Osmanlı vampirleri: Gözleri kan dolu taslara dönmüştü

İletişim yayınlarından çıkan "Osmanlı Vampirleri" adlı çalışma da sinemadan, edebiyata popüler kültürün bu en önemli simgesine kaynaklık eden folklorik vampirler incelenmiş. Yazar Drakula başta olmak üzere en önemli vampir karakterlerinin kaynağının özellikle Evliya Çelebi olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkan söylenceler olduğunu iddia ediyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Vampir söylencesi popüler kültürün büyük etkisiyle batı kaynaklı sanılır. Doğu’da cadı, gulyabani gibi terimler etkinken “vampir” batı kültürünün bir ürünü olarak görülür. Oysa en büyük “vampir” simgelerinden birisi olan Kont Drakula’ya kaynaklık eden, namı diğer Kazıklı Voyvada III. Vlad Osmanlı Sarayı'nda yetişmiş, ona bağlı bir prensti. Ancak “vampir” imgesinin Doğu'daki karşılığı ve tarihindeki yeri üzerine karşımıza çıkmış bilinen bir araştırma yoktu.

Salim Fikret Kırgı, İletişim Yayınları'ndan çıkan “Osmanlı Vampirleri, Söylenceler, Etkileşimler, Tepkiler” adlı kitabında bilinenin tersine, vampir söylencesinin Osmanlı’dan Batı'ya yayıldığını kaynakları ile aktarıyor. Salim Fikret Kırgı bu konuda Budapeşte Orta Avrupa Üniversitesi’nin karşılaştırmalı Tarih Bölümü'nde Osmanlı toplumunda vampir inanışı üzerine bir tezde hazırlamış.

Tarihçi Kırgı, Osmanlı tarihinde çeşitli yazarların, tarihçilerin bu konuda aktardıklarını incelemekle kalmamış; Osmanlı hukuk sisteminde vampirler üzerine alınan kararları ve hukuksal düzenlemeleri de aktarıyor.

VAMPİRİN SEMBOL HAYVANI YARASA, AYNADA AKSİ GÖRÜNMEZ, SARIMSAĞI SEVMEZ

Geçmişin söylencelere dayanan bu korku dünyasında bu metafizik varlıklara ilişkin çok sayıda anlatı var. Hangi imgenin vampir olarak görüleceği de bir tartışma konusu. Yani öncelikle “vampir” denilirken neyin kastedileceğinin bilinmesi gerekiyor. Vampirler üzerine bilinen genel özellikler ise daha çok son yüzyılda popüler kültürün katkısı ile oluşmuş durumda. Ama yine de genel özellikler yüzyıllardır şunlardır; “Vampirin sembol hayvanı yarasadır, aynada aksi görünmez, sarımsaktan tiksinir ve iradesi güçsüz insanların zihinlerini kontrol edebilir. Neredeyse değişmeyen ilk kuralsa vampirlerin aslında doğa kanunlarına karşı gelerek yaşama dönen ‘ölü insanlar’ olmalarıdır.”

Aslında kan emme bütün vampirlerin ortak özelliği değil. Bu daha çok sonraki yıllarda eklenmiş bir özellik. Fakat kurgusal vampirlerin yok edilme özellikleri en başından beri hemen hiç değişmiyor.

VAMPİRLERDEN İLK OLARAK OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA BAHSEDİLİYOR

Fakat bütün söylencelerde ve popüler kültür yayınlarında her vampiri yok etmenin kesin yolu olarak onu yakmak gösteriliyor. Osmanlı İmparatorluğu'nda konuşulan çeşitli dillerde "vampir, upir, obur, vrykolas, strigoi, hortlak, cadı, tecz, mechey" gibi değişik isimler ile anılıyor. Bu isimler altında vampir söylenceleri, Doğu ve Orta Avrupa, Trakya, Karadeniz ve Ege bölgelerini halk kültürlerinde ve çeşitli yazılı kaynaklarda geçiyor. Aslında bugünün kurgusal vampirlerine öncülük eden bu folklorik vampirler yazarında aktardığı gibi 15 ve 18'inci yüzyıllar arasında Osmanlı sınırları içindeki bu bölgelerde doğdu. Yazar Batı'daki kurgusal vampirlerin kaynağının Osmanlı’dan özellikle Rum Ortodoks'larda görülen vampir söylenceleri üzerinden Batı'ya yayıldığını iddia ediyor.

VAMPİR SÖZCÜĞÜ TÜRKİ DİLLERDEN TÜREMİŞ

Osmanlı Vampirleri- Söylenceler, Etkileşimler, Tepkiler, Salim Fikret Kırgi, 128 syf., İletişim Yayınları, Ağustos 2018.

Üstelik vampirleri yok etmek için kullanılan birçok yöntem de Osmanlı kayıtlarında görülüyor. Bunlar cesede kazık çakma, sönmemiş kireç dökme ve yakma olarak belirlenmiş. Üstelik vampir isminin de Türkçe dil grubundan bir isimden türetildiğine ilişkin dil bilimciler arasında genel kabul gören bir inanış var; "Oburunda bu kök sözcükle ilişkili olması kuvvetle muhtemeldir, ancak Türki dillerden Slav dillerine geçişin Çuvaşca veya Tatarca başka bir sözcük yoluyla olduğu düşünülmektedir.

Bu teoriye dayanarak vampir kelimesinin kökeni çeşitli sözlüklerde Türkçe olarak verilir. Ancak kast edilen Osmanlı dönemindeki inanışlar ya da Balkanlar'daki Osmanlı hakimiyeti döneminde Türkçe'den Slav dilleri yönünde gerçekleşmiş bir sözcük transferi değildir. Obur, über, upır ya da orijinal terim her neyse 11'inci yüzyılda, Avrasya steplerinde Doğu Slavları ve Orta Asya Türkleri arasındaki münasebetler sırasında Türki dillerden Slav dillerine geçmiş olmalıdır."

Ama en önemlisi Osmanlı kayıtlarında vampirle ile nasıl mücadele edileceğine ilişkin hukuki metinler diğer adıyla “vampir fetvalarının” varlığı, ayrıca Evliya Çelebi gibi yazarların ilk Müslüman vampirlerden bahseden birinci elden anlatımları bu konudaki temel kaynaklar olmuş.

Aşağıdaki satırlarda Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde mezarlardan çıkan vampirlerin nasıl tespit edildiğine ilişkin gözlemlerini aktarıyor; “Ölü sahipleri obur-tanıtıcılara mal verirler, beraber önceden ölmüş olanların mezarlarına giderler ve hangi oburun geceleyin kabrinden dışarı çıktığını bozulmuş toprağa bakarak anlarlar. Hemen halk üşüşüp oburun mezarını kazar ve ardından görürler ki hangisinin gözleri kan dolu taslara dönmüş ve yüzü insan kanı içmekten kıpkırmızı olmuş.” (Evliya Çelebi, Seyahatname, XVII cilt)

EBUSUUD EFENDİ’NİN VAMPİR FETVALARI

Osmanlı’da vampirler konusunda en açık ve temel metinler Kanuni Sultan Süleyman döneminin ünlü şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin verdiği vampir fetvalarıdır. Osmanlı’nın bu en ünlü şeyhülislamı, daha çok Aleviler ve Yezidiler başta olmak üzere farklı inanışlar üzerine verdiği katli vaciptir fetvaları ile tanınıyor. Uzun süren Şeyhülislamlığı döneminde Ebussuud Efendi on binlerce fetva vermiştir.

Ancak Ebussuud Efendi’nin özellikle Balkanlar'daki vampir vakaları üzerine de çeşitli fetvalarının olduğu görülüyor. Bu fetvaların bazılarında Ebussuud Efendi vampir vakalarının daha çok Hıristiyan Rumlar arasında görüldüğünü tespit ederek Müslümanları ilgilendiren bir yanı olmadığını savunuyor. Yani vampir olaylarının gerçekliğini kabul ederken, bunun daha çok Hıristiyanlara dadanan bir bela olduğunu söyleyerek, yapılması gerekenler üzerine bir fetva vermiyor. Ancak aynı olayların daha az olmakla birlikte Müslüman köylerde de görülmesi üzerine yapılması gerekenler konusunda daha ayrıntılı fetvalar yayınlıyor.

Çünkü vampir söylentileri bazı köylerin boşalmasına yol açıyordu. O dönemde verilen bir fetvada köylülerin kadıya başvurarak mezarlıktan çıkan bazı vampirlerin ev sahiplerini dışarı çağırarak öldürdükleri iddia ediliyor. Bunun üzerine vampirlere ilişkin ne yapılması gerektiğine ilişkin Edirne Kadısı bir hukuksal süreç başlatmıştı; “Konuyla ilgili olarak Ebussuud Efendi’nin mezar kazıp kazık çakma, kafa kesme ve ceset yakma uygulamalarını salık veren vampir fetvaları gündeme gelmişti ancak Edirne kadısı bahsedilen yöntemlerin sadece gayri Müslim vampirlere uygulanabilir olduğunu düşünüp kritik bir hata yapmamak için üst otoriteye danışma ihtiyacı duymuştu."

Ebussuud Efendi bunun üzerine Edirne kadısına, 'gönderilen çavuşla beraber güvenilir bir naibi Bıyıklı Ali’nin mezarına yollamasını, eğer ikisi de teftişlerinden sonra alametler hakkında hem fikir olurlarsa yok etme kararının fetvalarda anlatıldığı gibi uygulanmasını' söylemişti.

Vampirler konusunda çıkan çeşitli söylentilere ve başvurulara rağmen dönemin kadılarının “ceset yakma” uygulaması konusunda çekinceli davrandıklarını belirtmek gerekiyor. Yazara göre bunun temel sebebi bütün uzuvları yakılan cenazelerin cennete yada cehenneme gitmelerinin önünün kapanacağı şeklindeki İslami inanıştan kaynaklanıyordu.

SEYAHATNAME’DE VAMPİRLER SAVAŞI ANLATILIYOR

Yine Evliya Çelebi’nin Seyahatname'sinde geçen Kafkas Dağları'nda Çerkezistan’ın Pedsi köyünde kendi gözleriyle gördüğünü iddia ettiği bir olay, kurgusal vampirlerin bazı özellikleriyle çok uyuşuyordu. Evliya Çelebi’nin anlatımına göre “Pedsi adlı dağ köyünde Abhaz ve Çerkez oburlar gökyüzünde cenge tutuşmuşlardır. Seyahatname’nin tartışmalı doğaüstü bölümlerinden biri olan ve sanki inadına Evliya’nın kendi gözleriyle gördüğünü iddia ettiği kanlı vuruşma, bazı çevrelerde eserin birincil kaynak olarak güvenilirliğini tartışmaya açmış, hatta okuyucuları 17'inci yüzyıl Osmanlı elitinin uyuşturucu madde kullanımları hakkında düşünmeye sevk etmiş Seyahatname bölümlerinden biridir.”

Seyahatname’nin yazarının uyuşturucu madde kullandığını düşündürten şeyse “Bu gökyüzü savaşında havalarda uçuşan kağnılar, filler, ayılar, develer ve domuz cesetlerinin yanında bir yandan semada süzülüp bir yandan koca dişli vampir ağızlarından ateşler çıkaran oburlardır” ifadesi olmuştur.

Evliya Çelebi bu savaşta yere düşen vampirleri yok etmek için yöre halkının bedenlerini ateşe verdiğini de aktarmaktadır.

DRAKULA KARAKTERİNİ SEYAHATNAME'DEN AKTARAN GİZEMLİ TÜRKOLOG

Kazıklı Voyvada III. Vlad

Salim Fikret Kırgı kurgusal vampir efsanesinin neredeyse başlangıcını teşkil eden Drakula karakterini yazan Bram Stoker’in Seyahatname’deki bu vampir tanımlamasından belirgin bir şekilde etkilendiğini aktarıyor. Bu ilişkiyi sağlayan ise romanını yazarken Bram Stoker’a danışmanlık yapan Macar Türkolog Armin Vambery’dir; “Gizemli karakter Vambery sadece bir bilim insanı değil aynı zamanda sıkı bir edebiyat sever, gezgin ve ajandı. Hayatının çoğunu Osmanlı ülkesi ve Orta Asya’da geçirmişti."

Kırgı, Vambery’nin Türk coğrafyasında casusluk yapan ilk oryantalist olduğunu da belirtiyor. Osmanlı İmparatorluğu'nda bir dönem yasaklanan Seyahatname’nin çevirisini yapmış ve bir önsöz yazmıştı. 19'uncu yüzyılın bu ilginç karakterinin hem Drakula’nın yazarına hem de vampir avcısı Profesör Van Helsing karakterinin esin kaynağı olduğuna inanılıyor; “Kesin bağlantı veya esinlenme net olarak belirtilmiş olmasa da Drakula romanındaki vampir figürünün doğaüstü özellikleri ve Seyahatname’deki Çerkez oburları arasındaki benzerlikler hayret vericidir.”

YENİÇERİ OCAĞI KALDIRILDIKTAN SONRA YENİÇERİ VAMPİRLERİ GÖRÜLDÜ

Osmanlı’da "yeniçeri vampirler" konusundaki en fazla kayıt ise ocağın kaldırılmasından sonra görülüyor. Kırgı bunun en önemli nedenini siyasal olarak yeniçerilere karşı duyulan tepkinin bir yansıması olarak görüyor. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından kısa bir süre sonra 1833 yılında Tırnova’da köylüler mezarlarından çıkan iki yeniçerinin kendilerine zarar verdiklerini iddia etmişlerdi. Bunun üzerine Tetikoğlu Ali Alemdar ve Abdi Alemdar adlı yeniçerilerin mezarları açılmış vampir olduklarına işaret sayılan bulgular gözlenmişti; “Pek çok vakada olduğu gibi cesetler bozulmamış durumdaydı, saçlar ve tırnaklar uzamış, beden iki katı büyümüş gözle kan dolmuştu.”

Elbette bir cesedin bozulma sürecinde doğal olan bu değişim o dönem “vampir” olmanın alameti sayılıyordu. Bunun üzerine kadı Hoca Sadettin Efendi cesetlerin yakılmasına karar vermişti.

Popüler kültürün en önemli simgelerinden vampire kaynaklık eden bu folklorik vampir öyküleri ile günümüz dünyasındaki vampir imgesine kaynaklık eden bağlantıyı ortaya koymaya çalışan bu araştırma, bu türdeki ender çalışmalardan birisi. Salim Fikret Kırgı bu hiç bilinmeyen “Osmanlı ülkesindeki muhtelif etnik dini topluluklarca değişen oranlarda paylaşılan ortak bir kültürel değeri” günümüz dünyasına olan yansımaları ile birlikte aktarmış.