Düşünbil Dergisi editörü Hamza Okumuş: Türkiye'de editör fiilen var olamadı

Bilim, felsefe, kültür sanat ve psikanaliz alanlarında içerik üreten "Düşünbil Dergisi" Türkçe metinler editörü Hamza Celalettin Okumuş ile dergiciliğe dair sohbet ettik. Konu yazar- editör ilişkisine gelince, Okumuş, "...Bizim ülkemizde 'editör' fiilen var olamamış bir kimsedir: Söylemde editör vardır; yazı gelir, yazının imlâsına bakar, noktalamalarıyla uğraşır ve hepsi bu kadardır!" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlayan Düşünbil Dergisi, ortaya çıktığı günden bu yana, bilim, felsefe, kültür sanat ve psikanaliz gibi farklı dallardan yazıları yayımlayan bir içeriğe sahip oldu. Edebiyatı da kapsama alanına alıp, “Düşünen her insan gençtir” şiarıyla hareket eden dergi, kendini genç hisseden herkese ulaşmak istiyor.

Derginin Türkçe metinler editörü ve yazar Hamza Celalettin Okumuş ile, Türkiye dergiciliğini, editör yazar ilişkisini ve sosyal medyanın dergiciliğe olan etkisini konuştuk. Konu sürekli bir üretime dönüşmeye ve dolayısıyla gelenek meselesine geldiğinde Okumuş, “Felsefe, bu coğrafyada 'çok satan' bir şey değil. İktisadî olarak mağlup başlıyorsunuz yani işe” sözleriyle düşüncelerini açıklıyor.

İlk olarak, bilimi, felsefeyi ve/veya düşünce biçimlerinin tamamını konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Yazıları mail adresimize kabul ediyoruz ([email protected]), sitemizde yazı gönderme kuralları ve ilkelerimiz yer alıyor. Biçimsel olarak uygun yazılar, içeriğine göre dergiye alınabiliyor. Her ay farklı bir dosya konusu işliyoruz (bir filozof ya da bir kavram) ve dosya konusu ile yazı gönderim tarihlerini sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz. Yazarların, dosya konuları ve gönderim tarihlerini takip etmeleri gerekiyor.

Hamza Celalettin Okumuş

Düşünbil Dergisi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Antik şair Horatius’un “Sapere Aude” (Bilmeye cesaret et!) hakikati bir ilke olarak bellenebilir. Bilmenin kendisinin olduğu kadar, bilmeye duyulan tutku, bilmeye duyulan açlık ve bilme yürekliliği göstermek de bizim için mühim. Çabamız bilmeye yüreklenmiş insan sayısının çoğalması ve zaten var olanların umutsuzluğa kapılmasını engelleyebilmek.

Dergicilikte editör- yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Bir yazı, yazarının ona can suyu vermesiyle var olur lâkin yazının varlıkta kalmaya devam edebilmesi için cansuyu kâfi değildir: Onun bakımını yapmak, zamanınca budamak ve sağlıklı bir bedende büyümesi için ona olanaklar sunmak gerekir. Editörün görevi de budur: Yazıya olanaklar sunmak… Lâkin bizim ülkemizde “editör” fiilen var olamamış bir kimsedir: Söylemde editör vardır; yazı gelir, yazının imlâsına bakar, noktalamalarıyla uğraşır ve hepsi bu kadardır!

Ama bu yapılan şey esasında bir “redaksiyon” işlemidir. Bizim ülkemizde hakiki anlamda editörlük yapılmadığı için, yazarlar da “aman yazıma müdahale etmesin, tek bir kelime bile değişmesin, bağlaç olan ‘de’yi ayırsın, bağlaç olmayan ‘-de’yi yapıştırsın” diye bakıyor editörlük sürecine. Bu yüzden bazen kriz yaşamak kaçınılmaz oluyor.

'DALGA DALGA BÜYÜYEN YAYINCILIK KRİZİ KIYIYA VURDU'

Bu seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Kriz bizi teğet geçmedi elbette, kimseyi geçmedi. Birçok dergi kapandı, kapanmaya devam ediyor ve edecek de. Bu koşullarda bir derginin varlıkta kalması mucize gibi bir şey. Biz şu zamana kadar direndik ve direnmeye devam ediyoruz. Her ay Düşünbil Dergisi’ni çıkardık ve çok büyük felâketle karşı karşıya kalmazsak (biliyorsunuz, bu ülkede ne zaman ne olacağı pek belli olmuyor) bu şekilde devam edeceğiz. Ama şunu da eklemek gerekir ki, yayıncılıktaki bu kriz pek yeni bir şey sayılmaz: Her yönetim, ülkenin başına geldiğinde birtakım tercihler yapar ve öncelikler belirler. Ve kabul etmek gerekir ki, kültürel üretim hâlen idaresinde yaşadığımız erk grubunun önceliği değildi ve dalga dalga büyüyen yayıncılık krizi bugün kıyıya vurdu.

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında bilime ya da sanata etkisi sizce nedir?

Sosyal medya okur ile ilişki kurma yollarından yalnızca biri. Lâkin yukarıda da belirttiğim gibi, kriz öyle büyüyerek geldi ki, artık sosyal medya kültürel paylaşımın en etkili yolu hâline geldi. Böyle olmamalı elbette, çünkü “metin” özünde tarihseldir ve sosyal medya metnin tarihselliğini yok sayar, gündelikleştirir, pazara düşürür. Bu benim kişisel görüşüm, bünyesinde olduğum dergiden bağımsız söylüyorum bunu: Topyekûn “kötü” sayılmaz sosyal medya, kullanmak da gerekir; ama “asıl mecra” o değildir.

'GÜNÜMÜZDE YAZILAN ESERLERİN KAÇI KALICI OLACAK?' 

Düşünbil Dergisi, Kasım 2018 sayısının kapağı.

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Yakın tarihte kültürel olarak büyük bir kırılma yaşadık. Epistemik bir kırılmaydı bu. Kültürel alanda “çok” olmanın “iyi” olmanın en kestirme yolu olduğu gibi anlamsız bir düşüncenin peşine düşmüş bulunduk: Daha çok kitap, daha çok dergi, daha çok yayınevi, daha çok üniversite, daha çok müzik eseri (…) Kültürel üretimin daha çok olması tarihsel olarak bir şey ifade etmiyor, hangi kitap elli yıl sonrasına kalabiliyor, hangi dergi aradan kırk yıl geçmesine rağmen hatırlanabiliyor, mesele bu. Örneğin Cemal Süreya’nın çıkardığı Papirüs’ün üzerinden neredeyse 60 sene geçti. Hâlen hatırlıyoruz. Sait Faik’in Semaver’inin üzerinden 82 sene geçmiş. Bugün yazılan eserlerin ya da çıkarılan dergilerin kaçı böylesi kalıcı olacak?

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Dergiler yazar için bir olanaktan daha azı ya da daha çoğu değildir. Kitaplara nazaran daha günlük materyallerdir dergiler lâkin bir yazarın kendisini ispat etmesinin en bilindik ve en sağlıklı yoludur aynı zamanda. Dergiler, kültürel geçişte ve kültürel aktarımda çok önemli bir misyona sahiptir ve bu yüzden “gündelik” olmasına rağmen popülist ve entelektüel kaygıdan yoksun olma şansına sahip değillerdir. Yazar ve dergi arasındaki ilişki, her durumda entelektüel kaygı üzerine kurgulanmış olmalı…

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Düşünsel bir gelenek oluşturmak mühim, Türkiye özelinde bakıldığında yazın alanında böylesi geleneklere rastlıyoruz ama konu felsefe olunca üzgünüm ki verimsiz topraklara sahibiz. Bu verimsizlik yalnızca üretim çabasının eksikliğinden değil tüketim odağının manipüle edilebilir olmasından da kaynaklanıyor: Felsefe, bu coğrafyada “çok satan” bir şey değil. İktisadî olarak mağlup başlıyorsunuz yani işe. Kaldı ki bir gelenek oluşturmak, zor mesele...

200 sene sonra şöyle desinler, umarım: “Güzel tutkuymuş!”