İnceliksizlik (bazen) ince işlere yarar

“Ülke tarihinin en önemli seçimi”, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, CHP ile solun (sosyalistlerin) kulvarlarının belirgin çizgilerle ayrışması zorunlu olacak.

Google Haberlere Abone ol

CHP, neden Mücella Yapıcı’ya ya da Can Atalay’a (ya da Osman Kavala’ya[1]) değil de sadece Tayfun Kahraman’a milletvekilliği teklif etmiş? Gezi’nin Meclis’te temsil edilmesi gerektiğinden hareket etmişlerdir kuşkusuz! Bilindiği üzere temsil, genel olarak iki biçimde belirleniyor; seçilerek ya da atanarak. Belki de CHP yetkilileri Gezi Tutsakları’na haber gönderip “biz, sizlere Meclis’te temsil edilme kanalı açmak istiyoruz, kendi aranızda seçim yapıp lütfen bize bir isim belirtiniz” demiş de olabilir. (Keşke bu yöntemi izlemiş olsalar ve cezaevindekiler Tayfun’u seçmiş olsa!) Anlaşıldığı üzere CHP yetkilileri seçimi, atama usulü yapmışlar. Tayfun Kahraman’ın Gezi’yi temsil etmesinin, diğerlerine göre daha uygun olacağına karar vermişler.[2]

Anlaşılmıştır mutlaka ama yine de söylemek gerek; konu Tayfun Kahraman ya da diğer isimler değil, konu CHP zihniyeti. Toplumsal muhalefetin, bu zihniyetle bir sorunu var, pardon “bu zihniyetin, toplumsal muhalefet ile bir sorunu var” demek daha yerinde.

20 küsur yıllık AKP iktidarında toplumun sorunları azalmadığı gibi bir çığ gibi büyüdü. Ve bu sorunlara karşı mücadeleler de. Kürt halkının mücadelesi kuşkusuz başat. Batı’daki mücadelenin en belirgini ise Gezi İsyanı oldu. İstanbul Gezi Parkı’nda yakılan ateş tüm ülkeye yayıldı, AKP iktidarına yöneldi. Ve eğer FETÖ’nün desteği olmasa Erdoğan’ı alaşağı da edecekti. Sonrasında ise Gezi, yıllardır bu ülkedeki Adalet arayışının en öndeki mevziisi. Berkin Elvan ile Ali İsmail ile Ahmet Atakan ile Medeni Yıldırım ile… (Kılıçdaroğlu’nun “adalet yürüyüşü” bile bunun ilerisine geçemedi!).

Bugün Erdoğan, iktidardan gidecekse bunu sağlayan kökler Gezi’dedir ve adalet de geri gelecekse başlangıcı Gezi’yle yapmak zorundadır.

Kuşkusuz toplumsal muhalefet Gezi ile sınırlı değil. Dedik ya AKP, var olanları büyüttü, çıkarılmadık da sorun bırakmadı ve her sorun kendi muhalefetini yarattı. Kadın sorunundan işsizliğe, kentlerin yağmalanmasından doğa talanına, çocuk istismarından din bezirganlığına, işçi katliamlarından tren facialarına, …. doğal afetlerin yarattığı “sorunlar”, başlı başlına birer katliam.

OYUNU VER SEN, GERİSİNİ MERAK ETMESEN!

Neyse konumuza dönersek… Yurttaşlar, kendi sorunlarının ve ülkenin sorunlarının çözümü için ülke yönetimine katılmaya karar verdiklerinde bunu (ne yazık ki) siyasi partiler aracılığı ile yapmak zorunda kalıyorlar. Ve yine ne yazık ki siyasi partiler, sorunların muhataplarından oluşmuyor. Profesyonelleşmiş siyasetçiler (sınıfı) devrede. Onlar profesyonelleşmiş dilleri ve profesyonelleşmiş “eylemler”i ile aracılık yapıyorlar. Yani Soma maden işçilerinin sorunlarını anlatmak ve çözümünü bulmak bir maden işçisinin yapacağı iş(!) değil, bunu ancak ve ancak 24., 25., 26. ve 27. dönem Manisa milletvekilliği yapan ve 28. dönem de yapmaya devam edecek Özgür Özel yapabilir! Ya da fındık üreticisinin sesi, ancak ve ancak Ordu'nun eski belediye başkanı, 25., 26. ve 27. dönem Ordu milletvekili olan hatta yerel yönetimlerden sorumlu Seyit Torun olabilir.

Örnekler CHP’den doğal olarak! Çünkü diğerlerinin AKP’nin, MHP’nin, İYİP’in, Saadet’in, ... böyle bir iddiası bile yok. HDP’yi ve olursa TİP’i bu eleştirilerden muaf tutmak zaten gerekli. Ancak CHP, sadece göstermelik temsiliyetlerle bu sorunların çözüm adresi olabileceğini varsaymakta. (Birkaç olumlu örneğin, Tayfun Kahraman gibi, bu genellemeyi değiştirmeyeceği aşikar). Oysa toplumsal sorunların çözümünün, o sorunla doğrudan yüzleşmiş ve çözümün parçası olmaya aday “kolektif özneler”le mümkün olduğu bilimsel bir gerçek. 

Belki bu seçimde değişirdi! Yani ülkenin en kapsamlı mağdurlarının yaratıldığı 20 yıllık süreci değiştirme ve yeni bir “bahar getirme” iddiasında olanlar, belki ufak değişiklikler yapabilirdi. Belki Kadın Savunması'na dönüp “siz kadınlardan birini CHP sıralarında görmek istiyoruz, sadece ismiyle değil, programı ve mücadelesi ile” derlerdi. Belki Kuzey Ormanları Savunması’na dönüp “kuzey ormanlarını Meclis’e taşıyın ve Kanal İstanbul’u durdurmaya orada da yardım edin” derlerdi. Ya da mücadelenin içindeki maden işçilerine, fındık üreticilerine, zeytinliğinin başında nöbet tutanlara, … “aranızdan birilerini oy birliği ile seçin ve bize bildirin”, “o, sizin mücadelenizi, taleplerinizi ve çözümlerinizi Meclis’e taşısın ve orada artık vekil olacak AKP’li bakanlarla hesaplaşsın” derlerdi. Ama heyhat! Oyunu ver sen, gerisini merak etmesen!

Neden yapmaz CHP? Aslında yapamaz! Çünkü korkar, değişmekten, değiştirilmekten. Köhnemiş yapı sağlamcıdır. Gezi’ye övgüler düzülür ama onun siyasete müdahalesine engel olunur. Oysa toplumsal muhalefetin zenginliği, üretkenliği ve ileriye doğru değişimi zorlaması belki (belki değil hatta) CHP’yi yenileyecektir.[3]

Bu tarz 9 Nisan’a kadar değişir mi? Değişmez. (Çünkü “ekipler”in kendi adamlarını, listelerde ön sıralara geçirme atraksiyonları her şeyden daha önemli.) Değiştirilir mi? Aslında birkaç yolu mevcut. Muharrem İnce bize bu yollardan birinin “başlangıcını” gösterdi. Anlaşılan o ki aynı “torna”dan çıktığı için herkesten daha iyi tanıyor CHP kastını!

İNCE’NİN İNCELİKSİZLİĞİ

Muharrem İnce’yi bu kadar gündem yapan, “değerli” kılan nedir? CHP’den “bir parça” koparacak olması, yoluna “taş” koyması. Eğer işin başında, hadi diyelim ki Partisini kurduktan sonra “Kılıçdaroğlu aday yapılırsa destek oluruz” deseydi, şimdi bu kadar “değerli” olur muydu? Oysa şimdi Milli Eğitim Bakanlığı’nın verileceği konuşuluyor. Hatta seçim ikinci tura kalır da ikinci turda Kılıçdaroğlu seçilirse “kahraman” ilan edilir.

Aynı taktiği toplumsal muhalefetin farklı aktörleri de uygulasaydı, emin olalım ki şu ankinden çok daha “değerli” olurlardı. İnce örneği ortada! Somalı bir madenci cumhurbaşkanlığına aday olsaydı (ki 100 bin işçi mutlaka imza verirdi), Özgür Özel “vaz geçirmek” için ne vaatlerde bulunurdu? Ya da bir fındık üreticisi ya da barınamayan bir üniversiteli. Hele bir de kadın mücadelesinin çıkaracağı bir aday, maazallah CHP’ye “bile” yüzde 50 kadın kotasını kabul ettirirdi.

Sonuç; klasik cümle ile “ülke tarihinin en önemli seçimi”, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, CHP ile solun (sosyalistlerin) kulvarlarının belirgin çizgilerle ayrışması zorunlu olacak. Kılıçdaroğlu’nun kazanması ya da kaybetmesi sadece biçim değişikliği yaratacak. Kazanırsa kimsenin şüphesi olmasın ki CHP, herkesten daha çok devletçi olacak. Kaybederse de post kavgası. Solun pazarlıkçı, lütuf bekleyen ve incelikli tarzı da fiili olarak tıkanacak.

Diğer yandan, gerek Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oluşumu gerekse de TİP’e gösterilen “ilgi” ve elbette Demirtaş’ın politik müdahaleleri, Soldaki sürecin gelişebileceğini gösteren önemli dinamikler.[4] Ve kuşkusuz seçimin hemen ertesi gününden itibaren yapılacak müdahaleler de ülke tarihinin yeni döneminde “sol gelecek” için belirleyici olacak…

NOTLAR:

[1] Kavala’ya teklif edilmemesinin nedeni anlaşılabilir! Erdoğan bütün seçim propagandasını onun üzerine kurardı; “Sorosçu Kavala, koruyucusu Kılıçdaroğlu”.

[2] Belki de bu tercihin Gezi ile hiçbir alakası yoktur. İmamoğlu’nun suçluluk duygusu ile gönül alma çabasından ibarettir.

[3] Hatta daha ileri gidip söylenmeli ki CHP, kendi içerisinde bir “sosyalist hizbin” örgütlenmesinin önünü açmalıdır. Çünkü sosyalist politikalar, sosyalist etik, sosyalist bakış sosyal demokrasiyi geliştirir, her şeyden önce “denetler”.

[4] Bu arada eklemek gerekir ki sol adına akıl veren ve tutum alan bütün aktörlere ilişkin eleştirilerin, “mahallenin baskısıyla” üzeri örtülmüş durumda şimdilik. Seçimden sonra (hele hele başarısızlıklar) unutulur mu?!