Kadınca yüzleşmeler, hesaplaşmalar, iç dökmeler: 'Kendime Notlar'

Emilie Pine'ın 'Kendime Notlar' kitabı Domingo Yayınevi tarafından yayımlandı. Pine, aileye ve bedenine dair anlatılarını yaşadığı deneyimlerle birbirine bağlayarak kadınlığa dair bir anlatı sunuyor.

Google Haberlere Abone ol

Tuğba Sivri

Emilie Pine'ın 2018'de kaleme aldığı 'Notes to Self', Begüm Kovulmaz tarafından çevrilerek 'Kendime Notlar' adıyla Domingo Yayınları tarafından 2021'de yayımlandı. University Collage Dublin'de Modern Drama profesörü olan İrlandalı akademisyenin otobiyografiyle deneme türü arasında salınan ilk kitabı 'Kendime Notlar', kısa sürede çok satanlar listesine girdi. Her ne kadar "çok satanlar" tabiri, "ciddi" okurlar için itici bir ifade olsa da özellikle kadınlığın ortak deneyimleri üzerine oldukça kişisel ve tam da bu yüzden toplumsal belleğe iz bırakabilecek böyle eserlerin dünya çapında ilgi görmesi, feminizm ve kadın hareketi açısından bakıldığında bir başarı olarak okunabilir. Üstelik kitap, çok satanların "ucuz/basit/uyduruk" metinler olduğu yönündeki kalıp yargıyı yıkan, güçlü metinlerden biri.

Pine, Cumhuriyet Gazetesi'nden Ebru D. Dedeoğlu'na verdiği röportajda, kitapla ilgili şunları söylüyor: "İlk taslağı kendim dışında kalan okuyucuları düşünmeden yazmaya çalıştım, böylece sadece kendim ve sayfa dışında başka bir şey yokmuşçasına özgür hissedebildim. İkinci taslakta ise okuyucular hakkında ve nasıl yargılanabileceğim veya ne kadar savunmasız olduğum konusunda düşünmeye başladım ama o zaman da ortada artık bir kitap vardı (gülüyor). Kendime 'ilk taslağın cesaretini göstermelisin' dedim."(1) Virgina Woolf'un diliyle söyleyecek olursak, kadınlar ve yazma söz konusu olduğunda en çetrefilli mesele, "başkaları (erkekler) ne der diye düşünmeden yazmak" olmalı. Feminizmin, özel hayatın politikliğine yaptığı vurgu, kadınların ortak tarihi ve deneyimlerini ortaya çıkarabilmek için özel sayılan gündelik hayat deneyimlerinin paylaşılmasını gerektiriyor. Bu durum, özellikle akademi gibi eril saygınlık kodlarının işlediği kamusal alanlarda var olmaya çalışan kadınlar için çifte zorluk oluşturuyor. Bir yandan şiddet gösteren babanızdan, adet kanamanızdan, kanamanızın bitmesinden, ergenlikte bedeninizde yaşadığınız değişikliklerin sizi nasıl etkilediğinden, doğurmaktan, doğur(a)mamaktan, ve bunlar gibi kadınlığa özgü birçok deneyimden bahsetmeksizin feminist bir anlatı kurmak imkânsızlaşıyor; diğer yandan bu anlatılar, hâlâ çok mahrem, çok yasak, çok "bizi ilgilendirmez" görüldüğü için erkek egemen alanlardaki varlığınızın bir kere daha tehlikeye düşmesine yol açabiliyor. "Ciddi bir yazar/akademisyen"ken bir anda "adet kanamasını uluorta anlatan çatlak/deli/utanmaz vs. kadın" olabilirsiniz. Bu yüzden Pine'ın 'ilk taslağın cesaretini' gösterebilmesi, oldukça feminist bir hareket. Yine Woolf'un bahsettiği gibi, evdeki meleği öldürmeden bu cesareti göstermek de pek mümkün değil.

Kitap, aralarındaki bütün bağı koparıp attığını sandığı alkolik ve duygusal istismarcı babasının, ilerleyen yaşı nedeniyle yakalandığı hastalık üzerine Dublin'den Yunanistan'a giden ve kendini, babasının altını temizlerken bulan yazarın hastane deneyimleriyle başlıyor. Kız kardeşiyle birlikte çıktığı bu yolculukta böyle bir sorumluluk almayı beklemese de buna kendini mecbur hisseden yazar, duygusal bağların -manipülasyonla kurulmuş olsalar dahi- koparılıp atılmasının zorluğunu, hele söz konusu yetersiz hizmet veren hastanelere mecbur kalmış yaşlı biri olduğunda imkânsızlığını anlatıyor. Kitap altı bölümden oluşuyor: 'Ölçüsüzlük Üzerine Notlar', 'Bebek Yıllarından', 'Konuşmak/Konuşmamak', 'Kanamak ve Başka Suçlar', 'Hakkımda Bazı Şeyler', 'Bunlar Sınavda Çıkmayacak'. Pine, aileye, çocukluğuna, bedenine dair anlatılarını profesyonel hayatta kadın olduğu için yaşadığı deneyimlerle birbirine bağlayarak kadınlığa dair bütüncül bir anlatı sunuyor.

Kendime Notlar, Emilie Pine, Çevirmen: Begüm Kovulmaz, 224 syf., Domingo Yayınevi, 2021.

Kadınların otoriteyle ilişkileri, hayatın ilk döneminde babalarıyla kurdukları ilişkinin niteliğiyle çok ilintilidir. Şüphesiz bu durum erkekler için de böyledir; ancak anne ve babayla kurulan ilişkide kadınların bakım emeği, beden kontrolü gibi pek çok konuda daha büyük bir otoriteyle sarmalandığı da inkâr edilemez. Pine, babasıyla olan ilişkisini, alkolik ve ihmalkâr bir baba olmasına karşın aradaki tüm bağı koparıp atmadan sürdürmeyi tercih etmiş ve bunu yaparken yaşadığı içsel çelişkileri, gelgitleri, babasına karşı hissettiklerini ve -belki bundan daha önemli olan- hissetmediklerini ortaya sererken bir hesaplaşma içine giriyor. Yine Cumhuriyet'teki röportajında, "Bence ikimiz de birbirimizi affettik. Ya da belki de ikimiz de her gün birbirimizi affediyoruz demek daha doğru olur, çünkü bu bir süreç. O benim olanlar hakkında yazmaya ve bunu kitap olarak bastırmaya ihtiyacım olmasına saygı duydu. Bu da bir ebeveynden alabileceğiniz tuhaf ve bir o kadar da cömert bir hediye," diyor. Kendisi de bir yazar olan babasının, kızının bunları yazmasına saygı göstererek ona bir "otorite" alanı sunmak suretiyle hatalarını yazınsal alanda telafi etmeye çabaladığını düşünüyorum. Eminim birçok feminist, kendisine çeşitli şekillerde acı çektirmiş olan bu erkeğe hastalığı sırasında bakım vererek geleneksel kız evlat rolünü yeniden ürettiğini, içselleştirdiği bu sorumluluktan kurtulamadığını düşünecektir. Ben de okurken bunu çok düşündüm, nitekim yazar da bunun farkında. Ama bunun, özellikle konu ebeveynler olduğunda bir "ya hep ya hiç" meselesi olmadığına; tam da yazarın yaptığı gibi bir hesaplaşmanın, bazen bağı kökten koparmaktan daha iyileştirici olabileceğine inanıyorum. Aslında yazar, bu kadar açık yüreklilikle ortaya koyduğu bu ilişkiyle bize, kendi ebeveynlerimizle olan ilişkilerimizi yeniden ölçüp tartma, hesaplaşmalarımıza belki başka bir boyuttan da bakabileceğimizi hatırlama imkânı sunuyor.

Kitapta, yazarın babasıyla olan ilişkisiyle birlikte en çok yer ayırdığı diğer bir mesele de bebek sahibi olma yolunda yaşadıkları. Menopoz döneminde kaleme aldığı bu deneyim, özellikle 30'unu geçmiş ve henüz çocuk doğurma konusunda kesin bir karar verememiş pek çok kadının özdeşleşebileceği şekilde, Pine'ın tereddüt, acı, umut ve hayal kırıklıklarını içeriyor. Bedensel dönüşümlerin kadınlar için zorlukları, özellikle insanın yeniden üretimi sürecinin tamamen bu dönüşümlere bağlı olması açısından sadece fiziksel değil, varoluşsal da birçok sorgulamayı beraberinde getiriyor. Yazar, bu konudaki kişisel deneyimini aktarırken, ilk hamileliğinde bebeği ölü doğan kız kardeşiyle arasındaki çetrefilli ilişkiyi de samimiyetle paylaşıyor.

Pine, bir yandan hastalık, kanama, doğum gibi bedensel konulara değinirken bunları zihinsel üretim alanından ayrı tutmadan, beden/zihin ikiliğini hiyerarşik bir yerden kurmadan, bir kadın olarak akademide yaşadığı ayrımcı deneyimleri de aktarıyor: "Kadınsanız, gençseniz ve birinin astıysanız kimse sizi dinlemek zorunda değildir," diyor. Kadınların kamusal alanda tecavüzden bahsetmesinin zorluklarından bahsettiği bir konferansta, bölüm başkanı olan adamdan gelen "Görünümünüzle, haliniz tavrınızla ele aldığınız konuyu uzlaştırmakta zorlanıyorum. Yani görünümünüz... 'cici' sözcüğünü kullanmak istemiyorum ama..." şeklindeki yorumun, devamında gelecek tartışmanın tonunu belirlediğini; ciddiye alınacak biri olmadığını ortaya koyduğunu söylüyor. Bu deneyim, dünyanın birçok yerinde birçok farklı meslekten kadının ortaklaşacağı bir "ciddiye alınmama" deneyimidir. Kadınlar bu durumda ya gülümseyerek duruma ayak uydururlar ya da "cadı/histerik/sorunlu" damgalamasını göze alarak tepki gösterirler. İkinci seçenek her zaman kolay değildir, çoğu zaman pragmatik de değildir. Ama bu deneyimin ortak bir deneyim olduğunu fark etmek, ikinci tepkiyi verebilmek için gerekli zihinsel ve duygusal kuvveti sağlar. Nitekim yazar, büyük bir açık sözlülükle adama tepki vermediğini, bu yüzden önce öfke, sonra utanç duyduğunu belirtiyor. Yukarıda bahsettiğim "ciddiye alınmama" meselesi, kadınlar için her zaman göze alınması gereken bir risk olarak hayatın her alanında kendini gösteriyor; yazar da bunu olabilecek en yalın, en samimi şekilde dile getiriyor.

Kitap, bir akademisyenin elinden çıkmasına rağmen sade ve içten diliyle okuru yormadan derdini anlatıyor. Popüler feminist anlatıları önemli bulduğumu; daha çok kadının, küresel ataerkil sistemde evrenselleşmiş kadınlık deneyimlerine dair farklı kadınların anlatılarına erişmelerinin, ataerkiyle mücadelede önemli bir nokta olduğunu düşündüğümü daha önce de birkaç yazımda belirtmiştim. Bu konuda, daha çok satmak için acıyı pornografikleştirme ya da daha çok kişi tarafından beğenilip sahiplenilmesi için feminist değerleri eğip bükme gibi neo-liberal tuzaklara düşmeksizin popüler anlatılar örmenin, feminist teoriyi praksise taşıma adına, ikinci dalga feminizmin bilinç yükseltme toplantılarıyla benzer bir işlev gördüğünü savunuyorum. Emilie Pine, yaşaması, yazması ve okuyarak yüzleşmesi zor olan kadınca meseleleri kolayca dile dökmenin yolunu bulmuş, yetenekli bir yazar. Bu ilk kitabının sadece kadınlar değil, erkekler tarafından da "ciddiyetle" okunması gerektiğine, ataerkil ilişki, mekân ve toplumsallaşmalarımızı dönüştürebilmek için gündelik bir başlangıç olabileceğine inanıyorum.

Dipnot

https://www.cumhuriyet.com.tr/cumhuriyet-cumartesi/kendime-notlar-kitabinin-yazari-emilie-pine-kendime-hesap-verdim-ve-cesur-hissettim-1874030