YAZARLAR

Huzursuz yuvalar!

“Relic” bir yandan anne-kız ilişkileri üzerine gerilimli anlar inşa etmeye, diğer yandan da ‘mecburiyetler’in yarattığı kâbusları sinema diline çevirmeye çalışıyor. Huzursuz yuvalar temasının ikinci filmi olan “Yuva”da ise Sean Durkin özel alanlara temas etmeyi, büyük hırs ve çöküşün yarattığı etkileri göstermeyi tercih ediyor.

İstanbul Film Festivali’nin online olarak gerçekleştirilen şubat ayı gösterimleri devam ediyor. Festival takipçilerinin bir süredir görmeyi beklediği yapımlar arasında yer alan “Relic” ve “Yuva” (The Nest) aile, kan bağı ve ev üzerine düşünmemizi sağlayan kapılar açıyor seyirciye.

Son yıllarda özellikle de gerilim türündeki filmlerle dikkat çeken Avustralya’dan bir film “Relic”. Genç yönetmen Natalie Erika James’in romancı Christian White ile birlikte kaleme aldığı senaryodan çektiği film, üç kuşak kadının birbirlerine ‘zorunlu’ bağlılıkları ve bu mecburiyetin yarattığı korkular üzerine.

İlk gösterimin Sundance’te yapan film son dönemde sıkça gördüğümüz klasik korku/gerilim formlarına modern ve yenilikçi dokunuşlar yapan filmler listesine eklenen yeni bir halka olarak kabul edilebilir. “Relic” söz konuşu şablonlar içerisindeki “hayalet ev” formunu kullanarak üç kuşak kadının birbirleriyle bağlarına/korkularına dair bir alt metin inşa etmeye çalışıyor. Hem zihnen hem de bedenen yaşlanmaya başlayan Edna bir anda ortadan kaybolur. Annesinin kaybını duyan Kay ise yanına kızı Sam’i alarak orman içindeki tekinsiz aile evine doğru yola çıkar. Bir yandan kolluk güçleri, bir yandan da Kay ve Sam yaşlı kadını ararken, ikili arasında da sıkıntılar olduğunu anlarız. Kay, yıllar önce evi terk etmiştir ve aslında annesiyle pek de arası yoktur. Sam ise üniversiteyi bırakmış, bir barda çalışmaya başlamış belli ki bir vesileyle annesine karşı tavırlı genç bir kadındır. Bir yandan da evin duvarlarından tuhaf sesler duymaya başlarlar. İkilinin kendi aralarındaki gerilimi anlamaya çalışırken, Edna bir anda ortaya çıkıverir. Fiziksel olarak küçük bir çürük dışında sorunu yok gibi görünmektedir ancak nerede olduğunu hatırlamamaktadır.

Filmin kanımca biraz gereğinden fazlaca süren ilk bölümü, üçlü arasındaki sakin gerilimin inşası üzerine kurulu. Edna’nın tutarsız davranışları ve ilerleyen demansına boynundaki çürüğün büyümesi eşlik ediyor. Çürük büyüdükçe, Kay ve Sam arasında yaşlı kadına nasıl bakılacağı sorusu gerilim yaratmaya başlıyor. Tam da bu noktada bu sorumluluğun ortaya çıkarabileceği sıkıntılar/kâbuslar üzerine gerçek üstü bir aşamaya geçiyoruz. Evin bir tür karanlık simetrisinin içinde kaybolan Sam, anneannesinin sorumluluğu alma iddiasının hiç de sandığı kadar kolay olmadığı gerçeğiyle yüzleşirken, annesini yardıma çağırmak zorunda kalıyor.

“Relic” bir yandan anne-kız ilişkileri üzerine gerilimli anlar inşa etmeye, diğer yandan da ‘mecburiyetler’in yarattığı kâbusları sinema diline çevirmeye çalışıyor. Edna’nın yaşlılık ve ölümü yürüyüşünün sorumluluğunu alma, ona bakma ‘kefaretini’ kimin üstleneceği sorusu bir tür ‘kâbus’ ortamı yaratıyor çünkü. Ki, “Relic”in anlamları arasında “yadigâr”, “kutsal emanet”, “ceset” gibi tanımlar yer alıyor. Bu açıdan filmin yaşlılık ve ölüm meselesini gençler için önce kâbusa çevirip, sonra herkes için bir zorunluluk olarak bitirmesini sevdiğimi söylemeliyim. Fakat ilk bölümün fazla uzun tutulmasının, finale doğru inşa edilen kimi metaforların fazlaca kör göze parmak olmasının filmin etkisini azalttığını da ekleyelim.

Huzursuz yuvalar temasının ikinci filmi olan “Yuva” (The Nest) ise 2011’de çektiği “Paranoya” ile akıllarda yer eden Sean Durkin imzasını taşıyor. Kanada doğumlu yönetmen doğumundan hemen sonra İngiltere’ye, 12 yaşında ise New York’a taşınmak zorunda kalmış ailesiyle. Bu bilgi önemli çünkü “Yuva”, yönetmenin kendi hayatına dair gözlemlerden hareketle inşa edilmiş bir film. Aynı zamanda bir dönem filmi. ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de ise Margaret Thatcher’ın kapitalizmin iplerini tamamen saldığı, neoliberalizmin azgın bir şekilde her yeri yağmalamaya başladığı ve yıldızının parladığı 80’lerde geçiyor hikaye.

İngiltere piyasasında yıldızını parlatan Rory O'Hara (Jude Law) Wall Street’e transfer olup büyük paralar kazanmış, at biniciliği dersi veren Allison (Carrie Coon) ile tanışıp evlenmiş, Ben adında bir de oğulları olmuştur. Allison’un önceki ilişkisinden olan kızı Sam ile birlikte çekirdek aile mutlu mesut yaşıyor gibi görünmektedir. Ancak Rory bir gün gelip Amerika’da yapacak bir şeyinin kalmadığını, Londra’dan büyük bir teklif aldığını söyler. Aile ilk başta karşı çıksa da mecburen kabul eder. Londra kırsalında bir yere taşınan ailenin pratik sıkıntıları giderek derin krizlere dönüşecektir. Allison’un istediği at biniciliği eğitimi düzenini kuramaması, Sam’ın ergenlik hezeyanları, Ben’in okulda gördüğü zorbalıklar gerilimi tırmandırırken, Rory için işler hiç de iyi gitmemeye başlar.

Yeni bir fırsat için değil, kısa yoldan vurgun yapmak için çabalayan Rory’nin planları sarpa sardıkça, ailenin ekonomisi daha kötüye gider. Allison’un kocasının kendisine durmadan yalan söylediğini fark etmesi ve karşı saldırıya geçmesi ise Rory’nin paniğe kapılmasına neden olur. En nihayetinde Rory’nin bütün numarasının “zenginmiş gibi yapmak” olduğunu anlarız. Sadece biz değil, ailesi de. “Yuva”, bir yandan aile gerilimi gibi inşa edilmiş olsa da, dönemin yarattığı neoliberal bireyin bir portresini de çizmeye çalışıyor. Oliver Stone’un “Borsa”, Martin Scorsese’nin “Para Avcısı” filmlerinde karşımıza çıkan şımarık borsacıların, para simsarlarının, parlak çocukların başarısız olmuş halidir Rory çünkü. Yukarıda andığım filmler, bu parlak dünyanın içine girip, büyük resmi göstermeye çalışırken Sean Durkin özel alanlara temas etmeyi, bu büyük hırs ve çöküşün yarattığı etkileri göstermeyi tercih ediyor. Ağırlıklı olarak Jude Law ve Carrie Coon’un performansıyla dikkat çeken film, karakterlerine yakın duran kamerası, ifadeleri yüz hatlarından yakalamaya çalışan açıları, finale doğru dinginleşen anlatımıyla etkileyici bir görsellik de inşa ediyor. Bir türlü yuva olamayan O’Hara ailesi, yalanların bittiği ve ortamın sakinleştiği anda bir fırsatı yakalıyor. Ama “çıktığı kabuğu bir türlü beğenmeyen” Rory için bunun yeterli olup olmayacağı muamması hem ailesi hem de seyirci için bir soru olarak duruyor ekran karardığında bile…