'İki ayyaş' tan bugüne, Atatürk’ü bir gecede kurtarmak

O videonun çekiminde “İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek niçin sizin için reddedilmesi gereken olay haline geliyor?” diye soranların rolü nedir?

Google Haberlere Abone ol

Dün sosyal medyaya yansıyan Atatürk’e hakaret görüntüleri yeni bir gündem yarattı. Paylaşılan kısa videoda genç bir lise öğrencisi ders kitabından yırtılmış Mustafa Kemal Atatürk portresini cinsel uzvuna götürüp gülümsüyordu.

Linç dalgası büyüdü, kısa sürede öğrencinin tam ismi, okuduğu okul, kapı numarasına kadar ev adresi ve hatta kimlik numarasının bir bölümü paylaşıldı. Ümit Özdağ fırsatı kaçırmadı, Adalet Bakanlığı ve kendi partisinin hesaplarını etiketleyerek “Bu şerefsiz kansız alçağın tutuklanmasını talep ediyoruz.” tweeti attı.

İçinde hukukçuların dahi bulunduğu bir kesim “tutuklama” istiyordu. Silaha dönüşen, peşinen cezalandıran bu tutuklamaları o kadar kanıksadık ki canımız yandığında bunu talep eder olduk.

Çok geçmeden İçişleri Bakanlığından gözaltı açıklaması geldi ve ardından A. E. S.’nin cezaevine götürülmek üzere İstanbul Anadolu Adliyesi’nden ayrılma görüntüleri yayınlandı.

Hatta, konuyla ilgili “eğitimine ben destek olacağım” yorumu yapan Kuveytli yazar hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

Panayıra katılan çok oldu.

Görüntülerin 5816 sayılı kanunda tanımlanan “Atatürk’ün hatırasına hakaret” suçunun alenen işlenen nitelikli hali olduğu tartışmasız bir gerçek.

Asıl tartışılması gereken hukuk tekniği olmasa da Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100 vd. maddelerinde hükmolunan “tutuklama” gerekçelerini kısaca anımsamakta fayda var. Kanuna göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerle kaçma, saklanma, kaçacağı şüphesini uyandırma, delilleri yok etme, gizleme, mağdur üzerinde baskı oluşturma ve bunların yanı sıra varlığı halinde tutuklama nedeninin peşinen varsayılacağı “katalog suçlar” sıralanıyor.

Çocuk Koruma Kanunu’nun üst sınırı beş yılı geçmeyen suçlarda tutuklama kararı verilemeyeceğine hükmeden “tutuklama yasağı” başlıklı 21. maddesi bu kuralı “15 yaşını doldurmamış çocuklarla” sınırlandırdığından ve yine CMK m. 100’ün dördüncü bendinde hükmedilen iki yıllık sınırın da üstünde kaldığı için tutuklama kararı teknik açıdan “kılıfına uygun” halde fakat “ölçülü” değil. Hem, kılıfına uygun olmasa ne olur?

Lafı dolandırmadan sormak gerekir, bu videonun çekilmesinde 28 Mayıs 2013’te “İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek niçin sizin için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?” diye soranların rolü nedir?

Bir ülkenin başbakanının o ülkenin kurucu liderini kastederek “ayyaş” demesiyle 17 yaşında bir imam hatip öğrencisinin yaptığı bu hareketi kıyaslarsanız, hangisi daha tahrik edici ya da ayrıştırıcı olacaktır?

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, bundan üç yıl önce Ayasofya’daki kılıçlı hutbesinde;

“Fatih Sultan Mehmet Han bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir. Çiğneyen lanete uğrar.” demişti.

Tutuklanan A. E. S.’nin öğrencisi bulunduğu Marmara İmam Hatip Lisesi’nin okul aile birliği bir yıldızlar karmasından oluşuyor. Belki de artık bütün bunlara sesimizi çıkaramadığımız için hıncımızı bu çocuktan almaya karar verdik

Atatürk’ün anısı bu çocuğun şaklabanlığıyla kirlendi mi ya da Atatürk’e kim, nasıl hakaret eder?

Görüntülerin sızdırılması, servis ediliş biçimi ve bir anda İçişleri Bakanlığı ve siyasi parti liderlerine dek bu kadar ciddiye alınması sadece bize özgü olsa gerek. Yalnızca bu hukuk bilmez “tutuklama” isteğini ele alalım. Komiserin “alın bunları” klişesi sosyal medyada “tutuklayın bunları gitsin”e evrildi. Öğrencinin alması beklenen cezadan ayrı olarak, zaten kimsenin “yatmayacağına” inandığımız bir hukuk sistemine alışmışız. İstediğimiz (!) bu cezalandırma tutuklamasının Gülşen, Kabaş ve Yanardağ için de uygulandığını, bu silahı en iyi silahın sahibi olanların kullandığını unutuverdik.

AKP iktidarı küçük milliyetçiliklerle kandırdığı bir seküler tabaka yakaladı ve uzun zamandır bu kesimi tavlamaya çalışıyor. O kadar ki düne kadar sözde teorisyenlerine Atatürkçülüğün ve Kemalizmin farklı şeyler olduğunu, birinin iyi diğerinin ise kötücül ve faşist olduğunu anlatmaya çabalamışlardı. Sonunda, kudretinden sual olunmaz iktidarı direkt olarak eleştirmektense canı acıdığı zaman iktidarın aynı hukuksuz yollarından medet uman bir yeni nesil yakalamaya da başladılar.

Tarikatlerin bakanlıkları ele geçirdiği, mafya liderlerinin yüksek yargıyla ilişkilerinin ayyuka çıktığı, bir ketenpereyle müziğin kısıtlandığı ve şimdi de açık alanda alkol almanın yasaklanmaya başlandığı bu düzende, bu çocuğun başına gelenlerin diğerlerine ibret olacağı mı düşünülüyor? Ya da salt bir intikamcılıkla, “bari bir kişi sağlam cezalandırılsın” mı deniyor?

Bu tutuklama az önce açıkladığımız milliyetçi seküler kesimin “adalet” duygusuna oynadığı kadar, tepkiler soğuduktan sonra tam da siyasal İslamın istediği türde bir mağduriyetin kapısını açacak. Çıktıktan sonra A. E. S. Kemalistlerin baskısıyla zulme uğramış bir anti-kahraman olacak, belki de militanlaşacak.

Siyasal islamın buradaki golü, ıslah etmekten, hakkıyla cezalandırmaktan vazgeçmiş bu enstrümanı seküler kesime kanıksatmak oldu. “Kutsalınıza dil uzatıldığında siz de bizim kadar hukuksuz ve kindar olun”, olduk bile.