YAZARLAR

Her şeyden önce, her şeye rağmen: Faşizmi kendi mahkemesinde yargılamak

Dimitrov sadece bir savunma ustası olduğu için değil, aynı zamanda faşizme karşı mücadelede tecrübeli bir öğretmen olduğu için kıymetlidir. Bu yüzden savunması zamanın belli bir bölümüne hapsedilemez. Üstelik sözlerine kulak vermek için komünist olmaya gerek yok, faşizmin kurumsallaşması tehlikesini sezmek ve bundan rahatsızlık duymak yeterlidir.

“İnsanlık tarihinde en iyiler daima cezaevinden geçmişlerdir. Özellikle fırtınalı ve kararsız bir çağ olan, içinde yaşadığımız şu geçiş döneminde bu olgu daha geçerli hale gelmiştir. Yüce bir fikir için mücadele, kurban vermeden hiçbir zaman başarıya ulaşamaz.”

*

Mahkeme koridorları, hukuk bürolarındaki kalın kitaplar ve duruşmalar sıkıcıdır. Hatta o kadar sıkıcıdır ki gerçeği eğip bükebilmesine rağmen Hollywood dahi hepi topu 1-2 ‘dava’ filmini bize sevdirebilmiştir. Sıkıcılığın kaynağı sadece hukuk dilinin nüfusun geri kalanı için anlamsız olmasından gelmiyor; Asıl sürprizlere kapalı oluşu belki de bize böyle hissettiriyor. Bugün konuşacağımız dava ise tüm bunlardan biraz daha farklı. Çünkü faşistlerin yargıyla sürdürdüğü danışıklı dövüşe, bir sanık tarafından verilen yanıtın hikayesi. Öyle bir yanıt ki faşizmin sanık kürsüsünden de yargılanabileceğini gösteriyor.

Bahsettiğimiz kişi Bulgar komünist Georgi Dimitrov. Kendisine Naziler tarafından giydirilmek istenen ‘yabancı kundakçı komünist silahlı ayaklanma peşinde’ gömleğini tersyüz edebilmiş biri. Hatta bununla kalmayıp gömleği bizzat Nazilerin Göring ve Goebbels gibi ağır toplarına giydirmeyi başarabilen biri. Dimitrov sadece kendini savunmaz, aynı zamanda Almanya’da faşizmin nasıl bu yangınla kurumsallaştığını da duruşma salonunda bu isimlerin yüzüne çarpar. Peki nasıl?

YANGININ ‘KHK’SI

Dimitrov’un savunmasına gelmeden önce yangını ve ardından yaşananları hatırlayalım. Tarihler 26 Şubat 1933’ü gösterirken Almanya’nın başkenti Berlin’deki meşhur parlamento binası Reichstag’da büyük bir yangın başlar. Kısa süre içerisinde Alman hükümet radyosu, ‘cebinde Komünist Parti üyelik kartı bulunan Hollandalı komünist Van der Lubbe’nin kundakçılık şüphesiyle yakalandığını’ duyurur.

Asıl saldırı ertesi gün başlayacaktır. Reicshtag Başkanı Hermann Göring’in yayınladığı bildiride Almanya Komünist Partisi’nin (KPD) bir ‘silahlı ayaklanma içerisinde olduğu’ bu nedenle de yangının doğrudan kendileriyle ilintili olduğu açıklanır. Bu açıklamayı takiben, başta komünist ve sosyal demokrat olanlar olmak üzere ülkedeki pek çok muhalif yayın kapatılır. Pek çok komünist tutuklanır. Bahane olarak Weimar Cumhuriyeti Anayasası'nın belli başlı maddesi gösterilir. Öyle ya yasalar konu egemenlerin talepleri olduğu zaman şaşırılacak şekillerde esneyen şeyler değil midir? Hukukun en büyük ‘sürprizi’ de muktedirden yana esnekliği değil midir?

Reichstag yangınından hemen sonra Alman hükümeti tarafından kanun hükmünde kararnameler yayınlanmaya başlanır. Böylece anayasanın örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü, kişi/konut dokunulmazlığı gibi maddeleri askıya alınır. Böylece Almanya’da faşizm kurumsallaşacak ve komünistler bu yolla sindirilmeye çalışılacaktır. Bu yüzden Nazilerin yükselişinde Reichstag yangını belki de en önemli köşe taşı olarak kabul edilir.  

BULGARİSTAN İŞÇİ SINIFININ ÇOCUĞU

Sırasıyla- Van-der-Lubbe-Dimitrov-Tanev-Popov-1933

Yangından birkaç hafta sonra üç Bulgar komünist Berlin’de yakalanır: Georgi Dimirtov, Blagoi Popov ve Vassil Tanev. Dmitrov’un tutuklanmasına gerekçe oldukça basittir: Bir restoranda garsonluk yapan Nazi Partisi üyesi Hellmer’in iddiasına göre Dimitrov, Lubbe ile bir kez görüşmüştür. Diğer tanıkların da ezici çoğunluğu Nazi üyesi, Nazi Milletvekili ya da Nazilerin gazete çalışanlarıdır. Dimitrov’un rejimi devirme girişiminde baş suçlu olarak ilan edildiği iddialar, onu kolayca ipin ucuna götürebilecek niteliktedir.

Peki kimdir Dimitrov? Duruşmasında bu soruya vereceği yanıt “18 Haziran 1882’de Sofya yakınlarında Radomir doğumlu, liseyi ikinci sınıftan terk. 1904’e kadar basımcı olarak çalışma. Bulgaristan işçi sınıfının çocuğu. Devrimci işçi mücadelesi saflarında yetişme ve büyüme (15 yaşımdan itibaren mücadelede aktif rol aldım)” ifadeleriyle başlar. 23 yaşından beri Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komite Üyesi olan Dimitrov, sendikal mücadele deneyimine sahiptir. Ayrıca 1913’ten 1923’e kadar komünistlerin Sofya milletvekilliğini yapar. 1923 yılında ülkesinde gerçekleşen askeri darbeyle birlikte komünistler de kıyıma uğrar. BKP bir haftalık bir silahlı ayaklanmanın ardından yenilgiye uğrar, Dimitrov da bin savaşçısıyla birlikte Yugoslavya topraklarına geçer ve siyasi sürgün hayatı böylece başlar. İkinci Dünya Savaşı’nda ülkesindeki direnişi örgütleyecek ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu olacaktır.

‘KAŞKAVAL’ SEVİNCİ

Şimdi konumuza geri dönelim ve duruşma gününe kadar Dimitrov’un aylarını ne koşullarda geçirdiğine değinelim.

Hakkında soruşturma başlatılmasıyla beraber Dimitrov aylar boyunca gerçek kundakçıların kim olduğunu sorgulayan belgeler üzerinde gece gündüz çalışır. Avukatı resmi makamlar tarafından atanan, çoğu zaman davayı angarya olarak gören biridir. Dimitrov’un kendi istediği avukatlara vekalet vermesi kabul edilmez. Atanan avukatı ile yaşadığı güven sorunu, onu çok da hâkim olmadığı bir yabancı dilde tek başına savunma yapmaya itecektir. Bu nedenle bir gözü belgelerdeyken diğer gözü Almanya gramer kitaplarındadır.

Tutuklandıktan sonra parmaklıklar ardındayken dahi elleri zincire vurulur. 4 Nisan’dan ağustos ayının son gününe kadar yazılarını ve savunmasını zincirli ellerle kaleme alır. Kulağa ‘şairane’ gelse de tutuklu için ciddi bir sorundur. Fakat duruşmaya kadar Dimitrov’un cezaevinde bazı mutlu günleri de olur. Bunların başında annesinin Bulgaristan’dan gönderdiği kaşkaval peyniri, helva ve lokumların kendisine ulaştığı anlar geliyor.

Fakat talep ettiği Bulgar yayınlarına ulaşması mümkün olmayışını esprili bir dille annesine şöyle açıklar: “Anlaşılan ‘üstlerim’ rahatımla çok ilgilenerek Bulgaristan’daki olaylara canımın sıkılmasını istemiyor. Belki de Almanya’daki olaylardan duyduğum kaygının yeterli olduğunu düşünüyorlar.”

Tüm olanaksızlıklara rağmen tutsaklığını mümkün mertebe verimli hâle getirmeye çalışır. Kendini hapishane kütüphanesinde bulunan Almanya tarihi üzerine yazılan kitaplara verir: “Bütün dünyayı ilgilendiren günümüz Almanya’sında meydana gelen olaylar ile Alman halkının geçmişi arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koymakta, geçmişle birçok bağlantısı olarak bir geri dönüş gibi gözüken bugünkü durumun gerçekçi karakterini açıklaması ve olayları yorumlaması açısından çok yararlı olmaktadır.”

‘REİCSHTAG’I BULMAK İÇİN İŞARETE İHTİYACIM YOK’

Gelelim dava gününe. Aslında tutukluluğunun ilk günlerinde Dimitrov, böylesi büyük bir suçla yargılanacağını tahmin etmemektedir. Ona göre Alman yasalarına göre tek suçu sahte bir isimle ve sahte bir pasaportla Almanya’da bulunuyor oluşudur. Bulgaristan’daki hasımlarının ölüm tehditlerinden dolayı bunu yapmak zorunda olduğunu dile getirir.

Fakat çok geçmeden silahlı bir ayaklanmanın örgütleyicisi olmakla suçlandığını anlayınca işin ciddiyetini fark eder. Tüm dünya tarafından takip edilen duruşma gününe öyle bir hazırlıkla çıkmalıydı ki önüne dizilen bütün faşist kurmayların iddialarını çürütebilmeliydi. Eylemin gerçekleştiği gün Münih’ten Berlin’e seyahat etmekte olsa da kanıtlaması gereken daha çok şey vardır.

Van der Lubbe ile karşılaştırıldığında kendisinin bu kişiyle bir ilgisinin olmadığını söyler. Böylesi eylemlerin kabul edilemez oluşunu, bağlı olduğu Komünist Enternasyonal’in mevcut taktikleri ile açıklar: “Bir komünist olarak bireysel terörizme, anlamsız her yangına karşıyım. Çünkü bu davranışlar komünist yığın çalışması, metot ve ilkeleri, yığınların ekonomik, politik mücadelesine aykırıdır. Üstelik bu tür eylemler proletaryanın kurtarıcı hareketine, komünizm davasına yalnızca zarar verir. (…) Kanımca Reichstag yangını ya çılgın kişilerin ya da bu olayla işçi hareketini ve Almanya’daki Komünist Partisi’ni ezmek için uygun bir ortam yaratmak isteyen komünizmin en yıkıcı düşmanlarının eseridir. Oysa ben ne çılgınım ne de komünizmin düşmanıyım.”

Lubbe ile Dimitrov’a benzeyen bir kişinin görüştüğü iddiasının ömrü uzun olmaz. Münih’te olduğunu kanıtlaması üzerine tanık gözlerden kaybolur. Öne sürülen diğer kanıtsa Dimitrov’un evinde yapılan aramada Reichstag’ın işaretlendiği bir harita bulunmasıdır. Ancak Dimitrov, duruşma öncesinde yazdığı mektupta avukatına ‘Reicshtag binasına ilk ve son olarak 1923 yılında Bulgaristan Milletvekili olarak girdiğini ve uzun süredir Almanya’da yaşayan biri olarak Reicshtag’ın yerini gayet iyi bildiğini, dolayısıyla da bir işarete ihtiyacı olmadığını’ söyler, duruşmada da tekrarlar.

‘YA NORMAL BİR İNSAN, YA AKIL HASTASI’

Sanıkla ilk karşılaşmasında sorduğu sorular akıllıcadır. “Bir kere görüşümü bildirmek zorundayım Van der Lubbe cesur bir çocuk. Duvarcı olarak uzak ülkelere gitmiş gezmiş ve sonra bu cinayeti işlemiş. Bu durumda ortada tek bir varsayım olabilir. Van der Lubbe ya akıl hastasıdır ya da normal bir insandır. Eğer normal ise ve susuyorsa işçilere karşı işlediği cinayetin korkunç görünümü yüzünden susmaktadır. Van der Lubbe’ye şu soruyu yöneltiyorum: Hayatında bir kez olsun benim adımı duymuş mudur?”

Ancak Dimitrov’un sorusu reddedilir. Diğer bir soru da yine olası bir iftira zeminini ifşa niteliğindedir ve Van der Lubbe’nin yangınlar konusunda daha önce kimseyle konuşup konuşmadığını sorar. Fakat mahkeme yine reddeder. Dimitrov son bir soru sorma hakkını kullanarak “Alman işçi sınıfına karşı bu cinayeti neden ve kimlerle beraber işledi” dediğinde başkan soru sorma hakkını ‘komünist propaganda yapmak’ gerekçesiyle elinden alır. Oysa Dimitrov sorularına devan eder: “Taştan bir bina olan Reichstag’ı bir çeyrek saat içinde nasıl yakabildiniz?” (Lubbe tüm dava süreci boyunca sorulara güçlükle yanıt verir. Umursamaz, adeta sersemlemiş hali tavrı ise kendisinin bir parti militanı olarak bu eyleme katıldığı düşüncesini uyandırmaz.)

Bir başka Nazi Partisi üyesi tanıkla karşılaştığında ise Dimitrov, neden sahte isim kullandığını farklı bir açıyla savunur. Avusturyalı bir nasyonal sosyalist olan Kroyer’e “Bay tanık Avusturya’da yaşamaktadır. Hepimiz biliyoruz ki Nasyonal Sosyalist Partisi Avusturya’da yasaklanmıştır ve üyeleri gizlice yaşamakta ve çalışmaktadır. Soruyorum: Tanık, nasyonal sosyalistlerin şimdi Avusturya’da sahte isim altında ve polise yazılmadan yaşadıklarını biliyor mu?” diye soru yöneltir. Sorusuna başkan izin vermez, ancak Kroyer’in “Nasyonal sosyalistlerle komünistler arasında çok büyük fark vardır.” demesi üzerine Dimitrov şöyle yanıtlar: “Nasyonal sosyalistlerle komünistler arasında çok büyük fark olduğunu ben de biliyorum (salonda gülüşmeler.) Yalnız gizli yaşamanın ve sahte pasaportların komünistlere ait bir özellik olmadığını belirtmek istedim.”

YAYGARA İLE PAÇAYI SIYIRMAYA ÇALIŞAN GORING
Sanık sandalyesinde büyüyen Dimitrov ve Göring (Tasarım, komünist fotomontaj sanatçısı John Hearthfield'e ait)

Ve tabii en meşhur karşılaşması dönemin Reichstag Başkanı ve Adolf Hitler’in sağ kolu Hermann Göring ile olur. Dimitrov’un bir dizi sorusuna çelişkili cevaplar verir. Dimitrov, “28 Şubat’ta Konsey Başkanı Göring, Reichstag yangını ile ilgili bir basın toplantısı yaparak şunları söyledi: Hollandalı komünist Van der Lubbe’nin yakalanması sırasında üstünde pasaporttan başka [Komünist] Parti üye kartı bulunmuştur. Nasıl oluyor da Konsey Başkanı Göring, Van der Lubbe’nin parti kartı taşıdığını bilebiliyordu?” diye sorduğunda Göring artık iyiden iyiye köşeye sıkışmıştır.

Şöyle yanıtlar Göring: “Şimdiye kadar bu dava ile pek ilgilenmediğimi söylemek zorundayım, yani bütün yazıları okumadım. Yalnız zaman zaman sizin (Dimitrov’a yönelerek) çok kurnaz birisi olduğunuzu duydum. Benim bu işin soruşturması ile hiç ilgilenmediğimi bilerek, sorduğunuz sorunun sizin için çok önceden aydınlığa kavuştuğunu tahmin ediyorum. Ben oraya buraya koşturmuyor, kişilerin ceplerini karıştırmıyorum. Eğer siz (Dimitrov’a hitap ederek) bu durumu bilmiyorsanız, söyleyeyim: Polis bütün caniler için soruşturma yapar ve bana bildirir.”

Dimitrov son olarak “Neden olaydan sonra Lubbe’nin takip edilip diğer ilişkilerin ortaya çıkartılmadığını” sorduğunda Göring, artık tartışmayı farklı bir yere çekmek dışında elinde bir kart kalmadığını fark eder. Diğer kimi içişleri bakanlarından da aşina olduğumuz üzere yaygara kopartarak paçayı sıyırmaya çalışır, tartışmaların ardından “Partiniz caniler partisidir ve ortadan kaldırılmalıdır! Eğer adli soruşturma bu yönde ilerliyorsa doğru yola girmiş demektir” der. Dimitrov, bu sataşmayı da ustaca savuşturur: “Konsey Başkanı, ‘ortadan kaldırılması’ gereken bu partinin Sovyetler Birliği göz önünde tutulursa, gücünü dünyanın altıda birine yaydığını ve bu Sovyetler Birliği’nin Almanya ile diplomatik, politik ve ekonomik ilişkiler kurduğunu ve ekonomik araç gereç siparişlerinin Alman işçisi için hayati önem taşıdığını bilmekte midir?” Başkan Dimitrov’a bir kez daha ‘komünist propaganda yapmayı yasakladığını’ söylediğinde, kendisine atılan taşı göstererek “Bay Göring burada Nasyonal Sosyalizm propagandasını yaptı! (Göring’e hitap ederek): Dünyanın en büyük ve en iyi ülkesi olan Sovyetler Birliği’nde komünizm fikirleri kendini kabul ettirmiştir ve burada Almanya’da bile binlerce Alman halk çocuğu bu fikri desteklemektedir. Bunu biliyor musunuz” ifadelerini kullanır. Göring ise çileden çıkmış bir şekilde bağırarak: “Ben size Alman halkının ne bildiğini söyleyeyim. Alman halkı sizin burada küstahça davrandığınızı ve buraya Reichstag’ı yakmak için geldiğinizi bilmektedir. Fakat ben buraya sizin bir yargıç gibi davranarak ve beni azarlayarak sorguya çekmenize olanak tanımak için gelmedin. Benim gözümde siz, sorgusuz sualsiz asılması gereken bir canisiniz” der ve Dimitrov salondan götürülürken arkasından okkalı bir tehdit savurur: “Gözünüzü açın, mahkeme salonundan çıkar çıkmaz, hesabınızı göreceğim! İp kaçkını!”

‘BÖLÜM SONU CANAVARI’ İLE KARŞILAŞMA: GOEBBELS

Komünistlerin silahlı ayaklanma hazırlığı iddialarını da çürütür. Sadece dönemin Komintern’inin böyle bir stratejisi olmaması değil, aynı zamanda da söz konusu isyana karşı hükümetin kanıtlanabilir bir hazırlığının olmayışı elini güçlendirir. Bu konuda Nazilerin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ile karşılaşması belirleyici olur.

Dimitrov öncelikle bir Propaganda Bakanı’nın bu yangını komünistlere, sosyal demokratlara, kısaca tüm muhaliflere karşı bir propaganda aracı olarak kullanıp kullanmadığını sorar. Goebbels ise bu soruya kaçamak yanıtlar verir. Fakat takibinde Dimitrov, Goebbels’i sıkıştırmayı başarır. Duruşmanın steno ile alınan kayıtlarından aktarmak gerekirse:

DİMİTROV: 1932 sonbaharında, önce Papen sonra da Schleicher, Reich’ta Başbakan iken birçok saldırı, bomba suikastları yapılmıştı. Bazı nasyonal sosyalistler bu nedenle mahkemeye verilmiş ve ölüme mahkum edilmişti. Size soruyorum: 1932’deki bu terörist eylemler nasyonal sosyalistler tarafından yapılmamış mıdır?

BAŞSAVCI DR. WERNER: Bunun dava ile hiçbir ilgisi yoktur.

GOEBBELS: Bu soruya cevap vermeye hazırım.

BAŞKAN: Hazır mısınız?

GOEBBELS: Elbette! Bu soruya şu cevabı veriyorum: Bu tür eylemleri yapmak için yabancı çevrelerden NSDAP (Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi) içine provokatörlerin gönderilmiş olması mümkündür.

BAŞKAN: Soracak başka sorunuz var mıdır?

DİMİTROV: Bay Başkan sorularımı henüz bitirmedim. Son sorum provokatörlerle ilgili değil, fakat sorum hasımlarından birini öldüren ve bu nedenle ölüme mahkum olan nasyonal sosyalistler ile ilgili. Politik bir amaçla, şimdiki Reich Başkanı Adolf Hitler tarafından törenle ve göz göre göre tebrik edilmişlerdir. Bunun doğru olup olmadığını sormak istiyorum.

BAŞKAN: Sanık Dimitrov, mahkum olan nasyonal sosyalistlerin politik bir amaçla Führer tarafından resmen tebrik edilmelerinin gerçek olup olmadığını sormaktadır?

GOEBBELS: Gerektiği gibi hareket etmeye karar vermiş olan ve idam sehpasına giden bu kişilerin destekten yoksun bırakılmaması düşüncesinde olan Führer onlara bir tebrik telgrafı göndermiştir.

DİMİTROV: Nasyonal Sosyalist hareketin amaçlarına ulaşması için yapılan bütün terörist eylemlere katılanlara nasyonal sosyalist hükümet tarafından af çıkarıldığı doğru mudur?

GOEBBELS: Nasyonal sosyalist hükümet, hayatları ve sağlıkları pahasına komünizm tehlikesine karşı mücadele edenleri hapishanede bırakamazdı.”

İşte böylece bu raundun sonunda çalan gonk sesi, Dimitrov’un faşistlerin en kıdemli önderlerine karşı kazandığı bir diğer zaferi imler. Bölüm sonu canavarı da kıvrak bir zekayla, kendi sahnesinde yere serilmiştir…

‘BULGAR VAHŞİSİ’

Son olarak savunmasındaki en etkileyici yerlerden birine değinelim. Kendisinin ‘yabancı’ oluşunu propaganda malzemesi yapanlara karşı Dimitrov hem sert hem de etkileyici bir üslupla ‘Bulgarlığını’ ‘vahşi oluşla’ özdeşleştiren faşist gazetelerin kupürlerine kürsüden yanıt verir:

“Basın yalnız beni her türlü yolla kötülemekle kalmamış -bunun benim için hiçbir önemi yoktur- fakat benimle birlikte Bulgar halkını ‘vahşi’ ve ‘barbar’ olarak nitelemiştir; beni ‘şüpheli bir Balkanlı’, ‘Bulgar vahşisi’ olarak nitelemiştir. Bu aşağılama karşısında sessiz kalmam imkansızdır. Bulgar faşizminin barbar ve vahşi olduğu doğrudur. Fakat Bulgar işçi sınıfı ve köylüsü, halk kökenli aydınlar ne barbardırlar ne de vahşi. Balkanlardaki maddi kültürün düzeyi doğal olarak diğer Avrupa ülkelerine oranla daha düşüktür; fakat politik ve tinsel açıdan bizim halk kitlelerimizin, diğer Avrupa ülkelerindeki düzende olduğunu söylemek yanlıştır. (…) Bulgaristan’daki vahşiler yalnızca faşistlerdir. Fakat size sorarım Sayın Başkan: Hangi ülkede faşistler barbar ve vahşi değildirler?” Başkan ‘Almanya’daki duruma imada bulunmadınız umarım’ diye yanıtlayınca Dimitrov alaycı bir gülüşle “Elbette ki hayır” der. 

Davanın sonunda Dimitrov, “Bu davada hiçbir şekilde aydınlığa kavuşturulmamış bir sorun var. Aydınlatılmasının gerekli görülmemesini yadırgamıyorum. Çünkü bu sorundan çok korkmaktadırlar. 1933 Şubat'ında Almanya’da politik ortamın nasıl olduğu sorunudur bu ifadelerini yineler. Ona göre Politik çılgınlık, sanık sandalyesindedir. Politik provokasyona gelince, onlar hâlâ serbesttir. Nihayet kendisi beraat eder ve ülkeden kovularak Sovyetler Birliği sınırına götürülür.

‘CESARET, CESARET!’

Reicshtag yangını tekrar tekrar en ince detaylarına kadar incelenebilecek bir olay. Fakat olayın nasıl Nazileri güçlendirdiği kadar Dimitrov’un böylesi bir anda nasıl kararlılıkla mücadele edilebileceğini gösterdiği için de hatırlamaya değer. Şöyle diyor Dimitrov:

“Kim düşmanını kesin yenilgiye uğratmak isterse onu iyi tanımak zorundadır. Partiyi yasaklamak, kitle örgütlerini kaldırmak, legaliteyi kaybetmek, bunlar devrimci harekete indirilmiş ciddi darbelerdir. Fakat bu durum çok şeyi eksiltse bile her şeyin yitirildiği anlamına gelmez. (…) Komünist Partisi yasa dışı çalışmanın büyük fedakarlıklar gerektirdiğini, cesaret ve inanç işi olduğunu çok iyi bilmektedir; fakat aynı zamanda devrimci güçlerinin çelikleşeceğini ve üzerine düşen görevi başaracak duruma gelebileceğini de bilmektedir.”

Dimitrov sadece bir savunma ustası olduğu için değil, aynı zamanda faşizme karşı mücadelede tecrübeli bir öğretmen olduğu için kıymetlidir. Bu yüzden savunması zamanın belli bir bölümüne hapsedilemez. Üstelik sözlerine kulak vermek için komünist olmaya gerek yok, faşizmin kurumsallaşması tehlikesini sezmek ve bundan rahatsızlık duymak yeterlidir. Yine kendi sözleriyle ifade etmek gerekirse:

“Faşizme karşı savaş, ilk önce kendi ülkemizdeki faşizme karşı savaş demektir. Her ülkenin kendine özgü Hitler’i, Goebbels’leri olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Kuvvetleri topladıktan sonra harekete geçmek için beklemek, zaman yitirmek doğru değildir. Sonra çok geç olacaktır. Mücadele şimdiden başlamalıdır. Faşizmin tertiplerine karşı her gün savaşmak, işyerlerinde, sokaklarda, işsizler arasında, toplantılarda onların girişimlerini engellemek gerekir.”

Sözün özü, “Cesaret, cesaret ve her zaman cesaret! Ve her şeyden önce, son hızla, her şeye rağmen!”


(İlgili haber: https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2020/06/06/nedir-bu-antifa)

(İlgili haber: https://www.gazeteduvar.com.tr/antifasist-mucadelede-bir-fotomontaj-neferi-john-heartfield-makale-1609885 )

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler

1- Dimitrov, Faşizmin Yargılanması – Leipzing 1933 (MaYa Yayınları, 1976)

2- https://www.evrensel.net/haber/455979/fasizmin-ayak-sesleri-reichstag-yangini 

3- https://www.evrensel.net/haber/346484/fasist-iktidari-pekistiren-yangin-reichstag 

4- https://bianet.org/biamag/diger/187508-georgi-dimitrov-sizi-halk-adina-yasama-mahkum-ediyorum           


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.