'Hereditary' ya da dekoratif trajedi

Ari Aster'in ilk uzun metraj filmi "Hereditary" MUBI'de izleyiciyle buluştu. Psikolojik gerilime yönelmeyen film, seyirciye saf bir ürün sunmamasına rağmen korku türünde başarılı bir örnek sergiliyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Ari Aster'in ilk uzun metrajı olan ve Sundance Film Festivali'ndeki gösterimi epeyce ses getiren 2018 yapımı "Hereditary"ye, ocak ayıyla birlikte MUBI'den erişilebiliyor.

Büyükannenin ölümünün ardından bir ailede meydana gelen travmatik süreci izlediğimiz film, son dönem Amerikan korku sinemasının çizgisini de karşılıyor. Ara ara korkutan, yerinden sıçratan ama psikolojik süsünün altında mistik esasa, vicdani yargılara dayalı bu sinema, Aster'in başarılı çalışmasıyla yeni bir isim, yeni bir mevzi kazandı. Zaten Aster de "Hereditary" ile başladığı uzun metraj korku yürüyüşünü 2019'da "Midsommar" ile farklı bir noktaya taşıdı.

BİR CENAZE BEŞ ÖLÜ

"Hereditary"yi değerlendirmeye geçmeden konusunu kısaca aktaralım. Film büyükanne Ellen Leigh’in ölümüyle açılır. Kısa bir ilanın ardından cenazeye geçilir. Ellen'ın geride bıraktığı aileyi tanırız. Kızı Annie (Toni Collette) acılar içinde büyümüş, annesiyle mesafesini son dönemde korumuş bir kadındır. Minyatür ev yapma işiyle profesyonel olarak ilgilenmekte, sergiler düzenlemektedir. Damat Steve (Gabriel Byrne) kendi hâlinde, âdeta ağzı var dili yok bir babadır; eşinin ailesindeki tuhaflıklardan yılmış bir görüntüdedir. Ailenin iki de çocuğu vardır: Peter (Alex Wolff) ile Charlie (Milly Shapiro). Peter yeniyetme bir gençtir, ergenliğin sorunlarıyla başa çıkmaya çalışmaktadır. Charlie ise yüzündeki "tekinsiz" hatlardan dolayı fazla sosyalleşemeyen bir çocuktur. Charlie'nin iletişim sıkıntısı yüzündeki ifade ile sınırlı değildir, birtakım sağlık problemleri de yaşamaktadır küçük kız. Örneğin fındık alerjisini henüz açılışta öğreniriz. Hikâye ilerledikçe aile yeni acılarla yüzleşir, yeni sınavlara sürüklenir. 

AİLE BOYU ACI... TRAVMA! TRAVMA ATIN ÜSTÜME!

"Hereditary" ya da yurdumuzda anılan hâliyle "Ayin", bir aile boyu trajedi ve bu bakımdan özgün adının anlamını (kalıtsal) tam olarak karşılıyor. Filmde bir çekirdek ailenin yok oluşunu izlerken diğer yandan lanetin kuşaktan kuşağa aktarılmasına tanıklık ediyoruz. Her lanet gibi kökü, esas sebebi bilinmese de günaha, toplumdan sapmaya işaret eden bu törensel cezalandırma, ailenin başına olmadık felaketler getiriyor.

Aster'in filmi birçok yöne göz kırpsa dahi uzun süre nereye döneceğini, son sahneyi hangi açıdan çekeceğini kestiremeyen bir film. Mistik olaylardan, ruh çağırma ritüellerinden ve Hristiyan mitolojisinden beslenen film psikolojik hattını da örgüsü boyunca gergin tutarak her an başka bir yola sapma hakkını esirgiyor. Buna karşın en kolayı, spiritüelle korkutmayı seçiyor ve aile dramının güçlü malzemesini elini tersiyle itiyor.

Filmde kalıtsallık bir lanete bağlanmak yerine aile dramlarıyla özdeşleşse psikolojik zemin güçlenecek ve öne çıkacak. Travmatik olaylar daha bir anlam kazanacak. Belki geçmiş deşilecek, Annie'nin uyurgezerliği üzerine gidilecek... Fakat tüm bu imkânlar sadece mistik çerçeveyi desteklemek için kullanılıyor ve bir noktadan sonra dolgu ögesine dönüşüyor. Bu tercihi iki sahne üzerinden yorulmayabiliriz. Aile dramını, trajediyi meşhur kaza sahnesinde somutlayalım. Bu sahnede anafilaksi yaşayan Charlie nefes alabilmek için başını seyir hâlindeki araçtan çıkarıyor. Abisi Peter, kız kardeşini hastaneye yetiştirmenin derdinde, gazı köklemiş ilerlerken önüne çıkan köpeği ezmemek için direksiyonu kırıyor ve kızcağızın başı bir aydınlatma direğine çarpıp kopuyor. Peter şoför mahallinde donakalıyor ve arka koltukta kız kardeşine ait başsız bedenin, gencin zihnine mıhlandığını anlıyoruz. Tek başına bir filmi taşıyabilecek bir sahne bu. Dramatik yönden işlemeye açık, arka planı alerjilerle sağlam kılınmış ve alt metni partiye gidiş-partiden dönüş, istenmeyen çocuk başlıkları vesilesiyle irdelenebilecek bir sahne.

Diğer sahne ise filmdeki spiritüel havayı biçimsel bağlamda temsil etmekte... Annie finalde artık büsbütün ele geçiriliyor ve doğrusu "Exorcist"i de çağrıştıran bir estetikle tavanlarda yürüyor. Ancak ele geçirilmiş bir bedene indirgenen acılı kadın, dahası gücünü acısından alan kadın aslında karikatürize oluyor. Ucuz bir filmde sırıtmayacak hatta değer katacak bu sahne "Hereditary"de belki en güçlü kahramana yönelik bir sabotaj unsuruna dönüşüyor.

TRAJEDİNİN MİNYATÜRÜ

Bu iki sahnenin kıyası üzerinden filmin tercihine uzanmak istiyorum. "Hereditary" epeyce süre bir koltukta iki karpuz taşımaya çalışan, yorulduğu noktada ise karpuzlardan birini tereddütsüz bırakıp kendi emeğine zarar veren gözü kara bir film. Büyüğün yitimiyle duygu barajlarında kapakların açıldığı, geçmiş yara kabuklarının kaldırılıp kanın sular seller gibi akıtılacağı bir ortamda ağır ve sağlam ilerlemek yerine ağırlığını ayinlerin tatbikine veren "Hereditary" fırsat tepmiş diyebiliriz. Zemin ve hava şartları o kadar müsait ki! Türün tüm ihtiyaçları karşılanmış, lükse dahi geçilmiş. Çekirdek ailenin üyelerinden başlayalım. Minyatür evler yapan, nevi şahsına münhasır ve baskın karakterli bir anne, üstelik bu anne uyurgezer ve çocuklarına karşı tepkili. Buna karşın tüm anlayışı yüklenen, atıl kalmış fakat patlamaya da hazır bir baba. Ebeveynleri arasında otorite problemi ve sorumluluk duygusuyla kendi olmak kaygısı arasında sıkışarak büyüyeduran çocuklar. Tuhaf anneannesinin tedrisatından geçen, yüzündeki ifade ile "normaller"i uzak tutan küçük kız... Cinsel açlığını okulda, ön sıradaki kadın arkadaşını dikizleyerek, ergenlik isyanını ot içerek bastıran bir abi.

Eve ve uğraşlara baktığımızda ise bir trajedinin mimarisini ve dekorasyonunu görüyoruz. Ders niteliğinde bir çalışma var karışımızda. Annenin minyatür evler yapması ilk elden aileye yabancılaşmanın bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Ailenin yaşadığı iki katlı evin bir ıssıza kurulması, üst kat pencerelerinden bir ağaç ev görülmesi. Zemin kattaki şömine ve tavan arası... Saklamaya ve parlamaya dair bu detaylar türün vazgeçilmezleri. Özellikle şöminenin, günah ve cezalandırma düzleminde doğrulan gotik üslubu çağrıştırması, tavan arasının ise yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde sinema ile psikanalizin ilişkisinden doğan çocuğu olması filmdeki yoğun ruhsal dünyayı daha da kışkırtıyor. İki katlı ev ve merdivenler korku mimarisinde eli güçlendiriyor. Gotik anlatıya ve sinemanın olanaklarıyla gelişen korku türüne referans veren bu geleneksel mimari aynı zamanda ailedeki kopukluğu da yansıtıyor. Bilincin bölündüğü bir durum söz konusu. Bir trajediyi dekore edecek; minyatürünü, maketini yapacak koşullara yüz çevirip "sakin ve etkileyici" korkuya, janrın güvenli limanına demirliyor Aster. Yarattığı atmosfere yaslanan, temposu orta, gerilimi ve jump scare sahneleri (ki bu sahneler de tipik jump scare basitliğinden ziyade yine mi acı yine mi zakkum tadında) son çeyrekte artıran anlatısıyla "Hereditary" vasatın üstünde ancak hiçbir yenilik vadetmeyen, akılda kalan görüntülerini de ruhsal çerçevesine borçlu bir film olarak dikkat çekiyor.

JANRIN SARIP SARMALADIĞI 'HEREDITARY'

Psikolojik gerilime yönelmeyen film, tüm kafa karışıklığına ve seyirciye saf bir ürün sunmamasına rağmen korku türünde başarılı bir örnek sergiliyor. Düşük tempoyla ilerleyen filmde tempo doğru noktada yükseliyor ve finale kadar da yalpalamıyor. Anlatıdaki ivmeyi teknik bakımından övebiliriz. Film bunu sade yapısıyla başarıyor. Örneğin büyükanneyi bir gizem ögesi olarak filmden uzak tutmak, tavan arası ve ağaç ev gibi korku mekânlarını bir görüntüde, bir karede sunup esas çatışma için finale hazırlamak akıllıca hamleler. Seans ve ayin sahnelerinin sınırlı tutulması da mantıklı. Seyirciyi yormuyor "Hereditary".

Filmin bir diğer artısı da -konuyu dağıtmadığı için- sıradan sahnelerinden maksimum verim alması. Şömine sahnesi örneğin, sıradan bir sahne... Hem de geç kalınmış bir sahne! Annie'nin üzerindeki laneti tam anlamıyla duyuran, filme adını veren kalıtsallığı "kader birliği" biçiminde ifade eden ve ancak finale doğru karşımıza çıkan bir sahne. Annie, ölen kızı Charlie'nin çizim yaptığı defteri ateşe attığında kendi kolu da tutuşuyor devamında ise daha vahşi bir sonuçla karşılaşıyoruz. Bu sahne geç gelen ama tadında bir sahne... Film yine anneden yadigâr kitapları şöyle bir karıştırıyor, albümde gizemleri çözüyor ama geçmişte boğulmuyor. Geçmişin lanetini günümüze taşıyan, günümüzde yaşananları öne çıkaran bir yaklaşım sergiliyor.

Seanstan ayine varılıyor filmde. İlkin bir ruh çağırma seansı izliyoruz. Ardından bu seanslar tekrarlanıyor ve nihayet finalde her şeyin açıklandığı bir ayine gidiliyor. Seanslar ile ayin arasında tüm küçük olaylar çözümleniyor. Filmin başından beri verilen ipuçları bir yere bağlanıyor. Mezardan çıkarılan ceset anlamlanıyor, Annie iyice diğer âleme geçiyor. Esas düğüm ise ayine erteleniyor. Kısa ve etkileyici bir ayin sahnesi izliyoruz. Film uzun süresine rağmen sıkmıyor. Pek sarktığını da söyleyemeyiz fakat hazırlık sürecinde biraz oyalanmış yönetmen.

GÖRÜNÜR-GÖRÜNMEZ OYUNLAR, BUZDA VE ATEŞTE PARLAK PERFORMANSLAR

Yazıyı bağlarken oyunculuklara da kısaca değinmek niyetindeyim. "Hereditary", Annie karakterinin filmi. Annie iyi ile kötünün sınırında ve bu yönüyle de tüm dikkatlerin kendine çevrildiği kişi. Toni Colette de parlak bir performans sergilemiş, farklı duyguları başarıyla vermiş. Film boyunca duygudan duyguya giriyor. Hayal kırıklığı, yas, endişe, korku: Tüm tonlarını yaşıyor, yaşatıyor. Hele arabaya indiği sahnede Peter'ın odasından dinlediğimiz tepkisi, çığlıkları, yemek masasındaki yükselişi ve seans sahnesindeki ısrarı etkileyici. Charlie rolünde Milly Shapiro kısa görünüyor fakat çekingenliği ile akılda kalıyor. Kalıtsal bir bozukluğun ifade bulmuş hâli gibi... Boğaza tıkılmış bir çığlık gibi... Dolayısıyla o da önemli bir noktada. Genç oyuncu bunu başarmış. Filmde bu iki oyuncu dışında Peter'ı canlandıran Alex Wolff ile Steve rolünde Gabriel Byrne anlatının büyük bölümünde geri plandalar. Daha doğrusu kadın karakterlerin baskın olduğu bir film izliyoruz. Canlı olarak hiç görmediğimiz büyükanneden tutun öldükten sonra enerjisini hissettiğimiz Charlie'ye değin kadınlar damga vurmuş anlatıya. Bununla birlikte Wolff başına türlü tuhaflıklar gelen, trajedileri iliklerine dek yaşayan ergen rolünde iyi iş çıkarmış. Filmin en yoğun duygusu ona verilmiş diyebiliriz. Wolff suçluluğu ve korkuyu ifadesinde dengeliyor. Fakat karakteri gereği donuk kaldığını da belirtmeliyiz. Görünmeyen bir dış güç tarafından manipüle edildiği sahneler dâhil olmak üzere duygu alışverişine çok fazla girmiyor. "Şok"u karşılıyor aslında. Yemek masasındaki tartışmada ve fiziki olarak acı çektiği sahnelerde üstüne düşeni yapsa da genel olarak kapalı bir oyunculuk izliyoruz. 

* *

Ari Aster'in "Hereditary"si bir ilk filme göre hayli sağlam. Korku türünde ilgi çekici, vaatkâr bir çalışma. Bir yıl sonra gelen "Midsommar" da bu yönetmenin özgün çizgisini nerelere kadar çekilebileceğini, yönetmenin atmosfer yaratmadaki yeteneğini ortaya koyuyor. Ancak bu yetenek ve rüştü ispat eden pratik filmin ana fikrinde bir karmaşa olduğunu düşünmemizi engellemiyor. Kalıtsal olanı günün sonunda Şeytan'ın bedenlerde mekik dokumasına, oradan oraya zıplamasına bağlayan Aster, film boyunca estirdiği yas havasına hafif bir açıklama getiriyor.

"Hereditary" daha büyük bir film olabilirmiş, ona kaçan bir fırsat gözüyle de bakmak gerekir. Hem belki aile kalıtsal değil, sanrısal bir kurumdur ve tüm fertler(i) de "gerçek dertler" tarafından ele geçirilmiştir! Kim bilir!