YAZARLAR

Hangi dal köklenir artık bu susuzlukta?

Bu ülkede gerçekten nasıl bir arada, gözlerimizin içine baka baka yaşayabiliriz? Bu kör terör saldırısını engelleyecek demokratik bir toplumu nasıl yaratabiliriz? sorularını ne zaman soracağız? Yüzlercesi biriken soruların yanıtlarını bulmadan, bulunan yanıtları siyasallaştırmadan bu olmayacak. Kim cumhurbaşkanı olacakmış, hangi hükümet sistemine geçilecekmişten çok önce konuşmamız gereken mesele bu.

Sorular birikiyor. Türkiye’de ne olduğunu anlamaya çabalayan kim varsa sorular biriktiriyor. Muhalefet tarafından eğer çekingen biçimde sorulmaya cesaret edilmediyse hiç sorulmayan sorular bunlar. Akreditasyonu olmayan gazetecilerin aklında olup da içeri girip soramadığı, akreditasyonu olanların ellerindeki soru metinlerinde yazmayan sorular… Türkiye yanıtsız bırakılan sorular ülkesi. Çözüm sürecinde masanın devrilmesinin son eşiği olan Ceylanpınar saldırılarının faili kim? 10 Ekim katliamını düzenleyen militanlar oraya nasıl geldi? Sorumluluklarını yerine getirmediği güçlü kanıtlarla iddia edilen kamu görevlilerinin sorumluluklarını yapıp yapmadıkları neden araştırılmıyor? Ankara’yı, İstanbul’u, Diyarbakır’ı kana bulayan şiddet döngüsü nasıl başladı? Cumhurbaşkanınca Allah’ın lütfu olarak görülen 15 Temmuz darbesi ne zaman haber alındı? Onlarca insan öldürülmeden bu darbe girişiminin önlenmesi mümkün müydü? O gece neler yaşandı?

İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırının şüphelisiyle telefon görüşmesi yaptığı iddia edilen MHP İlçe Başkanı hakkında Şırnak Valiliği neden telefonun onun üzerine olsa da usulsüz olarak başkasınca alındığına ve kullanıldığına ilişkin açıklama yaptı? İçişleri Bakanı, bu saldırının faili olarak yakalanan kişinin adını ve fotoğraflarını, soruşturmanın genişletilmesini tehlikeye düşürecek şekilde hangi gerekçeyle alelacele açıkladı? Saldırı ile ilişkili olabilecek başka kişilerin bu açıklamaların ardından ortadan kaybolma ihtimalini düşünmemiş olabilir mi? Sosyal medya haberleşmesi niçin engellendi, yayın yasağının nedeni ne? Yayın yasağı bile konmuşken daha soruşturma sürdürdüğü sırada İçişleri Bakanı, Kobane ilişkisini nasıl kurdu? ABD’nin saldırının asıl faili olduğu belirlemesini etraflı bir soruşturma yapmadan, kanıtları olmadan söylemiş olması mümkün mü? Kanıtları varsa nerede? Eğer ABD bu katliamın arkasındaki fail ise Cumhurbaşkanı niçin taziye için teşekkür etti? Cezaevinde tutulan HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın dün sorduğu sorular var. Patlayıcıyla yakalanan polis neden hemen önemsizleştirilerek ve adı İçişleri Bakanı tarafından alelacele açıklanarak bağlantılarının bulunmasını sağlamaya yönelik bir çabaya girişilmedi? sorusu bunların en kritiği. Daha onlarcası, İstanbul’un ortasında yaratılan korku ortamının, katliamın, acının ardından yanıtlarını bilmediğimiz onlarca soru.

İKİ AKIL VE SİYASAL TOPLULUĞUN ÇÖZÜLÜŞÜ

Yanıtlanmayan soruların arkasında, ölülerimiz var, acılarıyla bir ömür deva bulamayacak olan aileleri var, parçalanmaya yüz tutmuş bir siyasal toplum var. Belki de geleceğimiz açısından en kaygı verici olanı da bu. İstiklal saldırısının hemen sonrasında iki şey gözlemledik hep birlikte, birçoğumuz yalnızca gözlemlemedi, katıldı da. Birisini uzun bir zaman içim kaldırmadı. Soğuk bir stratejik-analizci akıl ile kimin kime, ne mesaj verdiği sorusunun yanıtı aranmaya başlandı hemen. İkincisi en az bu stratejik-analizci akıl kadar umut kırıcı. Toplumun neredeyse yarısı, bu patlamanın seçimin işaret fişeği olduğuna inandı. Yoldan geçen, o an orada bulunan insanlar kör bir terör eylemiyle öldürülüyor, her bir yurttaşın başına gelebilecek bir saldırıyla, İstanbul’un göbeğinde. İlk olarak kimin kime ne mesaj verdiğini tartışıyoruz. İhtimaller içinde terör örgütleri, onları yönlendirdiği iddia edilen devletler, devlet içinde öbeklenmiş çeteler, metropollerde yuvalanan organize suç örgütleri sayılıyor. Türkiye’de siyasal iktidara mesaj verme yöntemi artık kör terör saldırıları mı? Eğer öyle olduysa ki bu stratejik akıl böyle olduğunu düşünüyor, böyle bir saldırının ardından yanıtı aranması gereken başka bir soru yok mu? Böyle gayri meşru ve gayri insanı bir mesajlaşmayı mümkün kılan ortam ne? Bu ortamı nasıl yok ederiz? soruları hiç mi ilgilendirmiyor bizleri?

İkincisi, seçim sürecinin startının verildiğine ilişkin her kesimden yurttaşta olan düşüncenin kaynağını, 2015 seçimlerinin ardından yaşanan süreci niçin çok daha güçlü biçimde sorgulamıyoruz? Yıllardır bunu sorgulaması, engellemesi gereken muhalefet partileri seçimlere giderken güvenceli bir ortamı yaratma kapasitesi edindiler mi? Sokakta yürürken başına ne geleceğini bilmeyen insanların, demokratik bir kamusal alanda bir araya gelme, bir seçim yapma ve seçim sonucu oluşacak iktidarın politikalarını denetleme imkânı var mı?

DEVLET KURUMLARI YIPRANMASIN, YURTTAŞLAR ÖLDÜRÜLEBİLİR…

Milliyetçi – muhafazakâr muhalefet, devlet kurumlarını yıpratmamak gerektiğini söylüyor. Bir soru daha sorayım: hangi devlet kurumları? Yurttaşın hakkını aramasını engellemek için sokakları dar eden mülki idare amirleri mi? Anayasal haber alma hakkını engellemek için fırsat kaybetmeden girişimde bulunan BTK mı? Yayın yasağı koyan RTÜK mü? Bir yandan devletin partileştiğine, çeteleştiğine ilişkin iddiaları savunurken ‘devlet kurumlarını yıpratmamak gerek savını’ aynı anda hangi akıl süzgecinden geçirerek savunuyorsunuz?

Demokratik yollarla hak aramanın bütün araçlarının yok edildiği, gerçeğe ulaşma imkanlarının kapandığı, yargı önüne gittiğinizde adil bir kararla çıkacağınızın güvencesinin olmadığı, devletle yurttaşın arasındaki bağın ‘haklar’la değil, baskı ve zorla kurulduğu bir ülkedeyiz. Ülkemizde, terör saldırısıyla “iktidara kim, ne mesaj verdi?” diye sormak yerine; demokrasinin ana koşulları olan iktidara talepleri barışçıl yöntemlerle anlatma, demokratik olarak onu denetleme araçlarını yeniden edinme gereğini konuşmamız gerekmiyor mu? Siyaset yapan, parlamentoda ulusun temsilcisi olarak bulunan kişilerin tutuklandığı, cezalandırıldığı; gerçeği aktarmaya çalışan gazetecilerin sürekli yargı tacizi altında tutulduğu ülkemizde önce demokratik kamusal alanda mesajların barışçıl araçlarla oluşmasını sağlayacak yolları düşünmemiz gerekmiyor mu? “Seçimin startı mı?” sorusunun yerine, kamusal tartışmayı mümkün kılacak bir demokratik ortamın, adil ve güvenli seçimlere zemin sunacak kurumsal düzenlemelerin kazanılmasının araçlarını oluşturmayı neden önceleyemiyoruz?

Türkiye yakın tarihinde büyük acılar gördü, bu acılar ise toplumu atomize etmenin araçları oldu. Bu ülkenin başkentinin gördüğü en büyük katliamın anması yedi yıldır yapılamıyor örneğin. Aileler her anma töreninde şiddet görüyor. Katliamla hesaplaşılmadı, her yönüyle aydınlatılmadı. Bir anıt, barış adına yaraşır bir anıt bile çok görüldü Ankara’ya. Failler değil, öldürülen yurttaşlar yuhalatıldı. Artık bu ülkede gerçekten nasıl bir arada, gözlerimizin içine baka baka yaşayabiliriz? Bu kör terör saldırısını engelleyecek demokratik bir toplumu nasıl yaratabiliriz? sorularını ne zaman soracağız?

Başta sorduğum ve daha yüzlercesi biriken soruların yanıtlarını bulmadan, bulunan yanıtları siyasallaştırmadan bu olmayacak. Kim cumhurbaşkanı olacakmış, hangi hükümet sistemine geçilecekmişten çok önce konuşmamız gereken mesele bu.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.