YAZARLAR

Hissiyat Sözlüğü / 1

TDK yayını olarak basılmış 1959 tarihli Türkçe Sözlük’ün 120 sayfalık kısmını taradım, eledim, fazlalıkları atınca elimizde yaşadıklarımızı anlatmamıza bol bol elverecek bu kelime dağarcığı kaldı. Her kim ki, bize yaşatılanlar ve yaşatanlar hakkında hissiyatının herhangi bir diliminin yukarıdaki mantıkla oluşturulacak sözlükle karşılanamayacağını ileri sürer, o şüphesiz erişilmez yüce duyguların insanıdır.

Son keşfim şu, muhterem okurlar: Yüzümüze gözümüze çarpılanlara karşı haysiyetimizi savunmak için bize aşağıdaki kelimeler veya kelimelerin yalnız buraya alınan anlamları yeter. Tam da zemin -kelimenin sözlük anlamıyla- ayağımızın altından çekilmekteyken, gereksiz yükten, fazlalıklardan arınalım. (Başvuracağımız, gerçek bir sözlük; sonda izahat var kimdir-nedir’ine dair.)

***

A

abanmak ( -e ) … Birine yük olup onun sırtından geçinmeye bakmak.

abes s. Ar. 1. Akla ve hakikate aykırı. 2. Boş, saçma, gereksiz. …

abuk sabuk b. s. Akla, mantığa uymıyan, düşünmeden söylenen, saçma sapan…

abus s. Ar. ( . - ) 1. Asık suratlı, somurtkan (kimse). 2. Somurtkan, çatık, asık (çehre).

âciz s. Ar. ( - . ) 1. Gücü bir işe yetmez olan, güçsüz, eli ermez. 2. Beceriksiz.

aç|gözlü b. s. Mala veya yiyecek içecek şeylere doymak bilmiyen, gözü aç, *tamahkâr, *haris.

açık|göz b. s. ( . . . ’ ) Uyanık davranıp çıkarını sağlıyan, fırsatlardan kurnazca yararlanmasını bilen.

adam is. İbr. 1. İnsan: Adam adama lâzım olur. Adam başına bir ekmek. 2. Erkek kişi: Bu kasketli adam kim? 3. İyi yetişmiş, değerli kimse: … 4. Birinin hizmet ve maiyetinde bulunan kimse: Sen kimin adamısın? 5. Birinin tarafını tutan kimse: Karşı tarafın adamları çoktur. 6. Kayırıcı: Falanca benim adamımdır, hiç bir ricamı kırmaz. …

âdi s. Ar. ( - - ) 1. Bayağı. 2. Aşağılık.

aferist, -ti is. Fr. Vurguncu, dalavereci, çıkarına koşan, çıkarcı.

afsuncu is. Büyücü, üfürükçü.

ahlâk, -kı is. Ar. ( . - ) 1… 2… 3… 4. Huy: Bu çocuğun tuhaf bir ahlâkı var, her gece saat dörtte bir defa uyanır.

ahmak s. Ar. Zekâsı az gelişmiş olan, budala. …

ahüvah b. is ( - . - ) İnleyip ağlama.

aklamak (-i) TD Birinin suçsuz veya borçsuz olduğu hükmünü vermek, temize çıkarmak, *tebriye etmek, *ibra etmek.

algı ( I ) is. Afyon toplamakta kullanılan kaşık.

alışık s. Herhangi bir hale alışmış olan.

altın is. 1. Parlak sarı renkte, 19,26 yoğunluğunda, 1063 derecede ergiyen, kolay işlenen, yüksek değerli, paslanmaz maden (simgesi Au)…

altmış altı b. is. Altmış altı sayı almakla kazanılan bir çeşit iskambil oyunu. § ~ ya bağlamak (argo) atlatmak, boş vaitlerle oyalamak.

ampul, -lü is. Fr. 1. İçinde, elektrik akımiyle akkor haline gelerek ışık verebilen bir iletkeni bulunan ve havası boşaltılmış olan cam şişe. …

anafor is. Yun.  1… 2. argo Yolsuz veya emeksiz elde edilen şey …

aptesli s. Aptes almış bulunan.

aptessiz s. Aptes almamış veya aptesi bozulmuş olan.

âr is ( - ) Ar. Utanma, utanç duyma.  ~ damarı çatlamak utanç duyulacak şeyleri pervasızca yapar olmak. ~ yılı değil kâr yılı birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarına baktığı anlatılırken söylenir.

asap is. Ar. Sinir.

âsap ç. is. Ar. ( - - ) Sinirler.

aşağılık is. 1. Aşağı olma hali, ºâdilik. 2. s. Niteliği düşük, ºadi: Aşağılık mal. Aşağılık adam. § ~ duygusu kendini başkalarından aşağı görme hali.

aşırtı is. CK Meydana çıkmasını önliyecek tedbirler alarak birinin kendi zimmetine para geçirmesi, ºihtilâs.

atamak ( -i, -e ) TD Bir kimseyi bir işe vermek, ºtayin etmek.

atanmak ( -e ) Atamak işine konu olmak.

atmasyon is. ve s. Teklifsiz konuşmada “uydurma” anlamında kullanılan yakıştırma bir kelime.

avanta is. İt. ( . . ’ . ) Bir kimsenin, yolunu bulup hakkı olmadığı halde sağladığı kazanç.

ayakçı is. 1. Ayak işlerinde kullanılan hizmetçi. 2. Bir iş süresince tutulan hizmetçi.

ayaklanmak ( nsz ) 1. Davranıp ayağa kalkmak. 2. Kanunlara veya verilen emirlere karşı gelici hareketlerde bulunmak, ºkıyam etmek.

ayak|takımı, -nı b. is. Topluluk içindeki durumu ve terbiyesi aşağı olan kimseler takımı.

ayartılmak ( nsz ) Ayartmak işine konu olmak.

ayartmak ( -i ) 1. Baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak. 2. Birini bulunduğu kapıyı bırakıp başkasının hizmetine girmeye kandırmak: Bu adam bizim hizmetçiyi ayartıp başka bir eve götürdü.

ayıplamak ( -i ) Uygunsuz görülen bir hareketi yapana yakıştırmamak, kınamak.

ayıplanmak ( nsz ) Ayıplamak işine konu olmak.

ayna is. Far. 1. İnsanın kendini görmesi için kullandığı cam veya maden levha, gözgü. …

azap ( II ) is. Ar. ( . - ) Şiddetli ve acı sıkıntı, ezinç: Cehennem azabı.

azar is. Far. Paylama: Çocuk bu azarı hak etti. § ~ işitmek azarlanmak…

azgın s. 1. Azmış: Azgın deli. Azgın bir köpek. 2. Yara olduğu vakit azmaya anıklığı olan (ten). 3. Çok yaramaz (çocuk).

azıtmak ( -i ) 1. Azgın hale koymak, çığırından çıkarmak: O, gittikçe işi azıtıyor. 2. (nsz ) Azmak, azgınlık etmek.

azletmek ( -i ) Ar. T. Bir memuru işinden ayırıp açıkta bırakmak, çıkarmak, görevden almak.

azma is. 1. Azmak eylemi. 2.

azmak ( II ) ( nsz ) 1. Taşkınlıkta ileri gitmek veya fenalığı artırmak…

Azrail öz is. Ar. < İbr. ( . - . ) İnsanların canını almakla görevli olduğuna inanılan melek, alıcı.

 

B

babalanmak ( nsz ) Babaları tutmak, öfkelenmek.

babalı s. 1.2. Zaman zaman sinir nöbeti tutan. 3. hlk. Öfkeli, sinirli.

bacanak is. Karıları kardeş olanların her biri.

bağım is. Bir şeyin veya bir kimsenin irade ve idaresi altında bulunma, ºtâbiiyet.

bağırmak 1. ( nsz ) (İnsan) Yüksek ve gür ses çıkarmak. (Mecaz olarak hayvanlar ve cansızlar için de kullanılır: Kitap “Buradayım” diye bağırıyor, sen görmüyorsun!) 2. ( -e ) Birine yüksek sesle çıkışmak. § Bağırıp çağırmak yüksek sesle ötekine berikine çıkışıp şikâyet etmek.

bağırtı is. Bağırma sesi.

bağırtlak is. Orta büyüklükte, eti lezzetli bir cins göçebe ördek (querquedula).

bağnaz s. CK Bir fikre, bir inanışa körükörüne bağlanıp ondan başkasını düşünemiyen dar kafalı, ºmutaassıp.

bağnazlık is. Bağnaz olma hali, bağnazca hareket, ºtaassup.

bahane is Far. ( . - . ) Bir şeyin gerçek sebebi gizlenerek ileri sürülen sözde sebep.

bahşiş is. Far. Bir hizmet görene mecbur olunmadığı halde verilen para. § ~atın dişine bakılmaz yardım olarak verilen bir şeyin ufak tefek kusurlarını hoş görmenin gerekliğini anlatır.

balçık is. Koyu, yapışkan ve özlü çamur. …

baş is. 1… 2. Bir topluluğu yöneten kimse: Sınıf başı. Kol başı. Aşçı başı. Irgat başı. …

batakçı s. 1. Borcunu ödememeyi huy edinen. 2. Eline geçen parayı batıran.

bâtıl s. Ar. ( - . ) Doğru ve haklı olmıyan, çürük, temelsiz. § ~ itikat boş inan.

batmak ( nsz ) 1. Bir sıvının üstünde iken içine gömülmek: Sandal battı. 2. (Yıldız) Ufuk ardında gözden kaybolmak: Güneş battı. 3. Yok olmak, elden gitmek: Parası battı. Adı battı. 4. Batkın hale gelmek: Bu ortaklık batacak. 5. Berbat hale gelmek: Üstüm başım battı. 6. ( -e) Bir şeyin içinde kendine yer açarak gömülmek: Elime diken battı. 7. ( -e ) Dokunmak, incitmek: Onun her sözü bana batar. 8. ( -e ) (Rahatsız etmemesi gereken şeyler için) Rahatsız etmek: Bazı kimselere para batar, sarf edecek yer ararlar. 9. ( -e ) (Hoşa gitmiyen bir hale) Fazlasiyle uğramak: Tere batmak. Borca batmak.

baygınlık is. Duyumların durması, kan dolaşımının ve solunum görevlerinin duraklaması, vücudun hareketten kalması gibi fizyolojik aksamalarla beliren kendinden geçme olayı ki, şiddetli heyecan, acı, zayıflık gibi hallerden ileri gelir: Baygınlık gelmek. Baygınlık geçirmek.

baygıntı is. İpek böceğinin koza yapamaması.

beceriklilik is. Becerikli olma hali.

beceriksizlik is. Beceriksiz olma hali.

bed s. Far. Kötü, çirkin. § ~ ~ bakmak haince bakmak. ~ suratlı yüreğinin kötülüğü yüzünden belli olan. …

bed|nam b. s. Far. ( . - ) Kötü ad kazanan, kötülüğü ile dillere düşen.

belâ is. Ar. ( . - ) Dışardan gelen ve savuşturulması güç olan pek sıkıntılı ve zararlı hâl…

beleşçi s. argo Parasız geçinmeyi seven, lüpçü, bedavacı.

bencil s. 1. Benciliğe düşkün, ºhodbin, ºhorkâm. 2. ahlb. Bencilik öğretisine inanan.

benzetmek ( -i, -e ) 1… 2… 3 ( -i ) mec. Berbat etmek: Çocuk oyuncağını benzetti.

berbat s. Far. ( . - ) Kötü, pis, kötünün kötüsü.

bezdirmek ( -i, -den ) Bezginlik vermek.

bezirgân is. Far. 1. (Eskiden) Tüccar. 2. Fazla kâr endişesiyle hareket eden kimse.

bıkmak ( -den ) 1. Tekrarlanması, sürüp gitmesi yüzünden bir şeyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez hale gelmek: Her gün baklava yense, ondan da bıkılır. Çalışmaktan bıkmamalı. 2. Dayanamaz hale gelmek: Onların geçimsizliğinden bıktım artık.

bıyık is. 1. Üst dudak üzerinde çıkan kıllar ve bazı balıklarda deri uzantısı. …

bina is. Ar. ( . - ) 1. Yapı. 2. Yapı kurma. 3. Dayama: Fikirlerini ne üzerine bina ediyorsun? 4. Eskiden okutulan arapça bir gramer kitabı: Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur. 5. gr. Çatı.

bitmek ( I ) ( nsz ) 1. Tükenmek: Para bitti. 2. Sona ermek, tamamlanmak: Sözüm bitti. Yapı bitti. 3. Halsiz düşmek: Uğraşmaktan bittim. 4. Kalkınamıyacak hale gelmek: Zavallı adam bitti. 5. ( -e ) mec. Çok sevmek, bayılmak: Ben çiçeklere biterim.

***

175 sayılı TDK yayını olarak basılmış 1959 tarihli Türkçe Sözlük’ün 120 sayfalık kısmını taradım, eledim, fazlalıkları atınca elimizde yaşadıklarımızı anlatmamıza bol bol elverecek bu kelime dağarcığı kaldı. Dilimizdeki kelimelerin tamamına aynı işlemi yapmaya tâlibim, değerli okurlar. Zulüm’ün iki sütun, ziyafet’in birkaç satır üstündeki zirve’ye gelip bu işi orada bırakmak isterim doğrusu.

Her kim ki, bize yaşatılanlar ve yaşatanlar hakkında hissiyatının herhangi bir diliminin yukarıdaki mantıkla oluşturulacak sözlükle karşılanamayacağını ileri sürer, o şüphesiz erişilmez yüce duyguların insanıdır.

Türkçenin katili TDK’nın 1950’lerin sonlarına doğru aklına esenlere göre düzenlenmiş sözlüğe (“Hazırlıyan” Mehmet Ali Ağakay, “Denetleyip tamamlıyanlar” Nurettin Artam, Hasan Eren, Samim Sinanoğlu, “Yardım eden” Ferit Devellioğlu) gelince: Okula başlamış çocuk veya azıcık ilerlemiş yeniyetme halimdeyken babam vermişti bana; internet öncesi Ciltli Kağıt Devrinde çok kahrımı çekti.