Dünyayı 'deliler' kurtaracak

'Normal' ile 'deli' arasındaki sınıra takılmadan bir gerçekliğin nasıl ele alınabileceğini, zaman zaman romanmış hissine kapıldığımız kitapta hepimize gösteriyor Nilgün Sonkan Gündüz.

Google Haberlere Abone ol

Nurettin Öztatar

Nilgün Sonkan Gündüz’ün yazdığı 'Mahallenin Delisi' İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kitap, Manisa ve Ankara’nın görünür 'delilerine' esnafın nasıl yaklaştığı üzerine odaklanmış bir yüksek lisans tezi. Kendisi de Manisalı olan yazarın, aylar süren,  büyük bir emek harcayarak yaptığı alan araştırmasında, sokaklarda görünür olan deliler, onların davranışları ve esnafların onlarla bir biçimde kurduğu ilişkiler ele alınıyor.

Esnafın davranışlarını anlamlandıramadığı için ermiş yerine koyduğu kişilerden, sınırsız bir hoşgörüyle yaklaştıklarına; bir eğlence unsuru olarak gördüklerinden korktuklarına, delilere yönelik davranışlarını ele alan Nilgün Sonkan Gündüz, deliliğin nasıl anlamlandırıldığına ilişkin önemli veriler sunuyor. Antropoloji araştırması olduğu halde, farklı bir okumayla pekala siyasi-felsefi bir tartışmanın da parçası olabilecek bu çalışmada Nilgün Sonkan,  deliliğin ve 'normalliğin' zaman zaman nasıl iç içe geçebildiğini, sınırların belirsizleştiğini görmemizi sağlayabilecek önemli sorular soruyor.

Nilgün Sonkan 'akıllı' esnafların mahallenin 'delileri' ile kurduğu ilişkilere odaklanıyor. Onlara bir eğlence unsuru olarak bakılmasından, 'Allah rızası' için yapılan yardımlara, simge haline gelmiş 'delilerden', 'ermiş delilere' pek çok örneğin ele alındığı kitap, bir taraftan da normallikle deliliğin sınırlarını tartışmaya açıyor. Esnafın mahallenin delilerini kimi zaman koruması kimi zaman dışlaması, kimi zaman sataşması ya da eğitmeye çalışmasının nedenlerini de tartışan Sonkan, şu sözleriyle delilikle normalliği tartışıyor: “Ruhi aklını kaybetmişti. Ama onda aklın yerini, aklın boşluğunu dolduran başka bir şeyler almıştı sanki. Belki de bu akıl denen şey tamamen kaybolmuyordu. Çünkü esnafa göre Ruhi etrafında olup bitenlerin farkındaydı, konuşulanları anlıyor, sorulan sorulara mantıklı cevaplar veriyor, hayatına diğerlerinden biraz farklı bir üslupla da olsa devam edebiliyordu. Daha da ötesi, esnaf kendisi gibi ‘normal’ bir insanda olmayan bazı yetenek ve sezgilerin onda var olduğunu düşünüyordu.”

KİM NORMAL, KİM DELİ?

'Normallik' yani normlara bağlı olarak, onlara itaat ederek ya da kabullenerek davranma, bir insanın, aklının başında olup olmadığının kriteri olarak gösterilir. Tamamen ideolojik olan bu tanımlama, esasen, insanların belirli bir düzenin devamının sağlanması için, üstelik o insanların çıkarlarına aykırı biçimde hizaya getirilmesinin araçlarındandır.

Gezi eylemlerinin değerlendirildiği, Ayşe Arman’ın yaptığı ve Hürriyet’te yayımlanan bir söyleşide, benim de ilk çıktığında merakla okuduğum “Çağdaş Yaşam ve Normaldışı Davranışlar” kitabının yazarı, Prof. Dr. Engin Geçtan, “Bizim toplumumuzda, otoriteye karşı kayıtsız şartsız biat etme eğilimi var. Araştırmıyor, soruşturmuyor, sadece peşinden gidiyor” demişti. Geçtan, bir yazısında da “Mantık,  ortaklaşa paylaşılan ve genellikle sağduyuyu temsil etmesi beklenen bir düşünce özelliği iken, şimdilerde azımsanmayacak sayıda insan kendine has mantık biçimleri üretip dünyayı ona göre algılar oldu” değerlendirmesi yapmıştı. Geçtan’ın belirlemeleri, aslında anormalliğin normalin yerine geçtiği şeklinde de okunabilir.

Örneğin, olup bitenin kökenini araştırmaya, öğrenmeye çalışan, yani bilginin peşinden koşan insanlar; dahası sorunların çözümü için mücadele eden insanlar da toplumda egemen olanların yönlendirmesiyle hep anormal olarak nitelendirildi. Pek çoğumuz “deli misin sen” ya da “delirdin mi sen” lafını duymuşuzdur çevremizden.

Akıllı olmak, bu anormallikleri yapmamak olarak öğretildi. Akıllı insan, kendi çıkarını her şeyin üzerinde tutan ve bunun için o sistem içinde yapılması gereken ne varsa yapabilen insan demekti. İnsanın nesneleştirilmesi yaygınlaştırıldıkça, giderek düşünen ama sadece yönlendirdikleri gibi düşünen 'akıllı' insanlar arttı.

'İNSANLAR ÇOK KÖTÜ ABLA'

Her gün gazetelerin 3’üncü sayfasında yer alan cinayet haberlerini, tecavüzleri okuyan ve çevresindekilere de gazetede yer aldığı biçimiyle aktaran, dahası “insanlar çok kötü abla” diyen kişi deli sayılırken, yurtlarında çocukların cinsel istismar nesnesi haline getirenler, bugünün düzenin en makbul ve akıllıları sayılıyor. Ya da ülkenin başkentinin en işlek caddesinde bulunan bir heykeli tutuklayanların yaptıklarında 'akıllıca' bir mantık arayanlar normal sayılırken, hukuk dışı bir şekilde kaybettikleri işlerini isteyenler, anormal gösterilmeye çalışılıyor. Ölme ve öldürmeyi, savaşı normal karşılayanların sayısı giderek artarken, yaşamı ve barışı savunanlara 'toplum dışı yaratıklar' hatta suçlu muamelesi yapılabiliyor.

'Normal' ile 'deli' arasındaki sınıra takılmadan bir gerçekliğin nasıl ele alınabileceğini, zaman zaman romanmış hissine kapıldığımız kitapta hepimize gösteriyor Nilgün Sonkan Gündüz.

DELİLER YÖNETİRSE…

Cevat Fehmi Başkut tarafından 'Buzlar Çözülmeden' adıyla 1965 yılında tiyatro oyunu olarak kaleme alınan, daha sonra kitap halinde de yayımlanan eserden iki kez sinemaya da uyarlanan bir film vardı. 'Buzlar Çözülmeden' adıyla (Nejat Saydam tarafından beyazperdeye uyarlanmış, başrollerinde Fikret Hakan, Selda Alkor ve Reha Yurdakul oynamıştı-1965) ve 'Deli Deli Küpeli' adıyla (Kartal Tibet’in yönettiği ve Osman F. Seden tarafından uyarlanan filmde, Kemal Sunal, Melike Zobu, Yaman Okay, Reha Yurdakul, Yavuzer Çetinkaya ve İhsan Yüce oynamıştı-1986) iki ayrı sinema filmi çekilmişti. 1965 yapımı 'Buzlar Çözülmeden'i birkaç kez, Kemal Sunal’ın oynadığı 'Deli Deli Küpeli'yi ise defalarca izledim. Siyasetçinin, ağanın, beyin; özetle kasabanın zenginlerinin her türlü yolsuzluğu yaptığı, sırf para kazanmak için insanlara eşek etlerinin yedirildiği, buğday yerine süpürge otundan ekmekler yapıldığı, yani para kazanmak ve egemenliklerini sürdürmek için kurdukları düzende çıkarları söz konusu olduğunda 'ileri gelenler için' her şeyin mübah olduğu bir kasabada yaşananlar anlatılıyordu filmlerde.

Bu düzen böyle devam ederken, 'akıl hastanesinden' kaçan iki 'deli' kasabaya gelir. Kasabanın kaymakamı ve hakimi olurlar. Devletle bağlar hava koşulları nedeniyle kesilince, bir süre kasabayı yönetirler. Sonuçta 'deliler' devletin, düzenin değil insanın çıkarlarını öne çıkararak, kasabadaki bütün adaletsizlikleri, haksızlıkları 'egemenleri' tasfiye ederek ortadan kaldırırlar.

'Akıllı' insanların dünyayı ve Türkiye’yi ne hale getirdiği göz önüne alınınca insan ister istemez, bilinçli ya da bilinçsizce normlara uymayanların yani “delilerin” bütün kötülüklerden kurtulmamızı sağlayabileceğini düşünüyor. Eğitil(e)memiş, ideolojik bombardımanlardan etkilenmemiş, Dünya’nın kendi etrafında dönmediğini bilen, rol yapmak zorunda kalmayan, ne istiyorsa onu yapan delilere ihtiyacımız var.

Nilgün Sonkan Gündüz’üz bu kitabı, delilerin ana karakterler olduğu bir roman olarak da okunabilir.