Göknil Özkök: Roman, ders kitaplarından daha kalıcı bir kaynak

Göknil Özkök'ün son kitabı Gün Bey'in Penceresi, Can Çocuk etiketiyle okuyucu ile buluştu. Özkök, "Dünya edebiyatına baktığımızda, roman bana göre okura ders kitaplarından çok daha gerçek ve kalıcı bir kaynaktır. Dikkat çekilmesi gereken bir konuyla, okurunun yönünü değiştirebilir ki, evet romanlar kişileri, yaşamı, dünyayı değiştirebilir" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Nehir Algün

DUVAR - Müzisyen-yazar Göknil Özkök'ün son kitabı Gün Bey'in Penceresi, Can Çocuk Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu. Engelli bir birey olan Gün Bey'in karlı bir günde yaşadıklarını anlatan hikâye lirik diliyle dikkat çekiyor. Dünyaca tanınmış müzisyenleri konu aldığı kitaplarıyla tanınan Özkök, seriye Beethoven biyografisiyle devam edeceğini söylüyor. Yazar-çizer ilişkisini, dil mefhumu ve anlatım olanaklarını konuştuğumuz Özkök, "Toplumun bir parçası olan her bir kişiye, her bir canlıya aynı saygıyı ve hassasiyeti duyabilen çocuklarla gelecekte daha duyarlı bir toplum olunabileceğini düşünüyorum. Engelli bireylerin sokakta karşılaştığı zorluklara dikkat çekmek önemli. Tekerlekli sandalye için yapılmış bir kaldırım rampasına park etmiş arabayı gören kızımın yüzündeki şaşkınlığı gördüğümde ben utanç ve suçluluk duyuyorum" dedi.

Göknil Özkök

Gün Bey'in Penceresi, Can Çocuk Yayınları'nın Birlikte Okuyalım serisinden çıktı. Kitabın yazım sürecinden bahseder misiniz?

Kitap aslında görüp etkilendiğim bir zemin kat penceresiyle ortaya çıktı. Daha sonra pencere hikayesini içinde yaşayan karaktere bıraktı. O pencerenin ardında kimin yaşadığı ile ilgili bir iki fikrim vardı. Gün Bey, orta yaşlı, yalnız ama bir pencere ardına neden gizlendiğini çözemediğim bir karakterdi önceleri. Her gün yoldan geçen ayakkabıları sayıyor, listeliyordu. Kızım Yaz’la bunun bir nedeni olması gerektiğini tartışırken, ancak yürüyemeyen birisinin ayaklar ve yollar üzerine bu kadar hassas olabileceğine karar verdik. Hikaye sonra, yürüme engelli Gün Bey üzerine gelişti.

'ZİHNİMDEKİ RENKLERİ YAKALAYABİLECEK BİRİSİ OLMALIYDI'

Çizer Ceyhun Şen'in çizimleri, hikâyenize eşlik ediyor. Yazar- çizer ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Ceyhun Şen'le ilk kez birlikte çalışıyoruz. Onu bulmam da en az hikayenin çıkışı kadar ilginç oldu. Bu kitapla ilgili illüstratör kararımız zor bir süreçti, çünkü ben hikayenin derinliğini görebilecek ve benim zihnimdeki renkleri yakalayabilecek biri olması konusunda titizleniyordum. O sıralarda takip ettiğim sosyal medya hesaplarından birinde bir portre gördüm. Bu tıpkı benim kafamdaki Gün Bey’di. Hemen Ceyhun’la iletişime geçtik ve süreç başladı.

Yazar-çizer ilişkisi temelde önemli bir konu. Ve ciddi anlamda uyum gerektiren bir mesele. İyi illüstratör iyi resimleyen değil, hikayenin özünü yakalayabilen illüstratördür bana göre. En önemlisi; illüstratörün yalnızca yazarın hayalini ya da istediğini çizerek değil kendi dünyasından kattıklarıyla hikayeyi yükseltebilmesidir. Ben bu zamana kadar çalıştığım tüm illüstratörlerin hikayelerime çok değerli şeyler kattığını düşünüyorum. Kitaplarımın sevilmesinde büyük payları var hepsinin. Bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum, çünkü hep beni anlayabilen ya da uyum yakalayabildiğim illüstratörlerle kesişiyor yolum.

Gün Bey'in hikâyesi üzerinden engelli bireylerin yaşamını konu ediniyorsunuz. Sizce, edebiyat toplumsal meselelerde ne kadar etkili? Yazarın, yaşadığı topluma karşı sorumlulukları nelerdir?

Dünya edebiyatına baktığımızda, roman bana göre okura ders kitaplarından çok daha gerçek ve kalıcı bir kaynaktır. Bir yazar, döneminin toplumsal meselelerini, kendi bakış açısıyla bile olsa hikayesinde anlatıyorsa bu okuruna ve yaşadığı topluma başka bir perspektif sağlar. Bir yazarın elindeki en büyük sihir kalemidir. Dikkat çekilmesi gereken bir konuyla, okurunun yönünü değiştirebilir ki, evet romanlar kişileri, yaşamı, dünyayı değiştirebilir.

PENCERE ÖNÜNDEKİ AYAKLAR... 

Gün Bey'in Penceresi, Göknil Özkök, çizen: Ceyhun Şen, 40 syf., Can Çocuk, 2018.

Gün Bey, engelli bir birey. Bu denli hassas bir konuda yazarken nelere dikkat ettiniz? Sizi, bu hikâyeyi yazmaya motive eden durumlar nelerdi?

Konunun hassasiyeti yalnızca engelli birey olmak değil. Bu hikâyede Gün Bey’in yalnızca penceresinin ardından izlediği dünyayı görüyoruz ki, aslında pencerenin önünden geçip giden ayaklar bir yandan da engelli insanların görünmezliğine dair bir metafor. Açıkçası ben kitaplarımı belirli bir konu, mesaj, eğitme, öğütleme gibi nedenlerle yazmıyorum. Bunu da sık sık söylüyorum. Ama bu konu hassas bir konu. Ebeveynlerin, merhamet duygusu, engellerden, engelli olmaktan ders çıkarma gibi duygular ile değil, bu engellerin herkesin başına gelebileceğini ve bu durumda “Biz ne yapabiliriz?” “Toplum olarak ne yapmalıyız?” sorularını çocuklarla tartışmalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Çocuklar, yaşadıkları toplumda her tür engelli bireye karşı saygı duyulması gerektiği, toplum içinde en az herkes kadar sorunsuz ve herkesle aynı haklara sahip olarak yaşamalarının gerekliliği konusunda bilgilendirilmeli.

Toplumun bir parçası olan her bir kişiye, her bir canlıya aynı saygıyı ve hassasiyeti duyabilen çocuklarla gelecekte daha duyarlı bir toplum olunabileceğini düşünüyorum. Engelli bireylerin sokakta karşılaştığı zorluklara dikkat çekmek önemli. Tekerlekli sandalye için yapılmış bir kaldırım rampasına park etmiş arabayı gören kızımın yüzündeki şaşkınlığı gördüğümde ben utanç ve suçluluk duyuyorum. Benim ona öğrettiğim pek çok kavram, yaşadığı kentte ne yazık ki karşılığını bulmuyor. Pratikte birebir örtüşmüyor. Ama her şeye rağmen saygı ve sevgiyle, farkındalığı yüksek bir neslin geldiğine inanıyorum.

İşte etkinliklerimde de, kitaplarımdaki herhangi bir kavram üzerine çocuklarla sohbet ettiğimde, gerçekten onlar üzerinde bir etki bırakabiliyor olmak beni en çok motive eden durumlardan biri. O kalabalığın içinde tek bir çocuğun hayatına, ruhuna dokunabiliyorsam, o bir tek çocuğun bir çok şeyi değiştirebileceğini biliyorum.

Anlatımınızda lirik bir dil kullanıyorsunuz. Dil üzerine neler söylemek istersiniz?

Özellikle “Birlikte Okuyalım” dizisindeki kitaplarımda lirik bir dil kullanıyorum. Ama genelde yazdığım kısa öykülerde ortaya çıkıyor bu dil. Özellikle hesapladığım bir şey değil aslında. Kelimelerle oynamayı seviyorum. Bir cümleyi güçlü ve etkileyici hatta dokunaklı hale getirmek, Türkçe gibi zengin bir dilde oldukça mümkün. Ben her şeyden önce anadilimi çok seviyorum.

Okuyucularınızı ne gibi çalışmalar bekliyor?

Şu sıralar yazdığım, yaz sonuna kadar da tamamlamaya çalıştığım bir kitap var. Temayı sizinle paylaşmamın biraz erken olduğunu düşündüğüm için kitaptan söz edemeyeceğim. Bir yandan da çok ciddi araştırma yapmamı gerektiren bir konu, yani tamamen özgün bir hikaye değil. Sonrasında da biyografi dizisine Beethoven yazacağım ki onun da yarısı tamamlanmış durumda. Ama sabırsızlıkla Beethoven bekleyen okurlarım var, biliyorum.