Son sözü ölümle söylemek!

Düşünce için ölmenin bir anlamı da vardır. Söylenecekler söylenmiş, söz bitmiş, ifade edecek hiçbir şey kalmamıştır, filozof için fikirleri onun otoriteler tarafından ezilmesinin, yargılanmasının, hapse atılmasının, işkence görmesinin bir vesilesi haline gelmiştir. Bu durumda, fikirlerden dönmektense ölmek dışında çare yoktur ve bu filozoflar ölümleriyle de sözlerini söylemeye devam ederler.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ölüm insanın deneyimleyemediği bir hâl olduğu için gizemini hep korur. Herhangi birisinin ölümüne ancak tanık olabiliriz. Bu tanıklık bizi dışarıda bırakır, müdahale edemeyiz. İnsanın en çaresiz ânı belki de bu şahitlik ânıdır. Ölüm herkes içindir denir genellikle ancak her ölümün bıraktığı iz aynı olmayabilir. Özellikle fikirleri, ideolojileri, idealleri nedeniyle yaşamlarına son verilen veya kendisi son veren düşünürler, felsefeciler, eylemciler toplum üzerinde etkilerini uzunca sürdürürler. Daha önce çok önem verilmeyen fikirler daha çok ilgi çeker duruma gelir. Böylece düşünce uğruna ölmek, bir anlamda kendini gerçekleştirmek anlamını içerir.

ÖLÜME VE DÜŞÜNCELER İÇİN BEDEL ÖDEMEYE DAİR BİR KİTAP

Costica Bradatan’ın “Fikirler İçin Ölmek ‘Filozofların Tehlikeli Yaşamları’” adlı kitabı, Sokrates, Hypatia, Thomas More, Giordano Bruno, Simone Weil gibi isimler üzerinden, düşünce uğruna kendini feda etmeyi veya ölüme gönüllü olmayı her açıdan tartışmaya açıyor. Bradatan, Sokrates ve Platon’dan gelen, “felsefe ölüme hazırlanmaktır” düşüncesini, kendi fikirleriyle besleyerek farklı bir bakış açısı ortaya koymaya çalışıyor. Bunu yaparken, sadece felsefe metinlerini değil, edebiyat metinleri, tablolar, filmler gibi farklı disiplinlerden çalışmaları da işin içine katıyor. Böylece, metin yer yer ironiye yaklaşan diliyle birlikte okuru, ölüme ve filozoflara dair ilginç bir tartışmayla buluşturuyor.

Costica Bradatan

HAYATI ETKİLEYEN ÖLÜM

“Sokrates ardında tek bir satır bile bırakmadı. Buna rağmen filozofun ölümü başyapıtı oldu. 1969 yılının Ocak ayında Sovyetlerin ülkesini işgalini protesto etmek için kendini ateşe veren Çek öğrenci Jahn Palach hayattayken pek de önemli biri değildi, Gandi ne zaman “ölüm orucuna” başlasa, Hindistan’daki her şey alışılmadık biçimde canlı ve her zamankinden daha hayat dolu hale gelirdi.”

Bradatan’ın örneklerinde gördüğümüz gibi konu ölümle ilişkilenince, genellikle insan için ilgi çekici bir yan barındırıyor. Çünkü insanın belki de en çok korktuğu, hep uzak kalmak istediği, o yok oluş ânına gönüllü olan bu insanlar, zihnimizde ayrı bir yere yerleşiyor ve hayranlıkla birlikte biraz da ürkütücü bir duygu hissediyoruz. Ayrıca, böylesine ölümler hayatı sona erdirmiyor tam tersine devam ettiriyor. Ölümün yaşamla da ilişkili olabileceğini gösteriyor. Bazen de bireyin fikirlerinin tamamlayıcısı hâline geliyor. Böyle anlamlar barındıran ölüm, geride kalanları sarsıyor, yaşamlarını sorgulatıyor, ahlâki düşüncelerini etkiliyor ve söz söylemenin yolu haline geliyor.

GERÇEKLEŞMEK AMACIYLA ÖLMEK 

Fikirler İçin Ölmek-Filozofların Tehlikeli Hayatları, Costica Bradatan, çev: Kübra Oğuz, Can Yayınları, 2018.

Bradatan, kitapta bahsettiğimiz gibi konuyu epey derinlemesine tartışıyor. İnsanın dünyadaki varlığının ölümle ve tanrıyla ilişkisinden, düşüncesinin bedelini bedeniyle ödemek zorunda kalmış filozoflardan, yaşamıyla teorisini iç içe geçirebilmiş isimlere kadar çok farklı boyutlarda konu ve isme değiniyor. Felsefe bazen “tehlikeli bir uğraş haline gelir” diyor, yazar. Çünkü dönemin otoritelerinin, din görevlilerinin fikirleri filozofların felsefeleriyle çeliştiğinde, bedelini yaşamlarıyla ödemek zorunda kalabiliyorlar. Bunun altında şöyle bir şey de yatıyor, filozof için düşüncesi kendi varlığının nedeni haline gelebiliyor ve yaşamını felsefesiyle birlikte düşünmek istiyor. Bu durumda geriye kalan, felsefelerini gerçekleştirmek amacıyla ölmek oluyor. Çünkü diğer türlü felsefesini ilk kendisi yanlışlamış olacak ve o güne kadar ki yaşamı da bir 'hiç'e dönüşecek.

Örneğin, Pagan bir Platoncu olarak bilinen Hypatia’nın hiçbir eseri günümüze ulaşmamıştır. Ancak onun bir Hristiyan tarikatı olarak bilinen “parabalani” tarafından katledilmesi, yazarın da dikkat çektiği gibi, fikirlerinin günümüze taşınmasında önemli rol oynamıştır. Çünkü Hypatia’nın dilden dile aktarılan hikâyesi, onun düşüncelerinden taviz vermediği ve bu nedenle “sürüklenerek, parçalanarak, kırılarak, yakılarak” katledildiği şeklinde anlatılır. Onun böylesine öldürülmesi, bedenini 'hiç'liğe indirgemek, onu yokluğa, varolmamışlığa hapsetmek anlamını taşır. Ama bu fikir tersine işler ve Hypatia onu katledenlerin eliyle ölümsüzleşir.

SİMONE WEİL 

Fikirleri için ölerek kendisini gerçekleştiren, önemli isimlerden birisi de Simone Weil. Nazi işgali altındaki memleketi Fransa’da insanların yediğinden daha fazla yemeye hiçbir hakkı olmadığını düşünerek kendisini açlığa mahkûm eden Weil, sonunda ölüyor. Ölümüne dair gazetelerde “Fransız profesör kendini açlıktan öldürdü” şeklinde haberler çıkıyor. Sadece Fransız halkıyla dayanışmak için çıktığı yolda Weil, bedeniyle direnmeyi ve ölmeyi seçiyor. Zamanında çok da tanınmayan Weil, özellikle ölüm hikâyesiyle verdiği mesaj nedeniyle bugün epey andığımız isimlerden. Onun bu tavrının en önemli nedeni felsefesini yaşam biçimi hâline getirmesiyle ilgiliydi belki de. Çünkü o nerede sömürü ve haksızlık varsa, oradaki insanlarla duygusal bağ kuran bir düşünürdü.

Ayrıca ölümü hayatının merkezine koymuştu, yaşamını da buna göre yaşamıştı. “Yaratı bozum” adını verdiği felsefesinin amacı “yaratılan bir şeyi hiçliğe çevirmek” anlamına geliyordu. O da belki bu eylemiyle, Fransız halkıyla dayanışarak, “yaratılmışlığını hiçliğe çevirmişti” çünkü Bradatan’ın tespit ettiği gibi Weil, düşüncelerine işleyen “ontolojik bir utanç” duyuyordu. O, bedenini ortaya koyarak fikirlerini de gerçekleştirmiş oldu. Böylece varlığı düşünceleriyle birlikte yaşamaya devam etti ve felsefesi yazarın ifadesiyle ete kemiğe büründü.

'EZİLEN HİSSEDER'

Bradatan’ın Nietzsche’den verdiği örnek konuyu anlamamız açısından önemli görünüyor. Düşünür kendi felsefesinden “çekiçle felsefe yapıyorum” şeklinde bahsetmeyi severdi diyor, yazar. Nietzsche, hayatı boyunca putları kırmak için uğraşmış belki de bu nedenle böyle bir tanım koymuştu felsefesine ve bu aktif bir duruma gönderme yapıyordu. Böyle bir filozof, 'iş başındadır'. Yani dünyayla derdi vardır. Fikirlerini bu yönde kullanır, dünyaya hiddetle yaklaşır onu 'mahşer gününe' çevirir. Oysa 'fikirleri için ölen filozof' bizi savunmasız bırakır. O dünyayı değil, dünya onu yargılar. Dünya ona iyi davranmaz, fikirlerini ifade etmesine izin vermez veya da anlaşılmaz. Bu acı verici ve aşağılayıcıdır çoğu zaman ama yine Weil’in söylediği gibi: "İnsan öyle yaratılmıştır ki ezen kişi hiçbir şey hissetmez, neler yaşandığını ezilen hisseder."

Düşünce için ölmenin böyle bir anlamı da vardır. Söylenecekler söylenmiş, söz bitmiş, ifade edecek hiçbir şey kalmamıştır, filozof için fikirleri onun otoriteler tarafından ezilmesinin, yargılanmasının, hapse atılmasının, işkence görmesinin bir vesilesi haline gelmiştir. Bu durumda, fikirlerden dönmektense ölmek dışında çare yoktur ve bu filozoflar ölümleriyle de sözlerini söylemeye devam ederler.

MESAJI SÜRDÜRMEK

Ölüm insan için üstesinden gelemediği korku, sonluluk duygusunun daimî karşılığı gibi farklı anlamlara geliyor. Ama yukarıdaki örneklerde gördüğümüz gibi bir söz söyleme biçimine de dönüşebiliyor. Bahsettiğimiz şekildeki ölüm ve intiharlar insanı bir sorgulamaya itiyor çünkü yaşam bir anlığına donuyor. Bir eylemde bedenini yakan birisini gördüğümüzde, intihara tanıklık ettiğimizde, bir ölüm orucuna şahit olduğumuzda, ölüm gerçeğinin yaşamın tam ortasında olduğunu fark ederken, bir yandan da çaresizlik ve umutsuzluk nedeniyle vazgeçmişliği görüyoruz. Bu tarz ölümlerde ölüm, yaşamla direkt ilişkili hâle geliyor.

Çünkü hayatı fark etmemizi sağladığı gibi ölüme Bradatan’ın deyimiyle “şehitlik” anlamı katıyor, mitolojinin alanına geçiriyor. Böylesi ölümler, bizler tarafından çok daha farklı bir yere konumlanıyor. Çünkü ölümden korkuyoruz, belki Montaigne’nin düşündüğü gibi onu “yabancı” gördüğümüz için korkuyoruz ve onu “evcilleştirmemiz” yaşamın ortasına yerleştirmemiz gerekiyor. Belki de Heidegger’in söylediği gibi onu davet etmemize gerek yok zaten “ölüme doğru varlıklarız” ve ölüm yaşamımızın tam ortasında duruyor. Her durumda sanırım inkâr edemeyeceğimiz gerçeğimiz ölüm, düşüncesi için ölenlerde bunu biliyorlar ve belki de o gerçekliğe meydan okuyarak, insanlığa mesaj vermeye devam etmek istiyorlardı.