YAZARLAR

İçinde yaşadığınız şehirle aranız nasıl?

İnsan bir huzursuzluk hissetmiyorsa "Şehirle aran nasıl?" gibi bir soru sormaz. İnsan bir huzursuzluk hissetmiyorsa, böyle bir soruyu "Eh" diyerek geçiştirmez. Diyarbakır beni huzursuz ve mutsuz eden bir şehir olabilir mi?

Geçenlerde bir arkadaşım, durup dururken, "Şehirle aran nasıl?" diye sordu. Aynı şehirde yaşamamıza rağmen uzun süredir görüşmemiştik. Bu nedenle şehirle aramın nasıl olduğunu sorması normaldi belki. Bu soruyu, "Eh" diyerek geçiştirdim.

Ama sonradan düşündüm, insan bir huzursuzluk hissetmiyorsa "Şehirle aran nasıl?" gibi bir soru sormaz. İnsan bir huzursuzluk hissetmiyorsa, böyle bir soruyu "Eh" diyerek geçiştirmez. Diyarbakır beni huzursuz ve mutsuz eden bir şehir olabilir mi? Bununla ilgili ciddi düşünmek gerekiyor sanki.

Yaklaşık 12 yıl önce, bir ağustos günü İstanbul uçağından indiğimde beni karşılayan Diyarbakır sıcağı, can havliyle uçağa geri dönme isteğine neden olmuştu. Her yaz aynı insafsız sıcak yüzünden Diyarbakır’dan kaçmak istiyorum. Yaz günü sokağa çıkmışsam asabiyetin yürüyen haline dönüşüyorum ve bu beni mutsuz ediyor. Diyarbakır’la aramı bozan başlıca şeydir hiç bitmeyecekmiş gibi uzun yaz günleri.

Sıcağa aldırmadan Diyarbakır’ın altını üstüne getiren insanlara hayranlıkla ve eğer iyice bunalmışsam kızgınlıkla baktığımı gizlemeyeceğim. Ama elbette bu, kişisel bir duygu ve bu duygunun içinde barındırdığı haksızlığın da farkındayım. Zaten bu farkındalık nedeniyle güneşin altında yürüyen insanlara "Eceline mi susadın? Evine gitsene kardeşim" demedim şimdiye kadar.

***

Yazıyı buraya kadar okuyanlar bana kızıp, "Beğenmiyorsan git Diyarbakır’dan" diyebilir. Bu da doğru bir çıkış olur. Ama sıcaktan şikayet ediyorum diye Diyarbakır’ı terk edecek değilim. Çünkü beni buraya öncelikle yaptığım iş bağlıyor. Gazetecilik mesleğini burada sürdürmek üzere ilk geldiğimde, Diyarbakır’ı neredeyse hiç tanımıyordum. Kendime ve Diyarbakır’a bir yıl süre tanıdığımı yeri geldikçe anlatırım. Bir yılın sonunda tanık olduklarım, burada kalmamı emretti adeta. Siyasi ortam çok gergindi ve baskılar büyüktü. Görece rahat bir ortam sağlayan "çözüm süreci" döneminin de öyle anlatıldığı gibi pek rahat geçmediğini belirtmeliyim.

Sonra çözüm süreci bitti ve Sur’da, bölgenin diğer il ve ilçelerinde şehir savaşları yaşandı. O tarihte işsiz de olsam burada kalmalıydım. Gazetecilik yapacaksam burada yapmalıydım, gördüklerimi buradan aktarmalıydım. Böyle de oldu. Başka türlü davranmak elimde değildi çünkü Diyarbakır’a ve Diyarbakırlılar için gazeteci olarak sorumluluk hissediyordum. Yüklendiğim sorumluluğu ne kadar yerine getirebildim, sahiden bilmiyorum ve bu konuda yorum yapmak bana düşmüyor galiba.

Sonra belediyelere kayyımlar atandı, siyasetçiler tutuklandı, binlerce insan işsiz kaldı, meslektaşlarım türlü baskılara uğradı.

***

Demem o ki Diyarbakır’da sadece sıcak hava bunaltmıyor insanı. Memleketin batısında kimi zaman hissetmediğiniz bir hukuksuzluğu burada yaşayarak öğreniyorsunuz. Mesela geçtiğimiz günlerde sansür yasası Meclis’ten geçti ve bu yasanın sonuçlarının ne olacağı tartışılırken Kürt gazeteciler gözaltına alındı bile.

Öte yandan birçok şeyin içi boşaltılarak Diyarbakırlılara rağmen yapılıyor. Örneğin Sur Kültür Festivali içeriği ile kullandığı mekanlar ile, iktidar yandaşları hariç, Diyarbakırlıları incitti, öfkelendirdi. Çünkü Sur’un acısı halen dinmiş değil ve acıyla yüzleşmek yerine unutturma çabaları karşılık bulmuyor. Bu çabalar bir umutsuzluğa değilse de çaresiz bir üzüntüye neden oluyor.

Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi kültür merkezi mi olacak insan hakları müzesi mi? Diyarbakırlılar burada yaşatılan vahşetin görünür olmasını, vahşete izin veren ve uygulayanların mahkum olmasını talep ediyor. Bu, cezasızlık politikasının son bulması anlamına gelecek ve benzer vahşete imza atmak isteyenlerin cesaretini kıracak. Ama geçmiş pratiğine bakıldığında mevcut iktidarın cezaevinde yaşanan vahşeti eğlence sektörü ile unutturmayı çalışacağını gösteriyor.

Sonra belediyeleri kayyımla yönetilen bir şehirde insanın huzurlu ve mutlu olması ne kadar mümkün olabilir ki. Oy verdiğin ve belediye başkanı seçilmiş insanların bir kısmı hapiste bir kısmı sürgünde. Belediye başkanı seçtiğin insanlardan yaptıkları yanlışların hesabını sorma imkanın elinden alınmış? Nasıl huzurlu olabilir insan?

***

Esasında iç karartmaya hiç niyetim yok. Çünkü Diyarbakır, beni çileden çıkaran sıcağa da her türden baskıya da direnen, hafızası bütün silme çabalarına rağmen güçlü bir şehir. Bu nedenle arada huzursuzluk ya da mutsuzluk güçlü bir şekilde hissettirse de kalıcı olamıyor. Sıcakta buharlaşıyor bu karamsarlık.

Diyarbakır’daki sivil kurumlar da umudun her daim diri kalmasına olanak sağlıyor. Bakın mesela Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri gibi 10 güne yayılan tertemiz bir etkinlik dizisi gerçekleşiyor Diyarbakır’da. Birkaç şehri çıkarın, Türkiye’nin hiçbir şehrinde benzer etkinlikler düzenlenemiyor. Sonra kaç şehirde tiyatro festivali yapılabiliyor? İşte, Amed Şehir Tiyatrosu, Amed Tiyatro Festivali’nin 8’incisinde birçok oyunu tiyatro seyircisi ile buluşturuyor. 

Beni Diyarbakır’da tutan sadece entelektüel faaliyetler değil elbette. Evden Mardinkapı’ya yürümek, oradan surlara, Kırklar Dağı’na, On Gözlü Köprü’ye bakmak da çok keyifli. Aynı şekilde Ulu Cami’nin önündeki çay ocağında ya da Yüksek Kahve’de oturup hiç tanımadığım insanlarla sohbet etmek de güzel. Yıkımdan kurtulabilmiş Suriçi’nin sokaklarında aylak aylak dolaşmanın ve "İşte Diyarbakır" duygusunu yaşamanın tarifi yoktur benim için.

***

Özellikle İstanbul’da 20 yıl yaşadığımı bilenler soruyor, "Diyarbakır’a alıştın mı?" diye. Evet, hiç farkında olmadan alıştım. Sıkıntılarına, diline, kültürüne, yemeklerine alıştım. Tarihine ve tarihi mekanlarına biraz daha vakıf oldum. Sinirli halini de muazzam nezaketini de biliyorum.

Bunlar bir şehri tanımak ve sevmek için yeterli olabilir mi, kuşkuluyum. Ancak şunun farkındayım: Diyarbakır’ın çok kültürlü, çok dilli bir geçmişi var ve bu geçmişin izlerine hâlâ rastlanabiliyor. Bu sayede şehir, dışarıdan gelene kapılarını açarken eşit davranıyor, eşit davranmayı öğretiyor. Diyarbakır’ın kozmopolit kimliği yeni değil, tarihinde var. Eğer tekçi değilseniz yabancılık çekmez, huzur bulursunuz burada.

Doğduğum şehir Mardin’de, uzun yıllar yaşadığım İzmir ve İstanbul’da, yaklaşık bir ay kaldığım Amsterdam’da da aynı huzuru bulduğumu belirtmeliyim. Bu şehirlerin ortak yönü, hepsinde birden fazla dilin konuşuluyor olmasıdır. Dünya vatandaşı bir Kürt, başka ne isteyebilir ki.

Sahi, sizin içinde yaşadığınız şehirle aranız nasıl?


Vecdi Erbay Kimdir?

Mardin, Şenyurt doğumlu. Üniversite eğitimini tamamlayamadı. Çeşitli dergilerde yazıları, şiirleri, öyküleri yayımlandı. On yıla yakın bir süre Özgür Gündem gazetesinin kültür sanat editörlüğünü üstlendi. Çeşitli yayınevlerinde çalıştı. Yayımlanmış iki şiir kitabı var: Kuşkular Zamanı (Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1997), Yaz Sayıklamaları (Piya Kitaplığı, 2003). Öykü kitabı Masalın Ölümü, 2006 yılında Agora Kitaplığı'ndan çıktı. İnatçı Bir Bahar-Kürtçe ve Kürtçe Edebiyat derleme kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan 2012’de çıktı. Şiir: Görülmüştür, Türkiye Barışını Arıyor, General Electric -Halil İncesu karikatür albümü yayıma hazırladığı kitaplardan birkaçı. Diyarbakır'da yaşıyor ve Gazete Duvar bölge temsilcisi olarak çalışıyor.