Jaguar: Kötülüğün seksiliği ve avlanmanın hazzı

"Jaguar", senaryoda bazı inandırıcılık problemleri karşımıza çıksa bile dönemi başarıyla yansıtması, takip sahnelerini ve duygusal bölümleri akıllıca dizmesiyle göz dolduruyor.

Google Haberlere Abone ol

Ramon Campos'un yazıp Carlos Sedes'in yönettiği "Jaguar"ı Netflix'te izleyebilirsiniz. "The Photographer Of Mauthaussen" (2018) filminin ardından bir kez daha Nazi vahşetine ve İspanya vatandaşlarının mağduriyetine dikkat çeken dizi, 1962'de, başkent Madrid'de yaşanan birtakım casusluk olaylarını konu alıyor. 

Dizide Franco faşizmi sürdüğü için savaş suçlusu Nazilere doğal barınak imkânı sunan İspanya'da, illegal bir direniş grubunun önemli bir SS subayı olan Heim'a (bir kampın işkenceci doktoruna) ulaşma gayreti işleniyor. Heim'ın gerçek bir kişi olduğunu ve dizide anılan toplama kampında doktorluk yaptığını belirtip öyküyü kısaca aktaralım.

FRANCO İSPANYASI'NDA NAZİ AVLAMAK

"Jaguar", savaş bitimi yargılamadan kaçıp İspanya'ya sığınan bir grup Nazi artığının kültürlerini yaşattıkları, toplantılar gerçekleştirip giriş-çıkış planlamaları yaptıkları, dahası marşlarını bangır bangır çalabildikleri lüks bir restoranda -Haus'da- açılıyor. Adını sonradan öğreneceğimiz Isabel, çocukluğunun bir bölümünü Mauthaussen toplama kampında geçirmiş, babası gözleri önünde katledilmiş, üstelik cinayeti işleyen subaya hizmet etmeye zorlanmış bir kadın. Zalim subay Otto Bachmann'ı öldürmek için yine bir sene boyunca bu restoranda garsonluk yapmış. Ancak tam amacına ulaşacakken bir örgüt eylemini sabote ediyor ve kadının yemeğe katacağı zehri sulandırılmış anasonla değiştiriyor. Bu ilk kırılmadan sonra Isabel örgüt tarafından kaçırılıp sorgulanıyor, kendilerine katılmaya ikna ediliyor. 

"Görünmez eller" tarafından desteklenen bu örgüte İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçiler safında savaşmış, ardından Fransa'ya geçip direnişçilere katılmış tecrübeli Lucena liderlik ediyor. Bahsi geçen toplama kampından kurtulmuş Marse ile Sordo (sağır) ve kamptan sağ çıkamayan bir arkadaşlarının emaneti genç Castro örgütün diğer elemanları... Üyeler kendilerini finanse eden güçten habersiz. Bizlerse sadece Lucena'nın bir müzede kızı Laura'yı savaşta yitirmiş Ramos ile görüştüğünü biliyoruz. Acılarını intikam alarak dindirmeye çabalayan bu anne örgüte maddi manevi yardım ediyor. Fakat en tepedeki o mu, bir başkası mı anlamak zor...

Dizi genel hatlarıyla örgütün Otto Bachmann aracılığıyla Heim'a ulaşma çabasına odaklanmış. Bu hedef için büyük oynanıyor. Kamufle olunup Nazi artıklarının sosyal yaşamına sızılıyor. Kaldıkları otel, gittikleri terzi, katıldıkları balo... Hemen her yerde karşısına çıkıyor Isabel ile Lucena. Çok geçmeden meyvelerini de topluyor, ailenin yakınına sokuluyor, dahası işi bir akşam yemeğine dek götürüyorlar.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NA DAİR ANLATILAR VE 'KÖTÜLÜĞÜN SEKSİLİĞİ'

Dizinin anlatımını değerlendirecek, eksileri artıları yorumlamaya çalışacağım fakat öncelikle dizinin de önüne geçen bir çizgiyi belirtmekten yanayım. İkinci Dünya Savaşı muhtemelen sinema tarihinin üzerine en çok eğildiği sosyal-siyasal mesele... Unutulmaz savaş filmlerinin yahut savaşın sosyal yaşamda yarattığı yıkımı irdeleyen yapımların büyük kısmı İkinci Dünya Savaşı eksenli... Bu tercih şüphesiz tartışılır. Belki akla uygun sebepler arar, biraz da tarafsız olma iddiasıyla yorumlarsak ikinci savaşın sivrilmesini sinema dilinin gelişimine, savaş sonrası doğan akımların getirdiği zenginliğe ve paylaşım sorununun nihayete ermese bile geçici bir sonuca varmasına bağlayabiliriz. Soğuk Savaş kartları yeniden dağıtıp medyaya yeni roller yüklerken İkinci Dünya Savaşı cezbedici bir malzeme sunuyordu. Dahası bu savaşın Avrupa'da bir düşünsel arayışa belki hatta bir kültürel değişime zemin hazırlaması, tüm dünyada yeni bir ekonomik düzen sağlaması ve şüphesiz Nazi azgınlığının efsaneler türetecek denli vahşi boyutlara ulaşması bu konudaki filmleri her dönem gündemde tuttu diyebiliriz. 

Ayrıca iki noktaya değinmeden geçmemeliyiz. İkinci Dünya Savaşı'na yönelik filmler ibret bildirmesi açısından haber niteliği de taşıyordu. Yani bir bakıma Birinci Dünya Savaşı'nın henüz emekleyen sinemaya hediye ettiği “haber filmleri” yerini haber işlevine sahip bir temaya bırakmıştı. Nasıl haber filmleri cephelere dair sıcak gelişmeleri aktarıyorsa İkinci Savaş filmleri de Almanya'nın hezimetini çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor ve bu hezimeti hak ettikleri yargısını durmaksızın tekrarlıyordu. Hitler ve çevresinde toplananları, daha ötesinde faşist isterinin kuklası olmuş koca bir ulusu görmezden gelen bu tavır faşizmin ortaya çıktığı koşulları politik olgunluğundan uzaklaştırırken yani dünya savaşlarının esasında sermaye birikim sıkıntısından doğduğu gerçeğini yadsırken bir alay ruh hastasını “yaldızlayıp” önümüze attı. Naziler neticede yenilseler dahi “kusursuz savaş makinesi” şeklinde resmedile resmedile bir karizma kazandılar. Her şeyden evvel sapkın ideolojilerine sonuna kadar inanmışlardı. Bir asker toplum yaratamasalar da toplumu önemli ölçüde militarize etmişlerdi. Bu bağnaz, bir o kadar “karizmatik” hal, günümüzde hedefe konuyor ve faşizme karşı ideolojik mücadele verenlerin değilse bile Nazileri yahut Nazi artıklarını avlamaya çalışan ekiplerin anlatıları parlıyor. 

Bilindik bir örnek vererek başlayayım aklıma gelenleri saymaya: Tarantino'nun 2009 yapımı olan ve baş avcılığa Brad Pitt'i layık gördüğü "Inglourious Basterds" filmi, savaşın hâlâ sürdüğü yıllarda geçerken Hitler'e düzenlenip başarıya erişmiş hayali bir suikastı konu alıyordu. Bu filmin yanı sıra Netflix ve Amazon Prime gibi çevrimiçi platformların, beyazperdenin Fransa'dan İspanya’ya, Amerika'ya birçok ülkede faal veya emekli Nazilerin “avlandığı” "Hunters" (2020), "Overlord" (2018) vb. yapımlara yer verdiğini söyleyebiliriz. Bu anlatıların ortak yanı “faşistlere anladıkları dilden cevap vermeyi” çizgi haline getirmesi ve avlamanın sağladığı hazzı hatta erotik bir gösteriyi beslemesi. Bu anlatılar bir tür “kötülüğün seksiliği” olarak ifadesine kavuşuyor. Kötülük ve ona ödetilen bedel siyasi bir tatminin dışında ilginç bulunabilecek bir doyum alanı da açıyor. Vahşiler ve ellerinden kurtulup onları köşeye kıstıran iyi insanların vahşiliğe başvurma hakları, o hakları nasıl ve ne ölçüde kullanacaklarına dönük “tatlı gerilim” bu tür anlatıların çıkış noktası…

SON KURŞUNUN HUKUKA BIRAKILMASI

"Jaguar"ın ise temasına yenilik getirmediğini fakat daha soldan bir bakış yönelttiğini öne sürebiliriz. Bunu da Nazilerin yoldaşlığı karşısına avcıların yoldaşlığını koyarak yapıyor. Öyle ki “compañero” dizide en çok duyduğumuz kelimelerden... Öte yandan Aztek mitolojisine atıfla Jaguar savaşçı modelinin (isimsiz ve adanmış kahramanların) öne çıkarılması avcı ekibin takım oyununu vurguluyor. Bir amaç etrafında birleşmiş bu ekibin üyelerinden yana öyküyü yaralayan bir eksikle karşılaşmasak dahi nihai hedefin Doktor Heim'ı tarafsız mahkemeye teslim etmek olması yani adalete hizmet uğraşı “son kurşunun bırakılması” mesajını veriyor. Bu tür anlatılarda son kurşunu sıkmaktan imtina eden bir anlayış söz konusu. Ekip herkesi öldürebiliyor. Zalimleri, onlara yarenlik edenleri, karşılarına çıkan herkesi ama baş düşman nedense “romantik” bir çerçevede muhatap alınıyor ve suçların bedeli hukuki bir eziyet vasıtasıyla, mahkeme yoluyla ödetilmek isteniyor. Dizinin başında Isabel'in intikamından kolayca vazgeçmesi de bu mesajı destekliyor bir bakıma. Mahkeme önüne çıkmak suçlarıyla yüzleşmeleri gibi bir anlam taşısa bile daha kestirme yollardan bahsedilemez mi? Anlatı boyunca illegal kalınırken cezayı kesmek noktasında  “akla ve düzene sığınılması”, ne idüğü belirsiz yüksek bir adalete başvurma kaygısı son sözleri ancak hâkim güçlerin söyleyebileceğini ortaya koyuyor. O hâkim güçler ki Hitler haydutluğunu cezalandırırken diğer yandan “savaş suçu”, “insanlık suçu” gibi tanımları ihtiyaçları doğrultusunda yapıyor ve örneğin Japonya'nın iki kentini, Hiroşima ile Nagasaki’yi neredeyse haritadan silen atom bombalarına hiç itiraz getirmiyor. Belki o bombaları da adaletin aracı sayıyorlardır, kim bilir!

"Jaguar"ın daha soldan baktığını söyledik. Ekip zengin ve nüfuzlu kişilerce desteklense de belli bir antifaşist hat çekiyor, yine Lucena'nın her fırsatta -faşizm neredeyse oraya gidip- savaşması bir sol kültürün ve bilincin ürünü... Bölümler aktıkça heyecan dozu da yükselen dizide bazı mantık hataları göze çarpıyor. Nazi avcısı örgüt Nazilerin yoldaşı Franco iktidarının sürdüğü İspanya'da bir kavgaya tutuşuyor. Şartları ağır fakat çoğu zaman ellerini kollarını sallayarak hareket ediyorlar. Bırakalım İspanya'yı, dönemin en Nazi karşıtı kapitalist ülkesinde dahi illegal hele sol tandanslı bir örgütün at koşturması pek akıl kârı değil. Bir bölümde Lucena ile Isabel Falanjist subayların ve kaçak Nazilerin merkezi olarak tanıtılan Büyük Kulüp'e rahatlıkla girebiliyor. Ancak son ziyaretlerinde fark ediliyor niyetleri. Bunun ötesinde Almeria kentinde geçen yakın takip bölümünde de bir inandırıcılık problemiyle karşılaşıyoruz. Bachmann'ın evi karşısında ev kiralayan örgüt günlerce dikizleyebiliyor düşmanlarını. Bu iş bu kadar kolay mıdır? Yahut on yıllarca diktatörlüğünü sürdürebilen Franco'nun istihbaratı bu kadar zayıf mıydı? Zaten "Jaguar" sorunlarını zirveye taşıdığı Hastane bölümünde (son bölümde) “inanmayı boş verin, eğlenin, deşarj olun” fikrini benimsediğini açıkça ilan ediyor ve hastanede bir tabur askerle çarpışan örgüt yine kefeni yırtıyor. Elbet bu kez yaralılarla birlikte... Lucena'nın akıbetini bilmesek de dizi bir sezon daha çekilirse onu da döndürecekleri, maceraya kaldıkları yerden devam edecekleri ortada.

JAGUAR'IN İYİ YANLARI

Ara başlığı “iyi yanları” diye attım ama "Jaguar"ın iyi ve daha ziyade "idare eder" yanlarına eğilmek istiyorum. İdare eder yanından başlayayım. Dizi, ekipte renklilik sağlanması bakımından farklı insanları bir araya getiren bildik tarzı benimsiyor. Avcı ekip dindar Marse, genç Castro, toplama kampında adi suçlu (kapo) kimliğiyle kalan Sorbo ve politik Lucena'dan meydana geliyor. Sonradan katılan Isabel ise topluluğun intikam ateşini tüm şahsında somutluyor adeta. Geriye duygusal serpintiler kalıyor. Sorbo'nun itirafı, Castro'nun genç yaşta ölüm korkusu, tanrıyı reddetmek noktasına gelen eski rahip Marse'nin göklerle imtihanı ve Lucena'nın bir türlü kurtulamadığı kötü anıları... Isabel ise kampta hizmetçi olduğundan Nazileri teşhis edecek kadar yakından tanıyan tek kişi. Isabel'in çocukluk anıları ve örgüt üyelerinin çelişkilerine, kişisel öykülerine yer veren pasajlar doludizgin aksiyonu keserken genellikle yerinde müdahaleler olarak dikkat çekiyor. 

Öte yandan iyi yanlara geçtiğimizde, Marse'nin kişilik yönünden oldukça zengin çizildiğini, bilhassa Isabel ile paylaştığı sahnelerde öyküye derinlik kattığını görüyoruz. Dini referanslar kullanan Marse bir sahnede Buñuel'in "Yokedici Melek" (El Angel Exterminador) filminin afişi önünde anlamlı bir diyalog kurarken devamında, bir geri dönüş sahnesinde yine Isabel'e dans öğretiyor, hayat tecrübesini paylaşıyor. Buñuel’in filminin o dönem İspanya’da tepkiyle karşılandığı biliniyor. Zaten mevzu bahis film Franco'nun davetiyle Viridiana'yı İspanya'da çekip bir kez daha Meksika'ya, sürgündeki yaşamına dönen yönetmen tarafından çevriliyor. Viridiana'nın da davete rağmen Hristiyan öğretiye saldırmasından ötürü senelerce yasaklandığı malum. Burjuvaziyi, kiliseyi ve faşist ideolojiyi her daim aşağılayan üslubu yönetmenin yıllarca hatta kariyerinin büyük bölümünde ülkesinden uzak kalmasına yol açmış. Bu açıdan Marse ile Isabel'i bu film afişi önünde buluşturmak aslında ince bir mesaj olarak okunabilir. Buñuel nasıl Franco diktatörlüğü ile ideolojik ve kültürel bir çatışma yaşıyorsa dizideki örgüt de İspanyol kökenine karşın topluma dayatılan kalıplara sığmıyor ve faşistler kadar faşizme karşı direnişe geçen İspanyolların varlığını da bildiriyor. Kaldı ki İspanya Falanjistlerle Cumhuriyet yanlılarının İç Savaşı'ndan çıkmış ve Dünya Savaşı topraklarına uğramasa dahi karşıt siyasi pozisyonların çarpıştığı, kanla sulanmış bir ülke... "Jaguar" bir taraftan ülkedeki siyasi yarılmayı daha iyi betimleyebilmek adına sanatsal göndermelere de başvuruyor. Lucena ile Laura'nın tablolar önünde buluşarak yakın geçmişi andıkları sahneler öykünün geçtiği koşulları kavramamıza ve geçmiş-gelecek bağını kurmamıza yardım ediyor. 

Gerçek bir karakterden yola çıkılması ise yine Tarantinovari bir “tarihi yeniden yazma” merakına yorulabilir. Heim karakteri tüm o savaş suçuyla izini kaybettirenlerden... Mısır’a yerleşip Müslüman olmuş ve Tarık Hüseyin Ferit adını almış. Bu acımasız Nazi doktoru 92’de, Kahire’de ölmüş. "Jaguar" yeni sezonunda (devam ederse) tarihin akışını değiştirip bu ölümü hızlandırmaya çalışacaktır. Ya da Heim'ı eziyet çeken başka kurbanların önüne, mahkeme salonuna çıkararak adalet duygusunu hukuki yollardan doyuracaktır. Tabii düzene dönülmesiyle “sol” görüntüsünü de bertaraf edecek, bir taşla iki kuş vuracaktır!

**

"Jaguar"a, artık yaka silktiğimiz (yine de kayıtsız kalamadığımız) bir malzemeden beslenmesine rağmen Nazi avcısı grubun politik derinliği ve sol kültürden seslenmesi gibi sebepler dolayısıyla bir şans verilebilir. Dizi, senaryoda bazı inandırıcılık problemleri karşımıza çıksa bile dönemi başarıyla yansıtması, takip sahnelerini ve duygusal bölümleri akıllıca dizmesiyle göz dolduruyor. Hem madem İkinci Dünya Savaşı, madem “No Pasaran” ama daha çok da “Viva la Muerte”! Ne yapalım? Zevk almaya bakacağız!