'İşçi ve doğa ölüme, sermayenin kârı zirveye'

Birgün yazarı Bahadır Özgür, madencilik sektörünün ucuz emek sömürüsü, hammadde yağması ve doğa talanına dayalı vahşi bir karaktere büründüğünü ifade etti.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Birgün yazarı Bahadır Özgür, madencilik sektöründeki büyümenin "ucuz emek sömürüsü, iş cinayetleri ve doğa tahribatı sayesinde" gerçekleştiğini belirtti, 20 yılda 21 kez değişen Maden Kanunu ile, sektörün "ucuz emek-hammadde yağması-doğa talanı formülüne dayalı bir politikayla giderek vahşi bir karaktere" büründüğünü ifade etti.  

Bahadır Özgür'ün "İşçi ölüme, kârlar zirveye" başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle: 

"Amasra’daki toplu iş cinayeti sonrasında bir kez daha dikkatlerin kesildiği madenciliği bir de bu gözle inceleyelim şimdi. Ucuz, güvencesiz, örgütsüz emek ile dizginsiz bir doğa tahribatının yarattığı sinerji, bakın maden patronlarının kârını nasıl katlamış.

Madencilikte asıl kâr metal cevheri ve taş ocaklarında yatıyor. Metal cevheri şirketlerinin aktif büyüklüğü son 5 yılda 4 kat artıp, 30.1 milyar liradan 117.8 milyar liraya yükseldi. Pandemi yılları olan 2020’de büyüme hızı yüzde 34, 2021’de yüzde 59. 2016-2021 arasında net satışlar 7 kat, yurt içi satışlar 8 kat, ihracat ise 6 kat arttı.

Bu büyüme aynen kârlılığa da yansıdı elbette. Metal cevheri madenciliğinin faaliyet kârlılığı diğer sektörlerin çok üzerinde seyrediyor. Yine pandemi yıllarına bakıldığında 2020 ve 2021’de sırasıyla faaliyet kârı yüzde 45 ve 46 oranında sıçrama yapmış. Son 5 yılda ise ikiye katlanmış. Faaliyet kârı, şirketlerin doğrudan üretimden elde ettiği gelirle ilgili. İşçilik, yönetim giderleri vb. maliyetleri düşüldükten sonra net satışlarının ne kadarının kâr hanesine yazıldığını gösteriyor. Haliyle mesele emek sömürüsüyse, buraya bakmak daha isabetli. Faaliyet dışı gelirleri de hesaba katarsak, karlılığın çok daha yüksek olduğunu hatırlatalım.

(...)

Tabii madencilik ruhsatlarının dağıtımı da tıpkı inşaat gibi ‘yandaş yaratma’ konusunda son derece elverişli. AKP’nin yerel ‘iş ağları’ inşaatla beraber madenciliğe dayanıyor. Ama sektörde ‘büyük yandaşlar’ asıl olarak özelleştirmelerle yaratıldı. Mesela; milyarlarca dolarlık rezerve sahip Eti Gümüş, Eti Alüminyum, Eti Bakır, Eti Krom insanın telaffuz etmeye utanacağı bedellerle Yıldırım Holding, SSS Yıldızlar Holding ve Cengiz Holding arasında pay edildi. Haliyle madencilikte toplumun hesabına yazılan maliyet kalemine işçi cinayetleri ve doğa tahribatıyla beraber, kamu yağmasını da eklemek lazım. Kısaca madencilikte iktidar mimarisine entegre olanlarla, eski sermaye grupları aynı kuralsızlığın nimetlerinden doyasıya faydalanıyorlar.

Zorlu’nun nikel madeni Manisa’da Çaldağı’nı düzlerken; Koç, Sivas’taki altın madeniyle Alevi köylerinin kutsal mekanlarını çiğniyor. Limak, zeytinlikleri sökmek için çabalarken; Cengiz, İkizdere’yi taş ocaklarıyla cehenneme çeviriyor. Nesko’nun atıkları Şebinkarahisar’ın verimli tarım arazilerini çürütürken; Nurol, Kaz Dağları’nı kazıyor. Esam’ın, Eysim’in, Kaltun’un Çine’deki madenlerinde işçiler 8-10 yıl çalışıp silikozisten ciğerleri taşlaşınca, ‘kullanım ömürleri’ dolduğu için ‘iş dışı’ bırakılırken; İliç’te, Kanadalı tekelin zehirli atık havuzu patlıyor.

O yüksek kârlar böyle elde ediliyor işte. Nasıl ki Kamu İhale Kanunu sürekli bir değişiklik döngüsüne sokularak, siyasi ve iktisadi modelin merkezine inşaat ekonomisi yerleştirildiyse; Maden Kanunu da 20 yılda 21 kez değiştirildi. Böylece insan ve çevre maliyetini üstlenen, teknolojiye yüzünü dönmüş, kurallı bir faaliyetten ziyade, ucuz emek-hammadde yağması-doğa talanı formülüne dayalı bir politikayla giderek vahşi bir karaktere bürünüyor madencilik. Yoksullaştıran büyümenin, ölümcül sektörü oluyor. İşçi ve doğa ölüme itildikçe, sermayenin kârı da zirveye çıkıyor." (YAZININ TAMAMI)