Nâzım Hikmet: Mutluluğun resmini arayan şair

Nâzım Hikmet devrimcidir. “Sevdalınız komünisttir” der. Şiirin devrimcisi, şiirin militanıdır aynı zamanda.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Nâzım Hikmet’in (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963), yaşamına ve bir şair olarak da şiirlerine, ancak geçen yüzyılın ilk altmış yılını birlikte düşünerek ışık tutabiliriz. Kendi tabiriyle on dört yaşından itibaren şairlik etmiş olan Nâzım Hikmet, çocukluğunu ve ilk gençliğini hayatın büyük toplumsal, tarihsel, kültürel altüst oluşlarla adeta darmaduman olduğu yıllarda, ardından gelen dünya savaşının yıkım, kıyım döneminde geçirmiştir. Henüz altı yaşındayken Meşrutiyet ilan edilmiş, on iki yaşındayken Birinci Dünya Savaşı çıkmış, on beş yaşındayken “Ekim 1917 Bolşevik Devrimi” gerçekleşmiş. On sekiz yaşındayken Ankara’da yeni bir hükümet ve Büyük Millet Meclisi kurulmuş. Hayatına yol ve yön aradığı ilk gençlik yıllarının sonundan itibaren de başına gelmeyen kalmamıştır. Siyasal ve sosyal çatışmaların ortasında da kalır, tutsak da alınır. İnsanlığın başına gelen en büyük felaketlerden biri olan bir başka dünya savaşının kıyımına, yıkımına tanık olur, acısını yaşar. Sürgünlüğün, hasretin duygusal şiddeti yüreğini kurt gibi kemirir. Bu koşulların elbette onun deyim yerindeyse mutluluğun resmini arayan bir şair olmasında payı büyüktür.

Hayat ve dünyayla kurduğu ilişkide başına gelen tüm kötülüklere karşın umuttan asla vazgeçmediğini görürüz. Nâzım Hikmet’te gördüğümüz bir başka nitelik daha vardır; büyük şairlik. Nâzım büyük şairdir. Büyük şair olmanın tüm haysiyetini buluruz onda. Büyük şair olmanın tavrı, duygusu, düşüncesi onda vücut bulmuştur. Öyleyse sorabiliriz büyük şairlik nedir? Nâzım Hikmet’i büyük şair yapan nitelikler nelerdir? Bir soru daha soralım. Modern Türkçe şiirin Edip Cansever’in “Gül Kokuyorsun” başlıklı şiirinde yer alan “Tam alnının altında masmavi iki ateş/İki su/İki deniz bazan” dizelerindeki betimlemeye uyan kaç şairi vardır? Bu soru, Edip Cansever’in “Gül Kokuyorsun” başlıklı şiirinde Nâzım Hikmet’i konu edindiğine dikkat çekmek için. Ancak bu şiirde Nâzım’ın hiç adı geçmez. Cansever’in ve İkinci Yeni’nin dili, anlamı, anlatıyı “hudutsuz”luğa taşıyan poetikasına uygun bir şiirdir. Şair şiirde betimlediği portreyi okurun imgelerle, çağrışımlarla anladığında yeniden yaratmasına olanak tanır. Edip Cansever bu şiirde, şairle (Nâzım’la) ilgili başka şeyler de söyler. Şiirden bir betik okuyalım önce:

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun

ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle

sen koktukça düşümde görüyorum onu

düşümde, yani her yerde

yüzü sararmış, titriyor dudakları

şakakları ter içinde

tam alnının altında masmavi iki ateş

iki su

iki deniz bazan

bazan iki damla yaz yağmuru

mermerini emerek dağlarının

şiirler söylüyor gene

ölümünden bu yana yazdığı şiirler

kızaraktan birtakım şiirlere

büyük sular büyük gemileri sever çünkü

ve odur ki büyüklük

şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse

o zaman ölünce de şiirler yazar insan

ölünce de yazdıklarını okutur elbet

ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi

yaşamanın herbir yerinde.

Hemen herkesin ortak yargısıdır ve tartışmasız kabul görmektedir Nâzım Hikmet'in büyük şair olduğu… Nâzım neden büyük şairdir ve nasıl büyük şair olmuştur? Neden büyük şairliği kıyas kabul etmez? Önce büyük şair nedir sorusunu yanıtlayalım. Hiç ayrıntıya girmeden, aslında Edip Cansever’in yukarıdaki betikte yer alan dizeleriyle büyük şairliğin ne olduğu sorusunun yanıtını verebiliriz:

ve odur ki büyüklük

şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse

o zaman ölünce de şiirler yazar insan

ölünce de yazdıklarını okutur elbet

ŞİİR DİLİNDE DEVRİM

Tartışmaya açık olmakla birlikte büyük şairi, kendisinden önceki bir geleneğe, birikime, deneyime yaslanmadan çıkış yapan şair olarak tanımlayabiliriz. Nâzım’ın çıkışı böyledir. Oysa aynı dönemde şiir yazan akranları için durum farklıdır. Örneğin Necip Fazıl’ın, Cemal Süreya’nın deyişiyle bir yanı Yunus Emre’ye, bir yanı Süleyman Nazif’e yaslanır. Kaldı ki sağcı muhafazakâr şairin ve şiirinin, edebiyata bir yenilik getirmesi söz konusu değildir. Mevcudu, denenmişi, birikmişi, mirası, popüler olanı, moda olanı tekrardan, taklitten ibaret kaldığını göstermekte geçmiş ve günümüzün deneyimleri. Büyük şairin büyük olduğunu işaret eden bir başka yanı da dille ilgili tutumudur.

Hiçbir şair şiir dilinde devrim yapmaksızın büyük şair olmamıştır, olmaz da… Nâzım Hikmet, modern Türkçe şiirin dilini devrim denilecek bir girişimle baştan yaratmıştır… Cumhuriyet rejimi bir dil değişimi gerçekleştirmişse eğer, bunda Nâzım Hikmet’in devrimci girişiminin de zorlayıcı etkisi olduğunu düşünmek gerekir. 1924’te yazılan “Güneşi İçenlerin Türküsü” başlıklı yapıtı Nâzım Hikmet’in devriminin ilk örneklerindendir. Yalnızca biçimsel olarak değil, diliyle de zamanının çok ötesine geçerken var olan tüm şiiri, şiir anlayışını, değerlerini değişikliğe zorlar ve sistemi yıkarak aşar. “Güneşi İçenlerin Türküsü”nü küçük bir parçayla anımsayalım:

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

Düşmesin bizimle yola:

evinde ağlayanların

göz yaşlarını

boynunda ağır bir

zincir

gibi taşıyanlar!

Bıraksın peşimizi

kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

Büyük şair yapıtları ve yaşamıyla başka şairleri heyecanlandıran, etkileyen, esinleyen, ama onu aşamayacaklarını da kabul ettirendir. Büyük şair nedir sorusunu Ahmet Oktay’ın cümleleriyle yanıtlayarak geçelim. “Şairin Kanı” adlı kitabında Oktay, “Nâzım Hikmet, bilinçli ve büyük bir şairin yolunu izleyerek somut tikelden soyut genele doğru açılan bir hareketin şiirini kurar.” (s.18) Nâzım Hikmet’in neden büyük şair olduğuna daha yakından eğilmeyi deneyelim. Nâzım Hikmet’in neden büyük şair olduğunu değişik başlıklar altında irdelemek mümkün. İlk başlığımız Nâzım Hikmet’in aşklarıyla ilgili. Nâzım aşklarıyla büyük şairdir. Onun tepeden tırnağa kavga olması aslında tepeden tırnağa aşk olmasındandır. Ama aşkları kadar hatta belki ondan da fazlası şiirinde önerdiği ve zamanını aşarak oluşturduğu aşk anlayışı onu büyük şair yapar. “Tahirle Zühre Meselesi” başlıklı şiiri, bunun somut örneklerinden biridir. Şiirin bir bölümünü birlikte okuyalım:

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Ahlak, sahip olunan değerler ve ilkelerden oluşan erdemler bütünüdür. En açık seçik biçimde de ötekiyle kurulan ilişkide görülür. Öteki zalim de olabilir, mağdur da. Hatta doğa ve onun parçası olan her şey. Erk sahibinin, yani “efendi”nin ve “köle”nin ya da zalimliğin ve mağduriyetin karşısında ya da yanında nasıl durduğumuz, tavır aldığımız ahlaki değerlerimizle ilgilidir. Nâzım Hikmet’in 1915 yılında girdiği Deniz Harp Okulu’ndan 1918 yılında mezun olurken karne değerlendirmesinde “zeki, sinirli ve ahlaki tavırları iyi” bir öğrenci olduğu ifadesi yer alır. Bu bir okul notu olsa da büyük şairin kişilik potansiyeliyle ilgili önemli bir ipucu vermektedir. Nitekim zaman göstermiştir ki Nâzım Hikmet ahlakıyla da büyük bir şairdir. Cumhuriyet kurulurken kendisine fırsat yaratıp yeni rejimin imkânlarından her türlü yararlanma, fırsat yaratma yoluna gitmemiştir. Kendisine nüfuz ve imtiyaz talep etmemiştir. Hatta kendisi için nerdeyse insanlık için talep etmediği hiçbir şey istememiştir yaşamının sonuna kadar. Onunla kıyaslanan kumarbaz ‘üstat’ Necip Fazıl Kısakürek’in iktidarlardan sık sık ödenek istediğini, para aldığını düşününce aradaki büyüklük farkı daha açık ve seçik biçimde ortaya çıkıyor… Nâzım’ın şair ahlakı ve tavrıyla, duruşuyla ilgili çok önemli iki anekdotu da bu vesileyle analım. Birincisi artık bir söylenceye dönüşen “Deniz Kızı Eftalya” olayı… Özetleyerek aktaralım. Atatürk Dolmabahçe’deyken dil konusunda görüştüğü dönemin yazar ve şair heyetinin içinde Nâzım Hikmet’in de olmasını istemektedir.

Bir akşam “masada” adından herkesin övgü ve hayranlıkla söz ettiği genç şair gündeme gelince Mustafa Kemal, Nâzım’ın neredeyse bulunup getirilmesini ister. Bunun üzerine iki polis şairin kapısını çalar. Yatağından kalkarak kapıyı açan Nâzım, polislerin ne istediğini öğrenince saatine bakar ve şu yanıtı verir: “Paşaya benden selam söyleyin, ben Deniz Kızı Eftalya değilim.” Nâzım’ın yanıtı Atatürk’e iletildiğinde, “Aferin çocuğa. İşte büyük dediğin böyle olur” dediği söylenir. Bu hikâyenin değişik versiyonları olduğunu, farklı kaynaklarda değiştirilerek, ama olay büyük ölçüde aynı kalarak anlatıldığını belirtelim. Bu arada, Deniz Kızı Eftalya’nın da 1891-1939 yılları arasında yaşamış bir şarkıcı, bir kanto sanatçısı olduğunu ve Atatürk’ün dinlemek için akşamları sık sık Dolmabahçe’ye çağırdığını aktaralım. Nâzım’ın otorite karşısındaki şair tavrını, boyun eğmeyen ve “espassız” duruşunu anlatan bir başka hikâye de Bursa Cezaevi günlerine ait olanıdır. Denetim için cezaevine gelen müfettiş, işini tamamladıktan sonra müdüre, “Nâzım da buradaymış, çağır da görelim, nasıl biridir” der. Nâzım’ı odaya getirirler. Müdürün koltuğuna iyice kurulan müfettiş, Nâzım’ı tepeden tırnağa süzer ve “Demek Nâzım sizsiniz” der. Nâzım’a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşmadan sonra, “Gidebilirsiniz” der.

Nâzım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe: “Ömer Hayyam adını duydunuz mu” diye sorar. Müfettiş hemen atılır: “Kim duymaz Hayyam”ı der. Nâzım0 “Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi” diye sorar. Müfettiş şaşırır. Nâzım konuşmasını sürdürür: “Görüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız, ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak, ama dönemin adalet bakanını ve sizi kimse anımsamayacak” der ve odadan çıkar. Bu küçük hikâyeler Nâzım’ın büyük şairliğini perçinliyor. Ama bunlara ilaveten öyle şiirleri, dizeleri var ki onun yaşananlara tanıklık ederken gösterdiği ahlaki tavır, büyük şairliğini daha da büyütüyor. Konuşulması yasak ya da mümkün olmayanların konuşulması da ahlakla ilgili bir tavırdır. Nâzım Hikmet, uzunca süre konuşulmamış, görmezden bilmezden gelinmiş 1915’te Ermeni halkının uğradığı soykırıma da duyarsız kalmamıştır. Tarihin bu büyük felaketini şiirlerinde cesurca konu edinmiştir. Şu dizelerde olduğu gibi:

“Mürettip Refik’le Sütçü Yorgi’nin

Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına

Parmakları birbirine dolanmış

Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış

Affetmedi bu Ermeni vatandaş

Kürt dağlarında babasının kesilmesini

Fakat seviyor seni çünkü sen de

Affetmedin

Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına”

Ermeni halkına yönelik gerçekleşen katliam, beş kitaptan oluşan “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın üçüncü ve son bölümlerinde daha da ayrıntılı biçimde dile getirilir. Şu dizeler beşinci kitaptan:

İsmail’i, seferberlikle, yaşı on altı olduğu halde,

tutup askere gönderdiler.

Domuzuna yiğitti.

Yozgat taraflarına jandarma gitti.

Ve Ermeniler kesilirken,

kana battı göbeğine kadar.

Kaçtı, eşkıyalık etti. Seferberlik bitti,

döndü köye, kemeri: küpe, bilezik ve gümüş mecidiye dolu.”

YANSITICI DEĞİL, YARATICI ŞAİR...

Nâzım Hikmet devrimcidir. “Sevdalınız komünisttir” der. Estetiği de devrimcidir. Yaşamının, birçok alanda kopuşların gerçekleştiği tarih kesitine denk gelmesinin de payı vardır onun estetiğinde. Ama en dikkat çeken özelliği, bir yansıtıcı değil, bir yaratıcı şair olarak geliştirdiği estetik tutumdur. Onun bu tutumunu devrimci kopuş estetiği olarak da tanımlayabiliriz. Siyasal alanla sınırlı bir devrimcilik değildir onunki. Militanlığı da öyle. Şiirin devrimcisi, şiirin militanıdır aynı zamanda. Duygu ve düşünce yelpazesini yaşamın bütün uçlarına doğru ve sınırları aşmak üzere açar. Her devrimci süreç kendine ait bir estetik de geliştirir. Mayakovski ve şiirinin 1917 devriminin estetik karşılığı olması gibi. Aslında Nâzım da başlangıçtan itibaren bir yönüyle “eksik” kalan cumhuriyet tasarımının hedeflerini aşarak daha ileri düzeyde bir estetik yaratmıştır diyebiliriz. Onun yerleşik olana karşı çıkışı eleştirel düzlemle sınırlı kalmaz. Eleştirdiğini kendi pratiğinde değiştirip, kendi anlayışı doğrultusunda üretmeye yönelir. Putları yıkmaya, yeni putlar yaratmak için değil, putlaştırma anlayışından kökten kurtulmak üzere girişir. Onun şiir estetiğini açığa çıkaran dilinin, biçiminin ve biçeminin modern Türkçe şiirde daha önce denenmiş kaynaklarının olmaması da son derece önemlidir. Geliştirdiği devrimci kopuş estetiğinde bu etmenlerin de önemli rolü vardır. Şairin başyapıtı “Memleketimden İnsan Manzaraları” bizce şairin devrimci kopuş estetiğinin doruğu sayılır.

“Salkımsöğüt” Nâzım’ın bütün şiir birikimine damgasını vuran devrimci kopuş estetiği anlayışına ayna tutan örneklerdendir. Şiirin tamamını aktarıyorum:

Akıyordu su

gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.

Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!

Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere

koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!

Birden

bire kuş gibi

vurulmuş gibi

kanadından

yaralı bir atlı yuvarlandı atından!

Bağırmadı,

gidenleri geri çağırmadı,

baktı yalnız dolu gözlerle

uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!

Ne yazık ki ona

dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,

beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,

atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,

atları rüzgâr kanatlılar!

Atları rüzgâr kanat...

Atları rüzgâr...

Atları...

At...

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.

Gölgeler gölgelendi

renkler silindi.

Siyah örtüler indi

mavi gözlerine,

sarktı salkımsöğütler

sarı saçlarının

üzerine!

Ağlama salkımsöğüt,

ağlama,

Kara suyun aynasında el bağlama!

el bağlama!

ağlama!

Amacımız Nâzım büyük şairdir denildiğinde bu iddianın gerekçelerle somutlanabilmesi için bir çerçeve oluşturmaktı. Buraya kadar sıraladığımız büyük şairliğinin bazı yönlerinin yanı sıra maddeci tarih anlayışı doğrultusunda geçmişin birtakım olaylarını ve kahramanlarını destanlarıyla sorunsallaştırıp güncele taşıması da onun büyük şair özelliklerinden biridir. Bugün Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa, Torlak Kemal adlarını biliyorsak büyük ölçüde Nâzım Hikmet ve onun “Şeyh Bedreddin Destanı” sayesindedir. Bu konuda da ona çok şey borçlu olduğumuzu da kaydedelim. Elbette ki buraya küçük bir bölüm alırken şiirin tamamının okunmasını öneririz.

Bedreddin

ak bir koyun postu üstüne

oturmuş.

Hattı talik ile yazıyor

«Teshil»i.

Karşısında diz çökmüşler

ve karşıdan

bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.

Bakıyor:

Başı tıraşlı

kalın kaşlı

ince uzun boylu Börklüce Mustafa.

Bakıyor:

kartal gagalı Torlak Kemâl..

Bakmaktan bıkıp usanmayıp

bakmağa doymıyarak

İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar..

Nâzım Hikmet’in etkisi birkaç kuşakla sınırlı kalmamış, nerdeyse bütün bir modern Türkçe şiirin tarihini etkilemiştir; etkilemeye de devam ettiğini söyleyebiliriz. Kendisinden önceki şiiri büyük ölçüde etkisizleştirmiş, geçersizleştirmiştir. Kendisinden sonra gelen kuşaklara da koşulları ve imkânları zorlamaları gerektiğine, şiirin, yeni şiirin öyle oluşabileceğine işaret etmiştir. Nâzım Hikmet’in özellikle kendisinden sonraki kuşaklar için bir şiir okulu olduğunu da belirtelim … Modern Türkçe şiirin gelişimine baktığımızda her açılımda, her dalgada onun yön verici izlerine rastlanır. Nâzım Hikmet gibi bir şairi olması Modern Türkçe şiirin geçmişi ve geleceği için önemli bir değer, büyük bir kazançtır. Bugün ve gelecekte de genç kuşak şairler için büyük bir yol gösterici olma özelliğini korumaktadır. Saygıyla selamlıyoruz…

BU AYIN DERGİLERİ

Duvar dergisinin 33. sayısı

İki ayda bir yayımlanan Duvar dergisinin 33. sayısı yayımlandı. Derginin bu sayısında şiirleriyle şu isimler yer alıyor: Furuğ, Olcay Özmen, Burak Demiryakan, Mustafa Atapay, Zafer Zorlu ve Thilo Krause…

Yasak Meyve şiir dergisi

Şiir dergisi olarak iki ayda bir yayımlanan Yasak Meyve’nin 90. sayısı okurlarla buluştu. Derginin bu sayısında Refik Durbaş, Gültekin Emre, Tahir Abacı, Emel İrtem, İdris Özyol, Mesut Şenol ve Ertan Alp şiirleriyle yer alan şairler.