İmre Azem: Gerçeklikten kopuş hızlandıkça belgeselin değeri artıyor

Yönetmen İmre Azem'le belgesel sinemayı konuştuk. Azem, "Gerçeklik ve belgesel birer karşı-propaganda işlevi görürler. Gerçeklikten kopuş hızlandıkça, belgeselin dönüştürücü etkisi ve dolayısıyla değeri de artıyor. Ben de bu karşı-propaganda geleneği içinde üretimler yapmaya çalışıyorum" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İmre Azem, 1975 yılında İstanbul’da doğdu. 1998 yılında New Orleans’da Tulane Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler ve Fransız Edebiyatı diplomaları ile mezun oldu. 1998’de New York’a taşındı ve bir yayınevinde çalışmaya başladı. 2004’de bağımsız projelerde görüntü yönetmeni ve kurgucu olarak çalıştı. Aynı zamanda mobilya tasarımı ve marangozluk yaptı. 2007’de İstanbul’un neoliberal kentleşmesini anlattığı ve ilk yönetmenlik projesi olan "Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir"e başlamak için İstanbul’a döndü. Belgesel 2011’de tamamlandı ve Saraybosna Film Festivali’nde İnsan Hakları Ödülü, SİYAD En İyi Belgesel Ödülü başta olmak üzere birçok yerli ve yabancı festivallerde ödül ve mansiyon aldı, müzelerde ve galerilerde sergilendi. Belgesel halen dünyanın dört bir tarafında üniversitelerde ders olarak gösterilmektedir.

İmre Azem, genellikle kent ve sosyal adalet meseleleri üzerine videolar üretirken bir yandan da 2014’den itibaren diken.com.tr haber sitesi için video-haberler hazırladı. Alman-Fransız ortak belgesel kanalı Arte için 15 Temmuz darbe girişiminin sonrasında ilan edilen OHAL’in demokratik muhalefet üzerindeki etkilerini anlatan 2017 yapımı "Uçurumun Kıyısında Türkiye" belgeseli, Arte dışında hem yurt içi hem yurt dışı insan hakları festivallerinde ve özel gösterimlerde izleyici ile buluştu. İmre Azem, halen İstanbul’da belgesel, kısa videolar ve marangozlukla uğraşmaya devam ediyor. Azem ile bir araya geldik ve belgesel anlayışını, önümüzdeki süreçte yer alan projelerini konuştuk.

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Evet, bazen sahneler hayal ediyorum ne olabileceğiyle ilgili ama gerçeklerden kopuk bir hayal değil bu. Gerçekliğin kendisi zaten benim hayal edebileceğimden daha çarpıcı ve etkileyici. Kurmacayla belgeseli ayıran en önemli özelliğin de gerçeğin belirsizliği olduğunu düşünüyorum. Kurmacada hikâye önceden bellidir, izleyiciye verilmek istenen his bellidir. Belgeselde siz ne kadar kontrol etmeye çalışırsanız çalışın hikâye kendi yolunu çizer, karakterler kendi cümlelerini kurarlar. Bunu hiç kısıtlayıcı bir unsur olarak görmedim. Tanık olduklarımı anlatmanın o kadar çok yolu var ki, yaratıcılıkla alakalı bir kısıtlama asla hissetmedim belgesel yaparken. Aksine, yaratıcılığı kısıtlayan başka faktörler var bence sinemada, mesela finansman. Burada da belgesel görece daha düşük bütçelerle yapılabildiği için çoğu zaman daha özgürdür ve dolayısıyla yaratıcı olmaya, deneysel anlatılar kullanmaya daha yatkındır. Zaten belgeselin bu kadar çok alt türü olması da anlatım tekniklerinin çeşitliliğinden kaynaklanır. Yüksek bütçeli bir kurmacada yapımcılar veya fon kaynaklarınız sizi risk almaktan geri durmaya zorlarlar genellikle ve yaratıcılık işte bu noktada kısıtlanır esas. Yani yaratıcılık söz konusu olduğunda mesele kurmaca veya belgesel yapmak değil, yaparken ne kadar bağımsız olduğunuzla alakalıdır bence.

'KİMSENİN EVLADI DEĞİLİZ Kİ 'ÜVEY EVLAT' OLALIM'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Sinema bir sanat ama aynı zamanda bir sermaye işi ve genel olarak eğlence endüstrisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Endüstri de meseleye “iş yapar mı yapmaz mı” diye bakar. İnsanlar zaten hayatlarındaki gerçeklikten bıkmışlar usanmışlar, gerçeklikten kopmak için televizyona yöneliyorlar veya sinemaya gidiyorlar. Belgesel izleyicisi ise merak eden, bu dünya ile bu düzen ile derdi olan insanlardır genellikle. Çok çok çarpıcı bir hikâye olmadıkça reklam/reyting döngüsü içindeki TV mecrasında belgesel gösterilmesini beklemiyorum. Festivaller de ticari oldukları ölçüde belgeselden uzaklaşırlar, bunu da kurulu düzenin verili davranışları olarak görüyorum. Bir beklentim yok. Kimsenin “evladı” değiliz ki “üvey evlat” olalım. Bizim kimseden medet ummadan, merak eden izleyicilere ulaşacak kanalları kendimiz yaratmaya ihtiyacımız var.

'GERÇEKLİK VE BELGESEL BİRER KARŞI-PROPAGANDA İŞLEVİ GÖRÜRLER'

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Tarihsel süreçlere vakıf değilim ama belgeselin gerçeklik ile olan bağı, yaşananı belgeliyor ve gerçeği anlatıyor olma iddiası, insanları gerçeklikten kopartma çabası içinde olan kapitalist ilişkiler düzeninde doğal olarak sistem karşıtı bir hal alıyor. Öncelikle şu tespitle başlayalım: Kapitalizmin en başarılı olduğu alanlardan birisi, insanları yaşadıkları gerçeklerden koparmasıdır. Yediğiniz yemeğin, giydiğiniz kıyafetin veya elinizdeki telefonun hangi şartlarda üretildiğini sizden çok başarılı bir şekilde gizler. Çünkü bu süreçlerin farkında olursanız, vicdanınız sizi buna itiraz etmeye zorlayabilir. Bu düzende en makbul insan tüketici olandır. Sorgulamadan tüketmelisiniz. Belgesel ise gerçekliğe sadık kalma iddiası ile bu koparılmış ilişkileri tekrar kurmamızı sağlar. Hayatlarımızın birbirinden bağımsız bireysel balonlardan oluşmadığını gösterir bize. Her davranışımızın, her seçimimizin bütün dünyayı etkileyen sonuçları vardır. Bu ilişkileri gözler önüne serer belgesel. Tarihsel olarak bu gerçeklikten kopma hali bilgi teknolojisi çağında azalması beklenirken, daha da artmıştır. Sermaye medyasının her yanımızı saran, hiçbir boşluk bırakmayan egemen gücü etkin bir propaganda aracıdır aslında. Gerçeklik ve belgesel bu anlamda birer karşı-propaganda işlevi görürler doğal olarak. Gerçeklikten kopuş hızlandıkça, —ki geldiğimiz noktada artık içinde bulunduğumuz çağa bile “hakikat ötesi” (post-truth) çağı deniyor— belgeselin dönüştürücü etkisi ve dolayısıyla değeri de artıyor. Ben de bu karşı-propaganda geleneği içinde üretimler yapmaya çalışıyorum.

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıkçası tanımlamalara çok takılmak istemiyorum. Bbir perdeyi aralamaya yarıyorlar mı, yoksa o perdeyi bize gerçeklik diye yutturmaya mı çalışıyorlar, önemli olan bu. Belgesel şudur, şöyle yapılır, bunun dışındakiler belgesel değildir diyebilecek bir durumum yok. Bence belgesel bilgi taşımak için sadece iyi değil, çok iyi ve etkili bir araçtır. Bu bilgiyi ne kadar yaratıcı, ne kadar samimi ve ne kadar hikâyeleştirerek aktarabilirse o kadar etkili olur.

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yukarıda da anlattığım gibi, egemen kapitalist ilişkiler bizi gerçeklikten koparmaya çalıştıkça, belgesel gerçekliğe olan bağlılığı ile hep bu çarka çomak sokan bir işlev görecektir. Doğası gereği bu kaçınılmaz.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Tam aksine, destek bulamamak ne kadar üretim yapmanızı engelliyor ise, kar amacı güderek “piyasaya” girecek olan bu sermayedarlardan destek almak da bir o kadar üreteceğiniz filmlerin bağımsızlığına engel olur. İstisnalar çıkabilir, ama genel olarak daha önce bahsettiğim “eğlence endüstrisi” içerisinde üretilecek belgesellere şüphe ile bakmak lazım. Bana göre özgür belgesel üretimi veya özgür herhangi bir üretim finansal bağımsızlıkla doğrudan alakalıdır. Teknolojik gelişmeler, ufak kameralarla yüksek kalitede ve büyük ekiplere ihtiyaç olmadan çekim yapmaya olanak sağlıyor. Bu da iyi bir belgesel çekmek için ihtiyaç duyulan bütçeleri devamlı aşağıya çekiyor. Önümüzdeki senelerde daha bağımsız, daha deneysel belgeseller seyredeceğimizi düşünüyorum. Burada asıl daralma izleyici ile buluşma mecralarında yaşanıyor. Documentarist gibi senelerdir gönüllü emeğiyle ayakta kalmayı başarmış bağımsız mecralar bu anlamda çok değerli, bu mecraları mutlaka yaşatmalı ve çoğaltmalıyız.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Çok yavaştan kafamda şekillendirmeye çalıştığım bir proje var. Okumalar, araştırmalar, ara sıra da röportajlar ile bilgilenmeye çalışıyorum. Henüz paylaşabileceğim bir aşamada değil maalesef. Bugün bütün dünyayı saran belirsizlik bende de ciddi bir motivasyonsuzluk yarattı. Etrafımı, kendimi, hayatı, dünyadaki gelişmeleri gözlemlemek, okumak, dinlemek, zihnimde ilişkiler kurmak bana iyi geliyor bu aralar. Çok şanslıyım, ahşap işleri ile uğraştığım bir atölyem var. Her gün orada çalışmak bana eşsiz bir meditasyon alanı sağlıyor.