YAZARLAR

Hindistan’da kazanan Gandi’nin pasifizmi değildi

Neden devlet şiddeti kutsanarak baş köşeye koyulurken bu şiddete karşı direniş tek başına hedef tahtasına oturtuluyor? İşte bu meşruiyet sorununu çözmek kavramları tekrar tekrar tanımlamak gerek. Propaganda yağmuru altında ezilip büzülen kelimeler ancak böyle şekle girecektir.

Gerçeği bulmakta zorlandığımız tuhaf zaman dilimlerinden geçiyoruz. Hem iç hatlar hem dış hatlar terminallerinde trafik yoğun. Ancak kavramların karıştığı, kelimelerin gittikçe sıvılaştığı bir zeminde önce tanımlara dönmek gerek.

Mesela şiddet. İlk bakışta anlamını öğrenmek için sözlüğe ihtiyacımız yok gibi geliyor. Ancak toplumsal anlamda şiddeti çözümleyebilmek için kafamızda canlanan katı tanımı biraz ‘sulandırmamız’ gerekiyor. Ölçüsünü kaçırmadan bunu yapabilmek için şöyle sormalıyız: Kimin şiddeti? Toplumsal hayattaki örnekler tek bir tanımın içine sıkıştırılabilir mi?

Ama önce bir devrimcinin öyküsüne kulak vererek söze başlayalım: Bhagat Singh.

BARIŞÇIL HAYAL KIRIKLIĞI

Eski bir İngiltere sömürgesi olan Hindistan’da kazanılan bağımsızlık mücadelesi denince akla ilk ne geliyor? Tabii ki ‘Mahatma Gandi’nin dillere destan pasif direnişi’ değil mi? Hatta genel yanılgı ‘kusursuz bir pasifist olan Gandi’nin bizzat ve sadece bu strateji ile Hindistan’ı bağımsızlığa taşıdığı’ yönünde. Maalesef bu masal gerçeği yansıtmıyor. Gandi’nin sivil itaatsizlik çağrısı bir dönem ciddi ses getirmişse de bu dönem özellikle 1922’deki Chauri Chaura olayıyla birlikte toplumsal anlamda rafa kaldırılır: Polisin barışçıl gösterilere ateş açması ile birlikte ipin ucu kaçar. Öfkeli kalabalık açılan ateşin ardından bir karakolu ateşe verir ve 22 polis ölür. Daha sonra sivil itaatsizlik eylemleri duracak, 19 kişi idam cezasına çarptırılacak, yüzlerce kişi ise hapse atılacaktır.

Takibindeki yıllarda sömürgeci baskı artar, Hindistan bağımsızlık mücadelesinde ise eksen de daha sert yöntemlere doğru kayar. 1924 yılında kurulan ve komünist bir hattı benimseyen devrimci örgüt Hindistan Cumhuriyetçi Sosyalist Derneği (HSRA) bunlardan birisidir.

İşte böylesi bir zamanda 1928 yılında Hindistanlı yazar ve eylemci Lala Lajpat Rai tarafından önderlik edilen barışçıl bir gösteriye polis şiddetle yanıt verir. İngiltere polisi şefi James A. Scott, askerlerine saldırı emri verir. Rai de burada polis güçlerince dövülür, ağır yaralanır. Şiddetli polis saldırısı nedeniyle fiziksel ve zihinsel anlamda yaralanan Rai takibindeki günlerde hayatını kaybeder.

Rai’nin gördüğü şiddete tanıklık edenlerden birisi de HSRA’dan Bhagat Singh isimli bir gençtir. Singh ve arkadaşları Gandi’nin hareketinin toplumsal dönüşüm yolunda etkili olmayacağı görüşünü paylaşmaktadır. Her ne kadar kitlelerle bağını takdir etseler de sonuç olarak fazla bir başarıya imza atmamasına rağmen uzlaşmacı olduğu kanısındadırlar.

Rai’nin ölümünün ardından Singh, ‘hesabını soracağına’ yemin eder ve iki yoldaşıyla birlikte Scott’a suikast planı yapar. Ancak eylem sırasında Scott yerine yanlışlıkla başka bir polis, John P. Saunders öldürülür. Bir diğer eylem ise 1929 yılında İngiltere’nin sömürgeci yönetimi altında çalıştığı için parlamento binasına yöneliktir. Ancak bu eylemde kimsenin öldürülmesi planlanmaz, attıkları ses bombalarının ardından Singh ve yoldaşı Batukeshwar Dutt olay yerinden kaçmaz ve teslim olur. Yargılanması sırasında açlık grevine başlar, yargılanmalarının bir ajitasyona çevrilebileceği düşünür. Ancak 1931 yılında Singh, iki diğer yoldaşıyla birlikte idam edilir.

GANDİ NE KADAR SAVAŞA KARŞI?

Gandi’nin HSRA’ya karşı tutumu hep sert olmuştur. Özellikle dönemin sömürge yönetimini temsil eden Lord Irwin’in trenine yapılan saldırıdan sonra oldukça sert bir yazı yazar ve HSRA’yı ‘korkak’ ve ‘alçak’ olmakla itham eder. (Irwin ile Gandi arasındaki anlaşmanın Hindistan’daki bağımsızlık mücadelesine gem vurmuş olması da unutulmamalı.) Tüm bu söylemlerde Gandi’nin uzlaşmacı, ancak şiddet karşıtlığı konusunda tutarlı olduğunu, ‘şiddetin her türlüsüne karşı’ yer aldığını düşünebiliriz. Bu algıyı da doğrudan çöpe atmamız gerekiyor. Çünkü tarih bir kez daha bize hareket halindeki bir trende sabit kalınamayacağını gösteriyor.

Neden mi? Öncelikle Gandi’nin kendi yaşamından bir örnek verelim. Gaia Dergi’de Olcay Gazabi imzasıyla yayınlanan detaylı yazıda Gandi’nin gerçekten şiddete karşı olup olmadığı sorusuna şu yanıt veriliyor:

“Gandhi gerçekten şiddete karşı mıydı? Cevap: Hayır. Gandhi savaşa ve şiddete aslında karşı değildi. O sadece Britanya (İngiltere) karşıtı şiddete karşı idi. Gandhi, Güney Afrika’daki sömürgelerde yer alan Zulular ile Britanya arasındaki savaşa destek vermek için Hintlilerin de askere alınmasını istiyordu ve bunun için çok çaba sarf etti. Yani Gandhi, kendilerini sömüren İngilizlere Zuluları da sömürmesi için destek vermek istiyordu. Sonuç olarak bir grup Hindu, yaralı İngiliz askerlerinin tedavisi ve sedyelerinin taşınması için savaşa katıldı. Yani Gandhi savaşa direkt olarak destek vermiş oldu.

Gandhi’nin Zuluları öldürmek ya da onlarla savaşmak isteyişinin altında ise ırkçılığı yatıyordu. Gandhi’ye göre Zulular Hintlilerden daha aşağı idi. Bunu şu sözlerle ifade ediyordu: 'Bizden daha az gelişmiş olan melez kastlar ve kaffirler (yerli siyahlar) bile hükûmete karşı çıktı. Paso yasası onlara da uygulanıyor ama hiçbiri paso almıyor.'[1] Burada göreceğiniz üzere Gandhi, İngilizlere hayranlık eğilimindeyken Afrikalılara karşı ise ırkçı duygular besliyor, Güney Afrika’da bulunan tüm Hintlileri Britanya ordusuna katılmaya davet ediyordu. Yani istediği şey tam olarak İngilizler için Afrikalıları öldürmek idi.”

Bhagat Shing, Sukhdev Thapar, Shivaram Rajguru


DEVRİMCİ ŞİDDET/ÖRGÜTLÜ ŞİDDET

Singh’in hikayesine ve Gandi’nin sıkça çarpıtılan bakış açısına kabaca göz attık. Şimdi asıl sorularımızı yineleyebiliriz: Şiddet kimin şiddeti? Tek bir şiddet mi var? Şiddet illa top tüfek bomba mı demektir? Şiddetin her türlüsüne karşı olmak mümkün müdür?

“Kimin şiddeti?” sorusuna bir cümle ile yanıt vermek gerekseydi Ahmet Kaya’nın Başım Belada şarkısındaki ‘yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta’ dizelerini aktarabilirdik. Yani Singh’in hikayesinde sömürgeci güçlerin halka açtığı ateş yasal mermiler olarak görüldüğü için herhangi bir meşruiyet sorunu olmuyor. Ancak şiddetin doğurduğu karşı şiddet ve direniş, erk sahipleri tarafından kullanılmadığı için yasallık halesini kuşanamıyor, meşru sayılmıyor.

Peki şiddetin hamisi devlet kimdir? Devlet ve şiddet arasındaki ilişki oldukça detaylı bir şekilde ele alınan bir konu. Esasta kapitalist devlet, egemen sınıfların egemenliğinin kurumsallaşmış halidir. Son analizde ‘bir sınıfın diğer bir sınıfı baskı altına alması, bir sınıfın diğer bağımlı sınıfları hakimiyeti altında tutmasını sağlayan bir araç’tır. Ya da Lenin’in deyimiyle devlet ‘bir gücün özel örgütüdür; belirli bir sınıfın sırtını yere getirmeye mahsus şiddet örgütü’dür.[2]

Burjuva anlatı ise şiddetin her zaman her taraf için aynı olduğunu dile getirir. Ne hikmetse ‘şiddetin her türlüsüne karşı olma’ söylemi hemen hemen her zaman devlet şiddetinin yoğunlaştığı zamanlarda değil, devrimci direniş örnekleri olduğunda dile getirilir.

Tam da bu yüzden şiddetin her türlüsüne karşı olmak aynı zamanda hiçbir şey olmamak demektir. Ezilenlerin şiddetini, devletin örgütlü şiddet mekanizmalarıyla kıyaslamak ve bu asimetrik yapıyı görmeden ‘şiddetin her türlüsüne karşıyım’ demek, gerçekte hiçbir fikre sahip olmamaktır. Her şeyden önce ‘adil olmak’ basit ve temel ilkesini daha başından zedeliyor. Bu açıdan ‘şiddetin her türlüsüne’ karşı olma fikri, ezilenlerin şiddetini sorgulatırken ezen sınıf ve ulusların şiddetini meşru hale getiriyor[3]. 

O halde Singh haklıyken haksız duruma mı düşmüş dersiniz? Eğer sağ yanağına tokat yiyip sol yanağına dönenlerin zaferi garanti edilseydi evet. Ama böyle bir hizmeti sunan bir noter kuruluşu maalesef yok. Hatta bırakın garantiyi, yaşadığımız dünyada burjuva anaakım propagandaya göre racon tam tersi yönde, tokat atanı yüceltme şeklinde işliyor.

ŞİDDET TOP-TÜFEK Mİ DEMEKTİR?

Yeri gelmişken sıkça yapılan bir yanlış anlaşılmayı açıklığa kavuşturalım. Şiddetin toplumsal yansıması dendiğinde ilk göz önüne gelen toplu-tüfekli şiddettir. Ancak ne devlet şiddeti için ne de devrimci şiddet için bu denli indirgemeci bir yorum kabul edilemez. Şiddeti sadece top tüfeğe indirgemek burjuva propagandanın yaklaşımını benimsemektir. TDK’ya göre ‘Bir hareketten doğan güç’ anlamına gelen şiddet bu nedenle çok daha geniş bir anlama sahiptir.

Devlet şiddeti evin içindeki erkek şiddetinden sokaktaki polis şiddetine; iş yerindeki fiziksel ve psikolojik abluka koşullarından dünyadaki emperyalist devletler arasındaki çıkar savaşlarına kadar oldukça geniş alt başlıklara sahip.

Devrimci şiddet ise bu hareketten doğan güce karşı bir güçtür. Bu yüzden tıpkı devlet şiddeti gibi birden fazla alanı ve metodu vardır. Yani sadece içerisinde ‘şiddet’ kelimesi geçiyor diye mutlaka Singh örneğinde olduğu gibi bombalı sabotaj ve suikast anlamına gelmez. Zaman dilimi, bölge, toplumsal yapının ayrıntıları, tarihsel arka plan… tüm bunlar mücadele hattını oluşturan değişkenlerdir. Militan bir kitle hareketi de yeri geldiğinde aynı direniş yanıtını farklı metotlarla verebilir. Dolayısıyla meşruiyet çizgisi de bu analize göre devamlı olarak bükülebilir. Bu nedenle zaten x ülkesinde başka bir mücadele biçimi başarılı olurken aynı mücadele yöntemi y ülkesinde başarısız olabilir. Hatta aynı mücadele yöntemi bir zaman diliminde mevzi kazandırırken başka bir dönemde sizi başladığınız yerin de gerisine gönderebilir. Yani bir yöntimin her bölge, her zaman ve her koşul için devrimci olduğu sürece mübah olduğu anlamı çıkmıyor.

‘YÜREKLİ OLAN ŞARKI HER ZAMAN YENİ KALACAK’

Tepkinin karşı bir tepki doğuracağı gerçeği, burjuva propaganda anaakımdaki yerini korusa dahi olduğu yerde duruyor. Yani maharet, biraz da yediğin tokadın en iyi analizini yapıp cevabını da bu sonuca göre yaratabilmekten ibaret.

Neden devlet şiddeti kutsanarak baş köşeye koyulurken bu şiddete karşı direniş tek başına hedef tahtasına oturtuluyor? İşte bu meşruiyet sorunun çözmek kavramları tekrar tekrar tanımlamak gerek. Propaganda yağmuru altında ezilip büzülen kelimeler ancak böyle şekle girecektir.

“Orada, her şeyin sona erdiği / ve her şeyin başladığı yerde / yürekli olan şarkı / her zaman yeni kalacak”

 NOTLAR: 

 [1] Collected Works of Mahatma Gandhi VOL 5 s 410

[2] Onbirinci Tez, Sayı 2, Syf 11

[3] Onbirinci Tez, Sayı 2, syf: 96


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.