Kent Uzlaşısı: Özgürleştiren ve düzenleyen politika

“Kent Uzlaşısı” toplum karşıtı iktidarcı, tekelci, rantçı güçlerin zayıflaması, kentin farklı toplumsal kesimlerinin ortak çıkarlarının kazanması ve kentleri yönetmesidir.

Google Haberlere Abone ol

Cengiz Çiçek*

2023 yılını, ilk yarısı 14 ve 28 Mayıs tarihlerinde yapılan seçim sonuçlarıyla “yaprak tutan” bir dönem, ikinci yarısında ise siyasette kartların yeniden karıldığı, yeniden yapılanma sürecinin güçlü şekilde geçirildiği “bahar bahçe” dönemi olarak ikiye ayırmak mümkün. İktidarın seçimleri hayat memat aralığına hapsetmesi ve buna karşı toplumsal muhalefetin etkili yol yöntemler geliştirememesi, seçim sonuçlarıyla birlikte bir umutsuzluğa ve yer yer yıkıma dönüştü doğal olarak. Toplumsal mücadelenin hangi ölçüler, araçlar ve zihniyet dünyasıyla ele alınması gerektiğinin kendisini tekrardan hatırlatması da 2023 yılının “en hayırlı vakası” olarak kayda geçti diyebiliriz.

Seçim sürecini toplumsal mücadelenin kısa bir dönemi ve seçim başarısını da mevzilerden birisi olarak görme konusundaki körelme hali, kuşkusuz 2015 yılından bugüne sandık bombardımanına tutulmamızla da ilgili. Öyle bir bombardıman ki arada başınızı kaldırıp gökyüzünün enginliğini görme, etraflı düşünme şansı da bulamıyorsunuz. Düşünsenize 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerden bu yana -2024 yılı yerel seçimlerini de dahil edersek- 10 defa sandık başına gitmiş bu ülke. Sonuç itibariyle bu sandık oyunu, rejimin kendi taşlarını örmenin bir aracısı kılınırken, başta Kürt halk mücadelesi olmak üzere toplumsal muhalefetin de moral değerlerinden düşürülerek tasfiyesi üzerine kuruluydu.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin rıza üretmede zorlanmasının da etkisiyle kendileri açısından seçimlere beka gibi söylemlerle olağanüstü anlamlar yüklemeleri ve resmi muhalefetin politikayı ısrarla “sokak-dışı” alana hapsetmesi, tek adam rejiminin inşasında ve toplumsal muhalefetin tasfiye politikalarında yol aldıran önemli faktörlerdi.

Kamuoyunun şimdiden en temel gündemi olan 31 Mart yerel yönetim seçimlerine üç ay gibi bir süre kaldı. Bu noktada siyaseti seçime hapsetmek ile siyaseti seçime hapsolmaktan kurtarmak arasındaki mesafeyi ve her iki anlayış arasındaki mücadeleyi doğru yorumlamak; seçim-siyasal mücadele ilişkisini olması gerektiği aralıkta, değerde tutmak, toplumun politik sağlığını da belirleyecek amellerden birisidir. Seçimler ve sonuçları, hiç kuşkusuz siyasal mücadelenin önemli mevzilerinden biridir. Özellikle yerel yönetim seçimlerini, bir mevziiyi kazanmak ve bunun üzerinden manevralar üreterek politikanın iktidara karşı özgürleştirici vasfına ulaşma aracı haline getirmek önemlidir. Bu yönüyle yerel yönetim seçimlerini genel seçimlerden farklı kılan, kazanılan belediyeler üzerinden toplumla daha doğrudan ve gündelik ilişki kurulmasıdır.

31 MART 2024: YASAL OLARAK BİR, SİYASAL OLARAK İKİ SEÇİM

31 Mart 2024 tarihinde ülke genelinde yerel yönetim seçimleri, bu özellikleriyle önem kazanıyor. Yasal olarak bir seçim olsa da siyasal olarak iki seçim olacak. Çünkü seçimlerden birinde Türkiye genelinde yerel idarelerin yöneticileri belirlenecek. Ama gerçekte siyasal olarak Kürt kentlerinde kayyımlara karşı seçime gidilecek ve belediye yönetimlerinin belirlenmesini içerik olarak aşan oy tercihleri ve sonuçlar ortaya çıkacak. Alternatif belediyecilik anlayışıyla toplumla bütünleştirmeye özen gösterdiğimiz belediyelerimize ilkin 11 Eylül 2016 tarihinde ve sonrasında 19 Ağustos 2019 tarihinde kayyım atamaları yapıldı. OHAL döneminde yasal mevzuatına kavuşan “Allah’ın lütfu”, yerel yönetimlerde böyle tecelli etti.

Kayyım atamalarının resmi gerekçesi “para aktarma” ve benzeri tek bir olguya dayanmayan yalanlarla sarıp sarmalandı. Oysa gerçek farklıydı. Kürt siyasetinin yönetimindeki belediyeler, istikrarlı bir şekilde hırsızlık-yolsuzluk-hizmetsizlik üçgeninden çıkarak toplumsallaşan bir karakter kazanıyordu. Yerel yönetim faaliyetlerinin tartışmalarına, karar alma süreçlerine halkın katılımının esas alınması ve bu yöndeki her ilerleme, iki egemen siyasetin ranta dayalı belediyecilik anlayışını da teşhir etmesi bağlamında tarihsel bir kırılma potansiyeli taşımaktaydı. Kayyım darbelerinin olmadığı ve politikanın olağan koşullarda seyretmesi durumunda DEM Parti geleneğinin ülkenin batısında da belediyeler kazanması işten bile değildi. Bu ihtimalin kendisi, Kürt meselesinin çözümünün yerel, toplumsal muhataplığını yaygınlaştırması, güçlendirmesi itibariyle çözümsüzlükten beslenenlerin de doğal olarak korkulu rüyasıydı. İktidara Kürt muhalefetine saldırıda neredeyse bütün sistem partilerinin kâh açıktan, kâh dolaylı desteğinin altında da bu devletlu korku yatmaktaydı. Halk-devlet-politika ilişkisi bağlamında politika ve toplum lehine gelişecek bu yeni model, içinde zihniyet devrimi potansiyeli de taşımaktaydı. Bu yönü itibariyle de kaynağını ulus devletçi paradigmadan alan milliyetçi, iktidarcı, cinsiyetçi ve sermaye öncelikli politikaların yarattığı toplumsal sorunlara demokratik ulus çözümünün adresi niteliğinde idi. Toplumun siyasallaştırılması, siyasetin toplumsallaştırılması olarak da tarif edebileceğimiz bu yerel yönetim perspektifi, demokratik cumhuriyetin bedenleşmiş hali olarak da tarif edilebilir.

Siyaset bir defa toplumsallaşınca ideolojik ve politik hegemonik inşa kendiliğinden gerçekleşir, Kürt kentlerinde olan buydu, korkulan da buydu. Bu yönüyle kayyım uygulaması, 2014 yılında üretilen Çöktürme Planı’nın bir parçası olarak Kürt siyasetinin ideolojik-politik hegemonyasını kırmak, toplumu örgütsüz kılıp yılgınlığa sevk etmek üzere harekete geçirilmişti. İlk kayyım atamalarına halk cevabı 31 Mart 2019 tarihindeki yerel seçimlerde verdi. Rejim bir devlet politikası olarak ikinci defa kayyım atadı. Her türlü propaganda aracıyla kayyım atanan belediyeleri “hizmet adası” olarak lanse etmeye çalıştı. Oysa iktidarın denetiminde olan ve “resmi görevi” kamu kurumlarını denetlemek olan Sayıştay bile “pes” deyip kayyım atanan belediyelerdeki yolsuzluklarla ilgili yargı süreçlerini başlattı. Kürt halkı açısından ise kayyım, bir sömürge uygulamasıydı. Yerel halkın seçilmiş iradesi yerine merkezden atanan “idareciler” eliyle Kürt halkının değerleri hedef alınıyor, sözde “terörle mücadele”, “milli güvenlik”, “beka” adı altında Kürt illerindeki tüm uygulamalar, sömürge topraklarındaki ekonomik kaynakların “talan” edilerek, ana karaya aktarılan korkunç serveti hatırlatıyordu.

KAYYIMA KARŞI HER YERDE KIYAM!

Bu yönüyle önümüzdeki yerel seçimler, kayyım atanan yerlerde, Kürt halkı nezdinde ve hatta Türkiye genelinde bir de “kayyım mı, halk iradesi mi” sorusuna verilecek cevap olarak kayıtlara geçecek. Kayyımın sadece belediyeler ve Kürt halkının iradesinin gaspıyla sınırlı olmadığını, burada denenerek üniversitelere, derneklere, şirketlere uzandığını biliyoruz. O halde kayyımı sadece bir halkın, sınırlı bir coğrafyanın ve belirli kentlerin sorunu olarak görmek ciddi bir yanılgıdır. Kayyım, Kürt coğrafyasındaki darbe rejiminin adıdır ve Türkiye’nin bütününde inşa edilmek istenen yönetim sisteminin kendisidir. Kayyımın bir yönetim stratejisine döndüğü dem, ülke geneline yayıldığı demdir. İktidar, Kürt kentlerini bir laboratuvar olarak kullanmış, kayyım rejimini itiraz halinde olan hemen her toplumsal, politik özneye yöneltmiştir. Bu kapsamda, 31 Mart 2024 yerel yönetim seçim süreci, kayyıma karşı kıyam ilan etme, yeniden ayağa kalkma zemini için güçlü bir fırsat sunmaktadır.

Kayyım atamalarının yöneldiği siyasi irade, sadece Kürt illerinde değil, ülke genelinde oyun kurucu olduğu için yönetim stratejisinin laboratuvarı haline geldi. Kürt siyasal dinamiğini kaynağında kurutmak olarak tarif edebileceğimiz kayyım rejimi, Kürtler için bir sömürgecilik pratiği olarak okunurken; Kürt muhalefetinin tasfiye pratiklerinde kazanılan iktidar tecrübesi, otoriterliğin batıya doğru kendisini yaygınlaştırmasına ve kurumsallaştırmasına dönüşüyor. Doğal olarak günün sonunda Kürt mahallesiyle sınırlı kalmayan rejimin saldırıları karşısında Kürt sorununun toplumsal barış temelinde çözümünü savunmak da batı sakinlerinin kaçamayacağı bir siyasal iklimi doğuruyor. Özetle kayyıma karşı kıyam, en az Kürtler kadar farklı muhalif çevreler için de temel mücadele ölçüsü olarak kendisini zorunlu kılıyor. O nedenle kayyıma karşı oy sadece Amed’de, Van’da, Mardin’de, Hakkari’de kullanılmayacak, aynı zamanda İstanbul’da, İzmir’de, Antalya’da, Mersin’de de kullanılacak. Kayyım ve ürettiği sistem gelinen aşamada koşulsuz-şartsız toplumun teslim alınmasıdır. Bu yönüyle kayyım, bir siyasal yönelimdir, karşı-cevabı da kimlik ve idari coğrafya aşırı verilebilirse yenilgiye uğratılacaktır. Halk iradesine çökülmesi karşısında “resmi belediyecilik” sınırlarına hapsolmamak, “adil-eşit seçim” yanılgısına bir an için bile düşmemek ve dönemin gerektirdiği demokratik-devrimci pozisyonu almak, onun politik öznelerini açığa çıkarabilmek, rejime verilebilecek en güçlü cevap olacaktır. Bu cevap, aynı zamanda ortak kurtuluşa bir çağrı niteliğindedir.

KENT UZLAŞISI: KENTİMİZE EMEK VERİYORUZ. NEDEN YÖNETMEYELİM?

Kurtuluşa çağrı, buyurgan ve üstten değildir; son derece eşitlikçi ve alttandır. Ezilen tüm kimliklerin dayanışma ve özgürlük bilincine dayandığı için de son derece sınıfsaldır. O nedenle şunu diyoruz: “Yoksullaşan, mülksüzleşen biziz; zorunlu göç yollarına düşen biz. Katledilen biziz, intihara sürüklenen biz. Biz kentiz, kentimize emek verenler, kentin havasını soluyanlar ve akşamları sokaklarında turlayanlarız. O halde kentleri neden biz yönetmeyelim?”

Açık ki, buradaki “Biz” devrimci politik öznedir. Kentlerde yaşayan yoksullar, kadınlar, farklı kimlikler, halklar ve inançlardır. Kenti rant ve talan sahası görmek yerine bir yaşam alanı olarak görenlerdir. Biz, “hizmet, belediyecilik” adı altında kentlere ihanet edenlerin, kent suçu işleyenlerin, kadrolaşma peşinde koşanların, rantı ve rantçılığı bir kültür haline getirenlerin dışladığı mutlak çokluktur. İktidarın ve resmi muhalefetin belediyecilik anlayışına karşı Üçüncü Yol’da buluşanlardır; yerel yönetimlerde “söz, yetki, karar halkındır” şiarını bir slogandan ibaret görmeyenlerdir. Eylerken birlikte, ağlarken birlikte, gülerken birlikte olanlardır.

İşte bu duruma “Kent Uzlaşısı” diyoruz. “Kent Uzlaşısı” toplum karşıtı iktidarcı, tekelci, rantçı güçlerin zayıflaması, kentin farklı toplumsal kesimlerinin ortak çıkarlarının kazanması ve kentleri yönetmesidir. Toplumsal politikanın güçlenmesi demek olan Kent Uzlaşısı, bir kentte yaşayan tüm dinamiklerin, farklı grupların, kentin gelişimi ve yönetimi konusunda karşılıklı iletişim ve demokratik anlayış temelinde ortak ilkelerde buluşmaya ve uzlaşmaya varmaları sürecidir. Bu uzlaşıda kent dinamiklerini oluşturan farklı gruplar, kentin geleceği için ortak bir perspektif geliştirir ve bu perspektifi hayata geçirmek için birlikte çalışırlar. Kent Uzlaşısının temel amacı, kentin yerleşik demokrasi güçlerinin birlikteliğini ve sürekliliğini sağlamaktır. Bu yönüyle sadece seçimle sınırlı değil seçimleri aşan bir perspektifle, politikayı devletçi ve temsili alandan uzaklaştırarak, toplumu özgürleştiren ve ilişkilerini düzenleyen bir içeriğe kavuşturmaktır. Bu nedenle, kent uzlaşısı sürecinde, kentin tüm yerel güçlerinin katılımı ve katkısı önemlidir. Kentin siyasal uzlaşısı ve sosyal barışı ancak böyle mümkündür. Toplumsal özneler arası sosyal barış ve siyasal uzlaşı örgütleyici ve dönüştürücüdür. Günümüz koşullarında en hayati ihtiyaç da budur. Bu ihtiyaca göre konumlanmak, seçimleri, demokratik-devrimci mücadelenin bir süreci olarak görmek ve değerlendirmek; esas rolüne rücu etmek demektir.

Kent Uzlaşısı, sadece siyasi partilere endeksli bir kavram değildir. Bilakis seçimleri bir örgütlenme ve siyasetin toplumsallaşması süreci olarak gören partimiz açısından stratejik bir tercihtir. Ayrıca siyaseti yerelden doğru örgütleme geleneğinin bir gereği olarak, kentleri uzlaşı sağlayarak yönetmek, ideolojik-politik duruşumuzda da ısrardır. Bu yönüyle, kentlerin yönetiminde seçim öncesinde kurulacak ortaklıklar, seçimleri aşan toplumsal-siyasal birliktelikler ortaya çıkaracaktır.

Sonuç olarak, 31 Mart 2024 tarihinde sandıklarda iki şey oylanacak. Birincisinde “kimlerin belediyeleri yöneteceğine” karar verilecek. İkincisinde iktidarın bir yönetme stratejisi olarak devreye koyduğu kayyım rejimine cevap verilecek. Biz her ikisine de en güçlü toplumsal cevabı vermek için bir davette bulunuyoruz: Dem Parti, rejime ve sistem belediyeciliğine cevabın en güçlü şekilde verileceği adrestir. Kürt kentlerinde binlerce delegenin katılımıyla adayların belirleneceği için ön seçim yapılması, batıda Kent Uzlaşısıyla toplumsal politikaya çubuğun bükülmesi, kayyım ve darbe rejimine karşı halkın demokratik, meşru öz savunmasını örgütleme süreci olarak değerlendirilmelidir. Bu tercihleriyle politikayı, özgürleştirici ve düzenleyici tanımına daha yakınlaştıran Dem Partinin biricikliği ve ülke açısından vazgeçilmezliği bir kez daha ortadadır.

*HDK Eş Sözcüsü, DEM Parti İstanbul Milletvekili