kuşku köpürmüş; sabır, cezveden taştı taşacak

Zurna olacak kamış efkârlı, avuçlar dünyanın en uzun nehir yatağı

Her fırsatta terleyen kasık cumhuriyetinde kaşıntı pudrası

Krem sürün coğrafi derinliklere, kırdan bayırdan düş toplayın

Mutlu olun, şenlik başlıyor; prenses toprağa uzandı uzanacak

Eksik sevinçler geliyor akla, yarım yamalak aşklar, gözler hayli pişman İmparatorlukta havai fişekler; işveli kahkaha, ateşli öpüşme, falan filan

Aslında şair olarak önemli bir sorumluluk alıyor Şanver. Birinin yapması gerekeni yapıyor. Toplum denilen örgüyü söküyor, kültürsüzlüğün kültürü olarak egemen anlayışın ürettiği estetiğin sonucu olan her türden “yapma çiçeğin” yüceltilerek yerleştirildiği kutsal vazoyu kırıyor... Toplumsal örgüyü sökmeye aile örtüsünden başlıyor. Örtüyü çekip alabilir, ama o örtüyü alıp katlamak yerine söküp yumak yapmayı tercih ediyor... Böylece “kutsal aile”nin kanlı tarihi tüm çıplaklığıyla çıkıyor ortaya.

Kıyamet saatini bekliyor mahalle, çarşı esnafı kesici aletler kuşanmış

Taşınacağımız tabutta inancımız yazılı, mezarlıkta yatacağımız taraf belli

Adliye girişinde şüpheli çanta, künyemiz mübaşirin ağzında vukuatlı çığlık Hakkımızda en tehlikeli iddia baba adı; doğum yeri, tahmini ölüm tarihi

İlk sevgilinin açık bıraktığı yara, biri şu zavallı sonbaharı ayağa kaldırsın

Modern çağın başında insanlığın girdiği yüzyıla ayna tutan İngiliz şair T. S. Eliot'ın şiir şemsiyesi uçmuş İzmir'e düşmüş gibi... Onun yağmur için açtığı şemsiyeyi Sedat Şanver belki bir raslantı sonucu Bornova bayırlarında uçarken yakalamış ve özellikle İzmir sıcağında güneşten korunmak için açmış sanki.. Şairin içinde onu kül etmeye yetecek kadar ateş zaten vardır. Bunun hiç değilse yüzümü koruyayım diyerek açılmış bir şiir şemsiyesi olduğunu düşünmemizi sağlıyor “Kâbusnâme”. Sedat Şanver, yaşadığımız utanç çağını betimliyor, yorumluyor ve eleştiriyor. “Dağınık Müfredat” başlıklı şiirinden bir bölüm okuyalım:

Dersin en zor sorusunu bize soruyor öğretmen

Kalbinize gizlediğiniz yenilmez kahraman kim

Karanlıkta yolunuzu kesen cengâverin niyeti ne

Kimdir bu topraklarda adı küfürle anılan sadık millet

Şair bir yandan yaşantının gözetleyen, dikizleyen “büyük biraderin gözü” olarak yeniden biçimlenmiş devletin ve aygıtlarının kuşatmasında olduğu gerçeğine dikkat çekerken bir yandan da insanlığın üzerindeki baskıya karşın henüz büsbütün yüzsüzleşmediğine ilişkin inancını sürdürüyor diyebiliriz. Hatta Sedat Şanver’in aslında bütün sözcüklerini insanlığı savunmak için seferber ettiğini görüyoruz. Yer yer alayla, ironiyle, kara mizahın keskin diliyle saldırısının aslında bir savunma taktiği olduğunu söyleyebiliriz. Alıntılanan bölüm “Beyaz Felaket” başlıklı şiirden:

Sizin her daim utanacak birine ihtiyacınız var, kulaklar sağır

Bilen yok, iskeledeki hangi baba kayığın uçkurunu çözecek

Bu dehşetli fırtınada gemiyi ilkin kim terk edecek, suyun kusuru ne

Kalkın ve suretinizi işleyin geceyi aydınlatan dalgaların ışıltısına

Kitabın “Epik Name” başlıklı ikinci bölümünde elli altı şiir bulunuyor. Bu bölümdeki şiirler de ilk bölümde sorunsallaştırılan konuyla ilişkili ve yeni bir perspektif sunuyor. Bu bölümdeki şiirler için ilk bölümde dile getirilen çağın kâbusuna karşı bir destan söz konusu diyebiliriz. Bunun önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü ilk bölümdeki atmosfer ikinci bölümde şairden bir ağıt beklentisi oluşturacak nitelikte. Ölmüş de gömülmek için cesedinin soğuması beklenen insanlık için ağıt. Sedat Şanver bunu düşünmüş olmalı ki ikinci bölümde çağın destanını yazıyor. Şairde de, şiirlerinde de karamsarlıkla umudun sarmaştığına yönelik bir veri olarak alabiliriz bunu.

“Sözcükler kullanıldıkları çağın duyarlılıklarını yansıtırlar” diyor Turgut Uyar. Öyleyse bu çağın kullanılan sözcükleri de ayna işlevi görebilir. “Kabusname”de Çağını yansıtan sözcüklerin aynası son derece pürü pak. Alıntıladığımız şiir “Bitiş Çizgisi” başlığını taşıyor:

Tesadüfen geçiyoruz köprüden ve çaldığımız her kapı hiçliğe açılıyor

İmar planı değişmiş, evin girişinde gişe; insanlar yoksul, nezaket pahalı

Kimse başlangıçtaki kadar yiğit değil; zaman, bir tek kendine kahraman

Kenara istiflenmiş bu sancılar kimin, hangi yalanla avunacak çocuk

Önde katil, arkada teşkilat; cinnet, şehirde koşturup durdu bir ömür

Geçip gitti, her ne ise aklı karıştıran; unutun olan biteni, silin avuçtaki izi

Taciz tecavüz, vurdu kırdı, herkes suretiyle oyalansın; söyleyin, ilkin

Hanginiz saygı duruşunda bulunacak savunma dosyasının önünde

Hanginiz pişmanlık bildirecek, kim itiraf edecek kod adını karakolda

Suçları kelimelerle işlemiştik, siz bunu zaten biliyorsunuz; günahları Kabahatleri, tarihe geçmiş cinayetleri; masumiyete atılan iftirayı

Ayıpları, üstümüze yazın kimsenin sahiplenmediği o meşhur kıyameti

Çarşı pazarda harcadık hayatın küsuratını, günler ve hikâye hayli eksik

Çocuklar yaşlı ve eskimiş yakışıklı, fotoğraflar yanlış güzelliğe bakıyor

Şişeler tedirgin, şarabın tortusu koyu, geride kalan söz hükümsüz

Ahalinin cebinde gösterişli bıçak ve siyanür, ilk baskı imla kılavuzu

İkinci yeni şiiri kapitalistleşme süreciyle beraber modern bireyin ortaya çıkışına ve yaşantısına eğiliyordu. Seksenden sonra neokapitalist sürecin yarattığı yeni tür bireyin, bireyleşmenin, toplumsal yapılanmanın moral değerlerde oluşturduğu krizi şiir için sorun haline getirmek önemli bir deneyimdir.

Sedat Şanver gördüğünü şiire aktarırken tartışıyor, düşünsel işlemden, bilincin süzgecinden geçiriyor, eleştirel bir boyut kazandırıyor. Böylece gördüğüyle arasına bir mesafe koyuyor. Aslında şiir o boşluğu dolduruyor. Eleştirel mesafe gerçekliği tarihselleştiriyor. Şairin eleştirel gerçekçiliği kendi konumunu, pozisyonunu, tavrını da imliyor. Gerçekliği bilmek tavır alma sorumluluğu getirir. Bu etik bir zorunluluk olduğu kadar estetik bir tercihtir de… Şanver’in de tam olarak yaptığı budur diyebiliriz. “Aldanış” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

Açın veresiye defterini, borcumuz neyse ödemeye hazırız

Bu kadar kızıp gücenmeyin nezaket kurallarına, yasalara ve jandarmaya

İnsan göğsündeki düğmeyi söker sökmez dünya rezilliğe doyacak nasılsa

Söyleyin, mazeretiniz ne; söyleyin, bu defa hangi masala kanacak sevgili

Hangi yalana aldanacak gönül, sokağın savuracağı en ağır küfür ne

Benden yenilgiyi tarif etmemi istiyorsunuz, iyi bakın durduğum tarafa

Söyleyin, ne anlatabilirim size bu coğrafyanın hikâyelerinden başka

Sedat Şanver “Kâbusnâme”yi oluşturan şiirlerin dili için “Sisifos”un kayayla, “Yaşlı Adam”ın denizle, “Kaptan Ahab”ın “Moby Dick/Beyaz Balina’”yla “Don Kişot”un “yel değirmenleri”yle “Odyseus’un zorlu deniz yolculuğunda kendisine karşı olan tanrılarla ve karşısına çıkan engellerle uğraştığı gibi bir uğraşıya girmiş...

Şiir okuruna söyleyeceğimiz “Kâbusnâme”nin hayli “ağır” bir kitap olduğudur. Bir solukta okunup bitirilecek bir kitap değil. Ancak “şiiri de aşan şiirler” okumak isteyenlere ısrarla öneriyoruz.