İstanbul'un en büyük sorunu nüfus: Çözüm için '15 dakika' lazım

Kentsel planlama uzmanı Rogier van den Berg, İstanbul'un temel sorununun ülkenin yüzde 20'sinin bu şehirde yaşaması olduğunu belirterek şehrin sorunlarına karşı '15 dakika konsepti'ni öneriyor.

Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - İklim krizi, doğal afetler, ulaşım ve nüfus yoğunluğu tüm dünyada büyükşehirlerde yaşayan milyonlarca insanın yaşamını tehdit ediyor. Yaşanan tüm bu sorunlara karşı çözüm yolları tartışılırken sürdürülebilir ve dirençli şehir kavramlarıyla tanıştık. Kısaca, “kentsel faaliyetlerin ve hizmetlerin verimliliğini artıracak akıllıca çözümler geliştiren ve uygulayan bir şehir” olarak tanımlanıyor sürdürülebilir şehir.  

Türkiye Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu’nu da düzenleyen WRI (Dünya Kaynakları Enstitüsü  - WRI) Ross Center for Sustainable Cities Global Direktörü Rogier van den Berg, şehirlere odaklanmadan iklim krizinin çözülemeyeceğini belirterek, “İstanbul'un temel sorunu, ülkenin nüfusunun yaklaşık yüzde 20'sinin bu şehirde yoğunlaşmış olması. Dünyada pek çok kent daha kompakt bir yerleşme modeline geçiş için çözüm yolları geliştiriyor. Bunlardan en fazla ön plana çıkan örnek ise 15 dakikalık şehir yaklaşımı. ‘15 dakika’ konsepti, kent sakinlerinin yaşamları için ihtiyaç duydukları hizmetleri en kısa mesafede almaya, yaya ve bisikletli ulaşımlarını sağlamaya dayanıyor. Paris bu alanda öncülük ediyor mesela” ifadelerini kullandı.

Kentsel planlama uzmanı, mimar ve akademisyen Rogier van den Berg ile iklim krizi ekseninde şehirleri, İstanbul’un sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk.

Dünyanın karşı karşıya olduğu en acil sorun iklim krizi. Günümüzde şehirleri ve sorunlarını iklim krizinden ayrı düşünmek mümkün değil. Şehirlerin kendine özgü sorunlarıyla ilgilenirken aynı zamanda iklim krizi için de çözümler geliştirmek gerekiyor. Bu çözümler neler?

Şehirler, bir değişikliğin diğer birçok değişikliği tetikleyebileceği karmaşık sistemler. Şehirlerde karbon emisyonlarını azaltmak için yapmamız gereken birçok şeyin, sadece iklimle ilgili değil, bunların ötesinde başka faydalar da getirebileceğini biliyoruz. Örneğin; toplu taşımayı geliştirmek ve elektrikli hale getirmek, ulaşım kaynaklı emisyonları azaltmaya yardımcı olabilir, şehirde yaşayanların fırsatlara erişimini radikal bir şekilde artırabilir ve özel araç kullanımına olan ihtiyacı azaltabilir. Ayrıca bu, sokaklarımızı daha güvenli hale getirebilir ve sokakları araçlardan geri alarak insanların daha rahat yaşamasına neden olabilir. Yine bu sayede şehirlerde su ve elektrik gibi temel hizmetlere erişim daha ekonomik hale gelir ki bu, dünyanın en hızlı büyüyen şehirlerinde ciddi bir sorun.

Coalition for Urban Transitions tarafından (pandemi öncesinde) yapılan araştırma, şehirlerdeki düşük karbonlu çözümlerin 2050 yılına kadar 24 trilyon dolardan fazla net fayda sağlayacağını ortaya koydu. Gerçekten de günümüzde şehirler o kadar çok zorlukla karşı karşıya ki bir konuyu bir diğerinden bağımsız ele almak mümkün değil. Bu nedenle insanların hayatını birçok yönden iyileştiren sistemik çözümlere öncelik vermeliyiz.

WRI (Dünya Kaynakları Enstitüsü  - WRI) Ross Center for Sustainable Cities Global Direktörü Rogier van den Berg

‘ŞEHİRLER BÜYÜDÜKÇE EŞİTSİZLİK ARTIYOR’

Son yıllarda duymaya başladığımız sürdürülebilir ve dirençli şehir kavramları neyi ifade ediyor?

Sürdürülebilir ve dirençli şehir, her şeyden önce tüm şehir sakinleri için çalışan bir şehir. Çok sayıda şehir, temel hizmetlere erişim ve ekonomiye katılım konusunda birçok kişiye fırsat eşitliği sunmuyor. WRI’ın araştırması, şehir sakinlerinin üçte birinin konut, temiz içme suyu veya ulaşım gibi en az bir temel hizmete erişiminin olmadığını ortaya koyuyor.

Şehirlerimiz büyüyor, büyüdükçe eşitsizlikler artıyor ve geçim kaynakları azalıyor. Kentsel altyapı, nüfustaki artışa ayak uyduramıyor. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için çabalayan birçok şehirde, küresel kalkınma ve iklim sorunları giderek büyüyen kentsel sorunlar haline geliyor. Tüm bu sorunların çözümü ise sürdürülebilir ve dirençli şehirlerde yatıyor. Sürdürülebilir bir şehir, sosyal, çevresel ve ekonomik meselelerin yerel yönetimler, kanun yapıcılar tarafından doğru şehir planlamasıyla çözüldüğü; iklimsel etkisini iyileştirmek üzere tasarlanmış; mevcut ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşam kalitelerini geliştirmek için, kentsel faaliyetlerin ve hizmetlerin verimliliğini artıracak akıllıca çözümler geliştiren ve uygulayan bir şehir.

Sonuç olarak, tüm şehirlerin 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyonuna ulaşması gerekiyor ki ısınmayı 1.5 derecenin altında tutabilmek mümkün olsun. Ancak toplum dirençli olmazsa, hiçbir altyapı da dirençli olamaz. Yani emisyon azaltımları, fırsatları ve hizmetleri genişleten çözümlere eşlik etmeli. Şehirler, daha sürdürülebilir ve adil bir dünya yaratmak için bir tür kaldıraç görevi görebilir, ancak bunun koşulu da şehirleri daha fazla insan için işler hale getirmenin yollarını bulabilmek.

‘ŞİMDİ SIRA İKLİM KANUNU’NDA’

İklim krizi, Türkiye'nin coğrafi ve iklimsel koşulları nedeniyle ciddi bir tehlike. Türkiye’nin iklim krizi ile mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Akdeniz ülkelerinin pek çoğu gibi Türkiye’de de iklim krizinin etkileri fazlasıyla hissediliyor. Son yıllarda aşırı hava olayları, sel, sıcak hava dalgaları, kuraklık ve orman yangınlarını hem daha sık görüyoruz hem de yıkıcı etkileri daha fazla.

İklim kriziyle mücadele alanında Türkiye’nin attığı adımlar var: İklim Değişikliği ve Uyum Koordinasyon Kurulu ve İklim Değişikliği Başkanlığı kuruldu. İklim şurası düzenlendi. İklim Değişikliği Eylem Planı güncelleniyor. 2053 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdü verildi. Şimdi sıra İklim Kanunu’nda. Ve biliyoruz ki, ilkim kriziyle mücadelede tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de daha hızlı ve büyük adımlar atılmasına ihtiyaç var.

‘ŞEHİRLERE ODAKLANMADAN İKLİM KRİZİNİ ÇÖZEMEYİZ’

Türkiye'de gördüğümüz en büyük sorunlardan biri hızlı kentleşme. Mesela İstanbul, o kadar kalabalık ve yoğun ki artık hiçbir sorunu çözemez durumda. İstanbul gibi mega şehirlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Şehirlerimiz büyüyor, büyüdükçe eşitsizlikler artıyor ve geçim kaynakları azalıyor. Kentsel altyapı, nüfustaki artışa ayak uyduramıyor. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için çabalayan birçok şehirde, küresel kalkınma ve iklim sorunları giderek artan kentsel zorluklar haline geliyor. Tüm bu sorunların çözümü ise sürdürülebilir şehirlerde yatıyor.

Paris Anlaşması'nda öngörülen iklim kriziyle mücadele ve uyum hedeflerini gerçekleştirmede, şehirlere önemli görev düşüyor. Şehirlere odaklanmadan iklim krizini çözemeyiz. Şehirler, Dünya'nın karasal yüzeyinin yalnızca yüzde 2'sini kaplasalar da küresel enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 70'inden ve emisyonların yüzde 75'inden sorumlu. Kritik bir dönüm noktasındayız, fakat aynı zamanda bu, dönüşmek için de bir fırsat. Şehirler inovasyonlara imza atma, refahı ve yaşam kalitesini artırma, daha az kaynak tüketimi ve emisyonla yani daha küçük bir karbon ayak iziyle, daha fazla insanı barındırma gücüne sahip.

'İSTANBUL'UN TEMEL SORUNU ÜLKENİN YÜZDE 20’SİNİN BU ŞEHİRDE YAŞAMASI'

Kent yöneticilerinin bugün yaptığı seçimler, önümüzdeki yıllarda yaşadığımız çevreye yön verecek. Türkiye’nin en büyük ve kalabalık şehri olduğu için WRI Türkiye olarak İstanbul elbette odaklandığımız şehirlerden biri. İstanbul'un temel sorunu, ülkenin nüfusunun yaklaşık yüzde 20'sinin bu şehirde yoğunlaşmış olması.

Dünyada pek çok kent daha kompakt bir yerleşme modeline geçiş için çözüm yolları geliştiriyor. Bunlardan en fazla ön plana çıkan örnek ise 15 dakikalık şehir yaklaşımı. ‘15 dakika’ konsepti, kent sakinlerinin yaşamları için ihtiyaç duydukları hizmetleri en kısa mesafede almaya, yaya ve bisikletli ulaşımlarını sağlamaya dayanıyor. Paris bu alanda öncülük ediyor mesela.

Öte yandan bugün İstanbul için önerdiğimiz bir proje, yarın şehrin nüfusu 30 milyon olduğunda işlevsiz hale gelecek. Bu sebeple aslında, şehirlere daha fazla kaynak aktarmak yerine, farklı şehirlere fon sağlanarak alt yapı ve ulaşım imkanlarının geliştirilmesi, yeni çekim merkezlerinin oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz.

Dünya genelinde büyük şehirlerde ulaşım sorunu için çözüm önerileriniz neler?

Her şehir farklı ancak her yerde ulaşım - daha doğrusu hareketlilik - arazi kullanımı, karbon emisyonları, fırsatlara erişim ve yönetişim gibi şehrin diğer sorunlarıyla bağlantılı. Şehirlerle çalışarak, ulaşım sistemlerini daha iyi anlamalarına yardımcı oluyor ve ‘başarılı’ bir hareketlilik sisteminin odak noktasını, araçları taşımaktan ziyade insanları taşımaya kaydırmak için nasıl değişebileceğini yönlendiriyoruz. Merkezinde yüksek kaliteli toplu taşıma bulunan çok modlu, entegre hareketlilik sistemleri, daha sürdürülebilir ve eşitlikçi şehirlerin anahtarı. Bunu tekrar tekrar görüyoruz. Çok sayıda insanı taşımanın en verimli, en az kirletici yolu. Çok sayıda insanın fırsatlara erişimini iyileştirebilir, çok modlu yönü ise büyük ölçüde esneklik ve uyarlanabilirlik sağlar. Başarılı bir entegre hareketlilik sistemi oluşturmanın aynı zamanda sokakları yayalar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi savunmasız yol kullanıcıları için daha güvenli hale getirmek anlamına geldiğini söylemeye gerek bile yok. Ancak ulaşım çözümünüz ne olursa olsun, kullanıcı ve onların yolculuğu her zaman merkezde olmalı.

'İSTANBUL TRAFİĞİN EN SIKIŞIK OLDUĞU 16’INCI KENT'

Trafik verilerini analiz eden ABD merkezli Inrix’in 50 ülkedeki 1000 şehri kapsayan 2022 raporuna göre, İstanbul dünya genelinde trafiğin en sıkışık olduğu 16’ıncı kent. İstanbul’da trafik sıkışıklığı nedeniyle kaybedilen ortalama süre (89 saat) 2022’de pandemi öncesi döneme (2019) göre yüzde 42 azaldı. İstanbul 2022’de trafik sıkışıklığı açısından Avrupa kentleri arasında yedinci sıradaydı. Trafiğin en yoğun olduğu kent ise Londra 156 saat; onu Şikago 155 saat ve Paris 138 saat izliyor.

TÜİK verilerine göre, Nisan 2023 sonu itibarıyla, İstanbul'da 5 milyon 065 bin 301 araç bulunuyor ve bu araçların 3 milyon 398 bin 497'sini otomobil, ikinci sırada 796 bin 579 ile kamyonetler, 539 bin 220 adet ile motosikletler de üçüncü sırada yer alıyor.