YAZARLAR

Hamas’ın netameli seçimi

Seçimlere ilişkin farklı eleştiriler var ancak en göze çarpan eleştiri, kamuya açık ve şeffaf bir şekilde yapılmaması.

Hamas, geçtiğimiz gün kendi içinde yaptığı seçimlerde liderlerini yeniden belirledi. En büyük sürpriz, jübile yaptığı zannedilen Halit Meşal’in yeniden sahalara dönmesiydi. Filistin genel seçimlerine az bir zaman kala yapılan bu iç seçimlerde Hamas’ın Gazze sorumlusu Yahya Sinvar görevini sürdürürken Meşal’in yardımcılığına Musa Ebu Merzuk getirildi. Siyasi büro başkanlığı seçimleri henüz yapılmadı ama son anda bir sürpriz yaşanmazsa İsmail Heniyye ve yardımcısı Salih el Aruri’nin yeniden siyasi büro başkanlığına getirilmesi bekleniyor. Seçimlere ilişkin yapılacak değerlendirmede göze ilk çarpan, İsmail Heniyye, Salih el Aruri ve Yahya Sinvar’ın görevde kalmasının İran’la ilişkiler ve bölgesel dengelerle ilgili hareket içinde geçtiğimiz yıllarda kristalize olan iradenin aynı kararlılıkla sürdürülmek istendiği olacaktır. Ancak Meşal’in Filistin dışındaki temsilci olarak seçilmesi bir başka denge arayışının da işareti. Bu durum bir taraftan örgütün diasporada yaşayan İhvan çizgisindeki tabanını tatmin etmek için gerçekleşmiş izlenimini verirken, diğer taraftan da İran’la ilişkileri Türkiye, Katar ve Malezya ile dengeleme kaygısının ağır bastığını düşündürtüyor. Dolayısıyla seçimin Hamas içerisindeki farklı kanatlar arasındaki dengeyi sağlama gibi bir sonucu beraberinde getirdiği söylenebilir.

Seçimlere ilişkin farklı eleştiriler var ancak en göze çarpan eleştiri, kamuya açık ve şeffaf bir şekilde yapılmaması. Ayrıca hareketin şu ana kadarki performansını değerlendiren bir konuşma yapılmış veyahut deklarasyon yayınlanmış da değil. Böyle olunca Hamas’ın seçimlerinin biraz Ortadoğu’daki otoriter yönetimlerin seçimlerini andırdığını söylemek pek abartı olmaz. Gazze’deki seçimlerle ilgili en ciddi eleştiriyi, hareketin şahin kanadının önde gelen temsilcilerinden ve Filistin parlamentosu milletvekili Yahya Musa dile getirdi. Musa, yarışmanın adaylar arasında eşit bir şekilde yapılmadığını söylerken, seçimlerin şeffaflıktan uzak olduğunu da dile getirmeyi ihmal etmedi. Musa ayrıca “aday olma, adaylığın ilanı, programlar sunma, listeler ve seçim ittifakları oluşturma, yayınlama, itiraz ve temyiz hakkı açısından hareketin tam demokratikleştirilmesi" çağrısında bulundu. Bu tabii ki seçimlerin Gazze boyutu. Dışarıda yapılan seçimlerin ise göreli olarak daha şeffaf ve demokratik olduğu belirtiliyor.

İslami Direniş Hareketi (HAMAS) “Arap Baharı”ndan sonra İran’a doğru büyük bir manevra yaptığında hem Müslüman Kardeşler içinden hem de Suriye muhalefetine yakın çevrelerden büyük tepki almıştı. Filistin halkı için büyük bir umut kaynağı olan hareket o kadar çok zikzak çizmişti ki, İran’a doğru hamle yapsa karşı kamptan, Batı ile birlikte hareket eden ülke ve oluşumlara el uzatsa bu kez de İran ve müttefikleri tarafından ağır bir dille eleştiriliyordu. Daha önceki süreçte de başta Halit Meşal olmak üzere Hamas’ın önde gelen isimlerinin yıllarca himaye gördüğü, her türlü finans, lojistik ve silah destek aldığı Şam’dan, gösteriler başladıktan kısa bir süre sonra ayrılma kararı alması, soru işaretlerini beraberinde getirmişti.

Dünyanın hiçbir yerinde siyasal yapılar hele hele silahlı örgütler, müttefiklerinden kolay kolay vazgeçmezler. Örneğin Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi, büyük yardım ve destek gördüğü sosyalist blokla dayanışma içerisinde olmayı ilkesel bir duruş olarak benimsemiş ve SSCB yıkılana kadar bu tutumundan geri adım atmamıştı. İran ve Suriye’yi neredeyse kurulduğundan beri kendisine müttefik edinen Hamas’ın tek kutuplu dünyada Şam-Tahran ekseninden kopması, otomatik olarak ABD ve Batı blokuna ya da onunla köklü ilişkileri olan eksene kayması anlamına geliyordu. Ancak sorun, bu ülkelerin Batı Bloku'yla ilişkisinin öyle gelip geçici bir ilişki olmayıp, oldukça köklü tarihsel ve kurumsal arka plana sahip olmasıydı. İngiltere sömürgeliğinden henüz 1971 yılında bağımsızlığını kazanan Katar, varlığını Amerikan ve İngiliz himayesine borçluyken, Türkiye ise çok partili döneme geçişin hemen ardından ABD’ye 22 üs tahsis edecek kadar Batı’ya angaje bir ülkeydi. Dolayısıyla İsrail’i kuruluşundan beri destekleyen ve sorunun kaynağını oluşturan Batı Bloku’nun çözümün bir parçası olması beklenemezdi.

Burada tabii insanın aklına Hamas’ın uluslararası sistemde kökten bir değişiklik yaşanacağı yönünde bir “algı”ya “ikna” olup olmadığı sorusu geliyor. Muhtemelen Hamas yöneticileri, Arap isyanlarını, Ortadoğu’da yeni bir sistem inşasının işaret fişeği olarak gördü. Bu tespitin ne kadar büyük bir yanılsama içerdiği şu an ayan beyan ortada. Zaten Hamas yetkilileri de Arap isyanlarıyla ilgili hayal kırıklıklarını ve tercihlerine ilişkin değerlendirmelerini farklı vesilelerle ifade ettiler. Halit Meşal’in söylediklerine kulak verelim:

“İslamcılar, Arap Baharı sırasında iki hata yaptılar; bunlardan ilki, ayaklanmalar sürecinde kendi güçlerini abartırken bu ayaklanmalardan zarar gören ülkelerin davranış ve tepkisine dair yanlış öngörüde bulunmalarıdır. İçinde faaliyet gösterdiği bölgeyi çevreleyen atmosferi iyi tanımama ve aldatılma tuzağına düşmelerinin yanında bu durum, aslında onların güçlerini abarttıkları ve karşı-devrimin güçlerini hafife aldıklarının bir göstergesiydi. Bu hata, tecrübesizlik ve doğru bilgi yokluğunun yanı sıra, kendini olduğundan güçlü görme gibi unsurlara dayanıyordu. İslamcıların yaptığı ikinci hata, seçimlerde halkın çoğunluğunun oyunu almanın önemli olduğu pratik deneyimlerle kanıtlanmış olmakla birlikte, bunun devleti yönetirken tek başına karar almak için yeterli olmadığını görememeleridir.”

Yaklaşık 5 yıl önce yaptığı bu TV konuşmasında İslamcılarla ilgili genel tespitlerinden sonra doğrudan Hamas’la ilgili özeleştirilerine geçen Meşal, Hamas’ın Fetih örgütünün miadını doldurduğu ve kendisinin tek alternatif olduğunu zannetmekle büyük bir yanılgıya düştüğünü dile getiriyordu. Meşal buna karşın el Fetih’in de Filistin’i tek başına yönetmeye devam edeceğini ve Hamas’ın kota sistemiyle yetineceğini zannederek büyük bir yanılgıya düştüğünü, her iki tarafın da bu işi ortak yürütmeye yanaşmayarak kendi ayaklarına sıktığını kaydetmekteydi.

Ancak Halit Meşal’in özeleştirisi daha da derinleştirilmeye muhtaç. Mesele sadece ortaklık meselesi ve el Fetih’e karşı tutumla sınırlı değil, özeleştiri vermesi gereken başka dosyalar da var. Bilindiği gibi Hamas geçtiğimiz yıllarda Ulusal Sözleşmesini (Misak-ı Millî) yeniledi ve İsrail’i dolaylı olarak tanıma anlamına gelecek bir ifadeye bu sözleşmede yer verdi. Ancak mesele basit bir madde tadilatıyla geçiştirilebilecek gibi değildi. Zira sözleşmenin ilk versiyonunda “Filistin topraklarının vakıf malı olduğu, dolayısıyla bu toprakların tek bir karışından bile vazgeçmenin dinî açıdan ‘Haram’ ve Filistin’e ihanet olduğu” ifadesi geçiyordu. Bu tutumu nedeniyle Hamas, sadece İsrail’i değil, Oslo süreciyle birlikte Siyonistlerle uzlaşma çizgisine gelen Fetih hareketini ve Fetih tabanını da karşısına almış oluyordu. Üstüne üstlük, Ulusal Sözleşme’de geçen bu ifade için Hamas’ın “şehadet” operasyonu, diğerlerinin ise “intihar” saldırıları olarak nitelediği eylemlerde yüzlerce belki binlerce genç insanını kayıp vermişti. Hamas şimdi bu şehitlerin ailelerine ne diyecekti? Sadece bununla da yetinmemiş, Fetih İsrail ile Oslo’da uzlaştı diye Özerk Yönetim’in bütün kurumlarını boykot etmiş ve Fetih’le uzun süren kanlı bir çatışmaya girmişti. Ödenen onca bedel ve yaşanan onca acıdan sonra bu kadar kolay mı 1967 sınırlarında bir Filistin Devleti’ni kabul ederek iki devletli çözüme eyvallah etmek? Kaldı ki Halit Meşal, Hamas ulusal sözleşmesinde yapılan büyük tadilatın hemen ardından “bu değişiklik aslında Hamas’ın yaşadığı olgunlaşmayı gösteriyor” diyerek, yapılan değişikliği meşrulaştırmaya da çalışmıştı.

Tabii âdil olmak gerekirse Filistin’de özeleştiri yapması gereken tek hareket Hamas değil. Boğazına kadar yolsuzluğa batmış, FKÖ çatısı altında birleşmiş Filistinli grupların da, yıllardır verilen mücadele karşılığında Filistin halkına ne verdiklerini kendilerine sormaları gerekiyor: Yahudi Yerleşim Birimleri, Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, Gazze Ablukası vs. gibi konularda somut olarak Filistin halkına neyi sunabildikleri ortaya konulmalı. Filistinli gruplar İsrail işgal yönetimine getirdikleri eleştiri ve Siyonist zulmünü yüksek sesle haykırma noktasında sonuna kadar haklılar, ancak sistematik imha politikaları karşısında İsrail işgal rejimine ister silahlı isterse diplomatik mücadele alanında neden geri adım attıramadıklarına dair bir özeleştiri vermeleri gerekmiyor mu? Sonuç odaklı düşünülmediği ve Filistin halkına bir özeleştiri verilmediği sürece, işgal altındaki topraklarda zulüm bütün hızıyla sürecektir. Son olarak; kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla “biz hatalarımızı kendi aramızda zaten eleştiriyoruz” şeklinde değil, özeleştiri herkese açık bir şekilde yapılırsa gerçek anlamda bir özeleştiri olur, Hamas dâhil bütün Filistinli gruplar bunu geç olmadan yapmalı.


İslam Özkan Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.