Dilek Neşe Açıker: Müziğin başına gelen kitabın da başına geliyor

Dilek Neşe Açıker’in Şarkısı Güzel isimli dördüncü kitabı Doğan Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Serinin ilk kitabı olan Şarkısı Güzel için yazar “Toplumdaki yaraları yara bandıyla kapayan değil açıkça dile getiren Neva’nın yolculuğu ve sorgulamaları ikinci kitapta devam edecek” diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İlk kitabı Evladıma Miras Bu Sevda (2013) futbol-anı kitabının ardından, Denizin Hikayesi (2014), Gündüz Kelebeği (2015) romanlarıyla adından söz ettiren Dilek Neşe Açıker son romanı Şarkısı Güzel’le edebiyat dünyasına yeni bir kapı aralıyor. Metaforik anlatımı ve güçlü kurgusuyla okuyucu zamanda yolculuğa çıkaran yazar bu romanıyla, sırlar dünyasının alemine giriş yapıyor.

Zaman kapsüllerinde dondurulmuş düşünceler olsa da değişime direnmenin imkansızlığını ifade eden Dilek Neşe Açıker, romanında Osmanlıca kelimeleri de kullanarak romanın kahramanı Neva’ya farklı bir bilgeçlik yüklüyor. Neva tek bir karakter değil, pek çok karakterin birleşmesi. Tahammülsüz, huysuz, vicdanlı, acımazsız... Neva, “Ben Kimim” sorusunun yanıtı için çıktığı yolda okuyucu sarsıcı, bir o kadar da bilgilendirici durumla karşılaştırıyor.

Dilek Neşe Açıker ile Şarkısı Güzel için bir araya geldik. Romanın hikâyesini ondan dinledik.

Dilek Neşe Açıker

Şarkısı Güzel’de bir mektupla başlayan hikâyede Neva’nın hayatını izliyoruz. Bizi bilmediğimiz bir yere, telakigâha götürüyorsun. Nereden çıktı bu telakigâh?

Şarkısı Güzel, sırlar üzerine kurulu bir hikâye. Kimi yirmi kimi elli kimi yüzlerce yıl öncesinden gelen sırları saklamak için dört duvarı olan gerçek bir mekân gerekiyordu. Hikâyeye göre mekânın birkaç yüz yıllık bir geçmişi olmalıydı. Sözlükleri raftan indirdim ve araştırmaya başladım. Epeyce kafa yorduktan sonra buluşma, kavuşma yeri anlamına gelen telakigâh kelimesinde karşıma çıktı ve çok hoşuma gitti. İsmi bulunca mekânın hayali tasarımını ve ritüelleri yaratmak da kolay oldu.

Sonra bize bir zaman kapsülü sunuyorsun. Tabii bu zaman kapsülü yaşadığımız çağın da eleştirisi mahiyetinde…

Sırlar için ihtiyaç duyulan mekânı kurduktan sonra her birini muhafaza edecek zarf ya da kutu türü bir obje hayal etmeye başladım. Derken aklıma zaman kapsülleri geldi. Hikâyede darende adını verdiğim zanaatkârlar tarafından üretilen kameriler, yani zaman kapsülleri böylece ortaya çıktı. Kitaptaki gerçek zaman kapsülleri ise Neva ve Neveser’in hayatları ve zihinleri. Kırk yıllık bir zaman dilimi mevzubahis olan. Bu kırk yılda insanlar, toplum, fikirler, mekânlar nasıl değişmiş, günümüze neleri taşıyabilmişiz, bütün bunlar zihin kapsülünün içinden çıkıyor ve cümleler halinde kitaba yayılıyor. Metaforik olarak zaman kapsülleri, söyleyemediklerimizi, baskıladığımız düşünceleri, onları dondurup saklasak da değişime direnmenin imkânsızlığını temsil ediyor.

'DÜNYAYA KARŞI ÇIKIŞ OLARAK GÖRÜLEBİLİR'

Neva’nın yolculuğu oldukça sarsıcı. Bu yolculuk sırasında bilmediğimiz şeyler öğreniyoruz, kâh bir filmi, kâh bir müzisyeni, kâh bir ressamı… Neydi derdin?

Kendini sevdirme kaygısı olmayan bir karakter yaratmak istedim. Neva’nın bilgiyle, kültürle ilişkisi, bilginin neredeyse aşağılandığı bir dünyaya karşı çıkış olarak görülebilir. Neva’nın kendisini de eleştirdiği bir husus var. Aynı duygular gibi bilginin de derinine inmeyip yüzeyde gezinmenin, bilgili değil bilgiç olmanın, bilgiyi kullanmanın değil de satmanın bir eleştirisini yapma denemesiydi benimki. Özellikle sosyal medyanın hayatımıza girişiyle kırıntı bilgi sağanağına tutulduk. Bunun faydalı olup olmadığı konusunda henüz emin olamıyorum ama tek bir konuya odaklanıp uzmanlaşma ve o konuya katkı yapabilecek kadar derinleşmeye çoğunlukla mani olduğu kanaatindeyim.

Şarkısı Güzel’in dili de zorlayıcı… Yani Osmanlıca kelimelerle bezemişsin. Bir sebebi var mı?

Neva’nın eski kelimeler kullanmasının sebebi hikâyeyle ilgili. Zekai Usta’nın Neva için kurguladığı hayatta eski dili öğrenmek bir zorunluluk. Şarkısı Güzel’de, yani birinci kitapta Zekai Usta’nın bunu neden yaptığıyla ilgili küçük ipuçları var, ama ikinci kitapta bütün bu meseleler açıklığa kavuşacak. Neva’nın asıl çözmesi gereken ve çok eskilere dayanan büyük sır, ikinci kitapta ve orada eski kelimelere gerçekten çok ihtiyacı olacak.

'NEVA SEVİLMEMEKTEN YANA KORKUSU OLMAYAN BİR KARAKTER' 

Kitap boyunca Neva’nın direngenliği ve pek çok karaktere bürünmesini izledim. Bir kişinin, bu kadar çok karakteri içinde barındırması imkânsız. Bu yaşadığımız toplumda pek çok karakterin Neva’da buluşması diyebilir miyiz ve neden tek bir karakter üzerinde anlatmayı tercih ettin?

Neva kalabalık bir karakter ve söylemekten çekindiklerimizi bir çırpıda söyleyebilen, sevilmemekten yana korkusu olmayan biri. İçinde iyi, kötü, sinik, hiperaktif, umursamaz, acı çeken, kibirli, ukala, sosyopat, yalnız vb. bir sürü insan barındırıyor. Bu da sayısız fikrin çatıştığı karmaşık bir zihnin doğmasına sebep oldu. Neva’nın karakteri şekillendikçe hikâyeyi onun ağzından anlatma zorunluluğu doğdu. Karakterin gelişimi bu konuda belirleyici oldu. Yazarken cümleler sanki birden fazla kişinin zihninden akıyordu. Yazma deneyimi açısından heyecan verici ama bir o kadar zordu. Neva’da vücut bulan nitelikleri farklı karakterlere yaysam aynı dikkat çekicilikte olmayacaktı. Neva, hem tek tek kuşların hem de sürünün hareketlerini aynı anda görmeyi sağlıyor.

Şarkısı Güzel, Dilek Neşe Açıker, 262 syf.,  Doğan Kitap, 2018.

Neva bir yerde, “Ben tahammülsüzüm bu topluma karşı,” diyor ve asgari müşterekleri yitirmekten bahsediyor. Tabii bu bana yine şu an yaşadığımız toplumu anımsattı; gerçekten de asgari müştereklerimiz yok mu? Değiştiremez miyiz?

Neva, günlük, sıradan davranışlar üzerinden yapıyor eleştirisini. Bir mekânda yüksek sesle konuşup etrafını rahatsız eden biri üzerinden mesela. Farklı hayatların sınırlarını çekerken ölçüyü kaçırdığı da oluyor. Bu kadar günlük ve sıradan meseleler üzerinden farklılıkları ele alması asgari müştereklerin büyük ölçüde yitirildiğini, tamir edilmesi gereken çok fazla şey olduğunu gösterebilme maksatlı. Değiştiremez miyiz sorusuna gelirsek pek tabii değiştirebiliriz. Buna birbirimize karşı kullandığımız dilden başlayabiliriz. Ve dinleyerek.

Neva bu anlamda çok öfkeli, hayata kızgın, insanlara kızgın… Elbette köksüz oluşuna da mana veremiyor? Peki, sen köksüzlüğü nasıl tanımıyorsun?

Neva kendini herhangi bir yere ait hissedemiyor ama yine de dünyada mutlu olabileceği bir yer olduğu inancına tutunmuş. Bu, yalnız büyüyenler için anlaşılabilir bir durum. Neva köksüz oluşuna mana veremese de bunu bir nevi özgürlük alanı olarak da görüyor. Bütün bağlılık ve bağımlılıkları reddetmeye çalışıyor. Kendince başkaldırıyor. Daha büyük başkaldırılar için toplumun bir parçası olması gerek. Bunu baştan reddediyor. Uyumsuz bir yalnız olarak, bazen insanları bilgiyle döverek, kendine sığınaklar yaratarak aslında saklanıyor.

'SANAT MÜŞKÜLDEN ÇIKAR!'

Ve yine günümüzün ciddi sorunlarından biri sanat! “Sanat müşkülden çıkar” diyor Neva Cem’le konuşmasında… Şimdiye baktığımızda bırak müşkülü sanat yok! Artık yetenek ve beceri değil popüler olanın iş yaptığı bir yerde sanatın müşkülden çıkışını nasıl anlatırsın?

Sanat yok değil. Sanat hep var. İnsan var olduğundan beri var. Bugün bilhassa “satan” eserin niteliğinde bir sorun, bir tartışma olması sanat üretimi olmadığını göstermez. Evet popüler olan satıyor, ama sanat var ve hâlâ ekseriya müşkülden çıkıyor. Uzun yıllar müzik sektöründe çalıştım. Yetenekten ziyade popüler olana öncelik tanıma 2000’lerin başında müzik sektörüne hâkim oldu. Bundan hem şikâyet ettik hem yapmaya devam ettik. Ben de çarkın bir dişlisi olarak bunun müsebbiplerinden biriyim. O dönem albüm yapanlar arasında müzik dışı işlerle şöhret edinmiş ancak yeteneği olanları tamamen bunun dışında tutuyorum ve nitelikli dinleyici açısından bunları ayırt etmek zor değil ama işler bir yerde öyle sarpa sardı ki kalitesizlik müziği ele geçirdi. Sonra oturup hep birlikte ağladık. Şimdi aynı şeyi kitapta görüyoruz. Müziğin başına gelen kitabın da başına geliyor. Okuyucuyu ya da hayranı olduğu kişiye ait bir ürüne sahip olmak isteyenleri anlamak mümkün ama üreten tarafta hâkim tavır bu olursa işin nereye gideceğini görmek için müzikte yaşanan tecrübelere bakmak yeterli. Bugün müşkül olan eser üretmekten ziyade onu okuyucuya ulaştırmak sanki. Bunun diğer sanat dalları için de geçerli olduğunu düşünüyorum.

'ACI KİBRE DÖNÜŞÜYOR'

Neva’nın yolculuğunda yaralarımızdan, düşlerimizden, köksüzlüğümüzden söz ederken okuyucu sözünü ettiğin zaman kapsülünün içinde giriveriyor ve orada sorgulama başlıyor… Peki, bu sorgulamada hayatın içinde bulunan aydınlar, entelektüeller, zamanın neresinde?

Neva’nın düşünceleri ve hayatı üzerinden yapılan sorgulamalarda aydın ve entelektüellerin apaçık bir tesirini hissetmiyoruz. Verdiği referanslar, yaptığı alıntılar var ama Neva kendi tecrübe, birikim, fikir ve hislerini önceliyor. Sorgulamalar tamamen bir zihin akışı içinde gerçekleşiyor ve mesaj vermek gibi bir kaygı da taşımıyor. Aslında birçoğu hepimizin günlük yaşamda karşılaştığımız manzaralardan ibaret.

Hep toplumun kanayan yaraları var Neva’nın cümlelerinde. Kitap bitiyor ama anladığım kadarıyla Neva’nın yolculuğu bitmiyor. Sanıyorum söyleyecek, yolculuğu devam ettirecek çok cümle var, öyle mi?

Neva, toplumda olup bitenleri gördükçe acı çekiyor. Tepki verdiğinde ise acısı kibre dönüşüyor. Neva’nın dur durak bilmez bilgi seli ve kibrini bu denli göze sokmaya çalışmamın sebebi biraz rahatsızlık verebilmek. Herkesin seveceği karakterler yaratmaktan hoşlanmıyorum. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali, Neva bazen acımasızlığa varan açık sözlülüğü ve bilgiç halleriyle sarsıcı ve rahatsız edici bir karakter olmalıydı. Toplumdaki yaraları yara bandıyla kapayan değil açıkça dile getiren Neva’nın yolculuğu ve sorgulamaları ikinci kitapta devam edecek.