Hırsız futbol

Mimari planın en önemli kararları alınmıştı, peki bu ev nerede olacaktı. Son noktayı köyün yaşlılarından Nazlıgül Teyze koydu: “Aaaa ne bakınıyon öyle sağa sola. Karar veee aatıkk… Öyle aranıp duruuukeeen, bunu da elinden kaçırıveceeen. Hem bak orası, köyün meeekezi.”

Google Haberlere Abone ol

"Topçuya mı geldiniz?"

Yooo, bir eve bakmaya geldik!

Nafile. Konu değişmiyor, ille de topçu. Topçu, köyün en tepesinde bir ev yaptırmış, topçu İstanbul’dan gelmiş, topçu şöyleymiş, topçu böyleymiş. Biz büyük şehirden geldik ya, topçu da öyle, o zaman tanışmamız şart, yoksa köylüler rahat etmeyecek. Ancak, önce satın almayı düşündüğümüz evi görmek istiyoruz.

Yıllar önce İstanbul’da kiralık bir ev arıyoruz; ilanda “Uygun fiyata köprü manzaralı ev” yazıyor. Heveslendik. Ortaköy’ün üst taraflarında araçla ulaşmanın pek kolay olmadığı bir sokak, nefes nefese tırmandık. Eve girdik, hepsi farklı boyutta bir sürü küçük pencere. Bu binanın planını bir mimar çizmiş, inşasını bir insan yapmış olamaz. Uzaylıların varlığını kanıtlayan bir anıt. “Eeee nerede manzara?” deyince, ev sahibi gerine gerine pencerelerden tek bir tanesini gösterdi, ürkerek baktık. Boğaziçi Köprüsü'nün bacaklarından biri yolun başladığı yerden gökyüzüne kadar boylu boyunca uzanıyor, ancak Boğaz'dan eser yok.

Bakmaya geldiğimiz köy evi de işte tam o hesap. Deniz manzaralı, ancak görebilmek için yogadaki “aşağı bakan köpek” pozisyonuna girmen gerekiyor. Vazgeçtik. Yukarı doğru yürümeye başladık. Yolda yeni doğmuş keçi yavrularına verdiğimiz aşırı sıcak tepkiye, kendi çıkardığımız coşkulu seslere bir anlık kulak kabartınca anladık ki köylüler haklı: Biz şehirliyiz. En iyisi tanışalım şu topçuyla, eminim bizim gibi “şehirden indim köye” tarzı tiplere verebileceği bir iki öğüt vardır.

.

Epey uzakta tek katlı taş bir ev, yeni yapılmış, köyün mimarisine uygun, mütevazı. Terasta oturan adam, biz varmadan içeri girdi. Evin yakınına gelince seslendim, çıkan olmadı. Acaba rahatını mı kaçırdık? İlerledik. Geri dönüş yolunda aynı evin bahçesinde iki adam konuşuyordu. Yaklaştım, selamlaştık, biraz sohbet ettik, satılık ev baktığımızı söyledim. Hiç erinmeden deneyimlerini paylaştı. Tam ayrılacakken “Kusura bakmayın ama herkes size topçu diyor, neden acaba?” deme gafletinde bulundum. Topçunun yanındaki köylü, bir aslan edasıyla kükredi: “Nasıl yani tanımıyor musun topçumuzu?” Kem küm edebildim sadece. Çok ünlü bir futbolcuymuş. İzmir’de topçu denilince akla çöp şiş gelir halbuki. Futbolcu olacağı aklımın ucundan bile geçmedi, geçemezdi de zaten...

.

Kusura bakmayın, keşke babam yaşıyor olsaydı, sizi muhakkak tanırdı, on tane lig olsa hepsinin maçlarını tek tek izlerdi.” diyerek durumu toparlamaya çalıştım. Topçu bütün nezaketiyle, “Hayatta futbol dışında da konuşacak bir sürü önemli konu var. Hatta onları daha çok konuşmak gerek” deyince rahatladım.

Yoğun ve stresli bir işi olan babam, her pazar günü maça gitmek için tırışkadan bir kavga çıkarıp evden sıvışırdı. Birlikte geçirebileceğimiz tek tatil günü hırsız futbol tarafından elimizden alınırdı. Oysa şimdi, babamın hayalini kurduğu köy evinin izini sürerken, futbol yine karşıma çıkmıştı, ancak bambaşka bir mesaj veriyordu bu kez. Acaba hayatımda bir şey mi değişiyordu? Türkiye’nin en beyefendi futbolcusu diye tanınan ünlü topçu ile cep telefonlarımızı paylaştık, ileride bir gün tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Penaltının ne olduğunu bilmemem, ünlü topçu ile ara ara telefonlaşmamıza engel olmuyor.

Çevrede gezilebilecek köyler tüketilmiş, karar verme vakti gelmişti. Neye göre karar verecektik?

Ebru: “Gün geçtikçe gençleşmiyoruz, kesinlikle iki katlı bir ev istemiyorum.”

Ben: “Tamam iki katlı olmasın ama bir ara katı ve üzerine çıktığımızda etrafı seyredebileceğimiz bir terası olsun.”

Ebru: “Ara kat olsun ama orada banyo olmasın, burası köy evi üç banyo temizlemek ne demek sen biliyor musun?”

Ben: “Gerekirse ben temizlerim.”

Ebru: “Hayır temizlemezsiniz, siz önce iki oğlunla kendi arkanızı toplayın.”

Bu konuşmayı azıcık sansürlemiş olabilirim.

Bir ev inşa edeceksen, hayallerin yanı sıra, ihtiyaçlar, imkanlar, değerler ve inançlar belirleyici oluyor. Gerçekçi tartışmalar ve derin müzakereler sonucunda evimizin tek katlı olmasına karar verdik; bir ara katı ve terası olacak, ikinci katında banyo ve tuvalet bulunmayacaktı. Mimari planın en önemli kararları alınmıştı, peki bu ev nerede olacaktı. Son noktayı köyün yaşlılarından Nazlıgül Teyze koydu: “Aaaa ne bakınıyon öyle sağa sola. Karar veee aatıkk… Öyle aranıp duruuukeeen, bunu da elinden kaçırıveceeen. Hem bak orası, köyün meeekezi.” Demedim, bir ucundan öbür ucuna taş çatlasın beş dakikada yürünen köyün merkezi mi olur diye. “Dadam, atomun bile meeekezi vaaa.” demesinden çekindim.

Orhan ve Nuri amca merkezdeki o evde dedeleri ve nineleri ile büyümüşlerdi. İkisinin de yanakları al al, gülücükleri bol boldu. Belli ki taş evlerinin duvarları en çok kahkahaları ile yankılanmış, biraz da göz yaşları ile yıkanmıştı. Doksanlı yılların sonuna kadar annelerinin yaşadığı bu ev, o zamandan beri boş ve bakımsız kalmış, harabeye dönmüştü. Yıkılması gerektiğini biliyorlardı. Satmak, ama iyi birilerine satmak istiyorlardı. O iyi insanlar biz olabilir miydik?

Aldık tek katlı evi.

Meraklı Ümmügül'ün köyde sora sora bulup bize haber ulaştırdığı, hayat bilgesi Nazlıgül Teyze'nin nasihat ettiği, Orhan ve Nuri amcaların çocukluk anılarının taşlarına sindiği “Hayat Evi”nin hayali bizim oldu.

§

Hayat Evi yazı dizisi

Bir ev nasıl inşa edilir? Bir yuva nasıl kurulur? Taş-toprak dediğimiz sadece bir malzeme mi yoksa hayatın ta kendisi midir? Bugün "Hayat Evi"miz diye başladığımız macera, yarın hepimizin hayat vereceği bir yuvaya nasıl dönüşecek? Daha birçok soru ve yanıtları... "Hayat Evi" yazı dizisi başladı. Doğuşuna tanık olmaya hazır mısın?

“Hayat Evi”ne ilişkin diğer paylaşımları görmek için blog sayfam Memur Çocuğu’nu ziyaret edebilir, Instagram ve Facebook’tan @memurcocugu1972 hesaplarımı takip edebilirsin.

“Hayat Evi” yazı dizisinin daha önceki yazılarının linkleri için:

İlk yazı: Hayat Evi 

İkinci yazı: Akışına bırak