İltica prosedüründe taşeronlaşma: Avrupa mülteci krizinde McKinsey’in gizli rolü

Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı (BIRN) tarafından yapılan araştırmaya göre, AB-Türkiye arasında yapılan mülteci anlaşmasının mimarlığını ABD merkezli danışmanlık firması McKinsey yaptı. AB ihale gözlemcisi, McKinsey'e yapılan 1 milyon Euro'luk ödemeyi usulsüz olarak değerlendirdi. Bu anlaşmanın perde arkasını, Avrupa medyasıyla eşzamanlı olarak ilk kez Gazete Duvar’da yayınlıyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Luděk Stavinoha-Apostolis Fotiadis*

2016 ve 2017’de, Amerikan yönetim danışmanlığı firması McKinsey’in, Yunan adalarına dolup taşan mültecilerin başvuru işlemlerinin hızlandırılması ve Türkiye’nin durumunu kurtaran tartışmalı anlaşma konusunda Avrupa’da yapılan görüşmelerin merkezinde yer alması, mülteciler konusundaki kamu politikalarına dışarıdan müdahale yapıldığı konusunda endişelere neden oldu.

Kullanılan dil, insanlık krizinden ziyade bir yönetim kurulu toplantısını anımsatıyor: ‘Hedeflenen stratejiler’, ‘üretimi maksimize etmek’ ve ‘iltica sürecini uçtan uca kolaylaştırmak’.

Yönetim danışmanlığı konusunda Amerika’nın elit firmalarından biri olan McKinsey&Company’nin kadın ve erkeklerinin, 2016’da Avrupa kıyılarına gelen mültecilerin akınını durdurmak konusunda Türkiye ile etkin bir anlaşma yapmakta zorlanan Avrupa Birliği bürokratlarına yaptıkları öneri tam da böyleydi.

Mart 2016’da AB, Yunanistan’a ulaşan mültecilerin Türkiye’ye geri kabul edilmesi ve sınırı geçmeye çalışanların engellenmesi karşılığında Türkiye’ye 6 milyar euro ödemeyi kabul etmişti. Yunan kıyılarına gelip iltica talep edenlerin çoğu Suriye, Irak ve Afganistan gibi çatışma bölgelerinden kaçan kişilerdi.

İnsan hakları gruplarının iltica hakkına yönelik bir risk olarak gördükleri bu anlaşma, büyük tartışmalar yarattı ama bu anlaşmanın yapılmasında etkili olan McKinsey’in ne ölçüde işin içinde olduğu ve bazı AB kurumlarının onun bu rolünü gizlemek konusunda ne kadar ileri gittikleri daha önce bilinmiyordu.

Bu araştırmada elde edilen bulgulara göre, McKinsey sahada nasıl bir anlaşma uygulanabileceği konusunda aylarca ‘pro bono’ (ücret beklemeden) saha çalışması yapmış ve AB politikasının en üst seviyedeki yöneticilerine bazen sadece sözlü olarak hizmet vermişti. Sonunda, AB’nin en üst seviyedeki yöneticileri bu politikanın uygulanmasını sağlamak üzere ihalesiz şekilde, yaklaşık bir milyon Euro’luk danışmanlık sözleşmesiyle onu ödüllendirdi.

Sonradan Avrupa bloğunun iç ihale gözlemcisi, bu sözleşmenin ‘usulsüz’ olduğuna hükmetti.

2015’te Almanya’nın iltica başvurularının devrini hızlandırma çabası konusunda McKinsey’in meseleye dahil olması, iltica başvurusunda bulunanların haklarının hiçe sayıldığına dair endişelerle birlikte sorgulanır hale gelmişti.

Kasım 2017’den itibaren elde edilen belgelere dayanan Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı (BIRN) araştırması, Avrupa’nın sahada yaşanan krizi ele alması konusunda özel yönetim danışmanlarının bürokratları ne ölçüde yönlendirdiğine ve bürokratların kendilerine biçilen rolleri nasıl sürdürmeye çabaladıklarına dair yeni bilgiler içeriyor.

Daha önce Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nde yolsuzlukla mücadele alanında çalışıp Avrupa Savunuculuğu Başkanlığı görevini yürüten, Avrupa Parlamentosu bütçe komisyonu üyesi Alman parlamenter Daniel Freund, “Eğer bazı şirketlerin geliştirdiği programlar sonradan politik kararlar haline geliyorsa bu, politik anlamda endişe verici bir durumdur ve dikkatle incelenmesi gerekir” diyor.

“Aynı şirketler, gerekli prosedürler atlanarak, müteakip sözleşmelerle ödüllendiriliyorsa özellikle dikkat edilmeli.”

BAŞARISIZ OLAMAYACAK KADAR ÖNEMLİ BİR ANLAŞMA

Mart 2016 anlaşması, çoğunluğu Suriye, Irak ve Afgan kökenlilerden oluşan 850.000 kişinin, önceki yıl tekneler ve lastik botlarla Türkiye’den Yunanistan’a geçmesinden sonra Brüksel, Ankara ve Avrupa’nın bir dizi başkentinde sahnede olan destansı bir jeopolitik gerilimin bitiş noktasıydı.

Dokuz yıldır komşusu Suriye’de devam eden savaş yüzünden 3,5 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, Türk vatandaşları için vize serbestisi sağlanması ve Türkiye’nin AB’ye üyelik görüşmelerinin yeniden başlamasını da içeren milyarlarca Euro’luk yardım karşılığında kendi topraklarından giden düzensiz mültecileri geri kabul edeceğine söz verdi. Ayrıca, Yunanistan'dan Türkiye'ye dönen her bir Suriyeli için Türkiye'den bir Suriyeli mültecinin Avrupa'da yeniden yerleşmesini sağlanacaktı.

AB bu ayrıntılı tasarıyı memnuniyetle karşıladı ancak insan hakları savunucuları, korunma talep eden kişinin reddedilmemesine dair ilticayla ilgili bir dizi uluslararası hak varken, Türkiye’nin iltica talep edenlerin geri gönderilebileceği ‘güvenli bir üçüncü ülke’ olarak tanımlanmasına dayanan bu anlaşmanın, tehlikeli bir emsal olduğunu söylediler.

Anlaşma Ege Denizi’nden geçişleri durdurmaya yardımcı oldu ama kısa süre sonra anlaşmanın diğer bölümlerinin yerine getirilmediği ortaya çıktı; anlaşmanın merkezinde iltica başvurularının, temyiz dahil 15 gün içinde sonuçlandırılacak şekilde hızlandırılması vardı. Anlaşmanın bu bölümü işlemiyordu ve yeni hareket kısıtlamaları, iltica başvurusu yapanların Yunan adalarında sıkışıp kalması anlamına geliyordu.

Ancak AB için bu anlaşma raydan çıkarılamayacak kadar önemliydi.

Türkiye’nin iltica edilebilecek güvenli bir ülke olduğu öncülüne dava açanlardan biri olan avukat Marianna Tzeferakou, “Avrupa Komisyonu’nun ve bu anlaşmanın arkasındakilerden gelen direktifler, hiçbir yasal argümanı ya da prosedür sorunlarını dikkate almadan, Yunanistan’ı AB-Türkiye anlaşmasını kesintisiz şekilde uygulamak zorunda bırakıyor” diyor.

“Birisi bu anlaşmanın uygulanmaya başlamasına dair emir verdi. Muğlaklık ve mevzuata ilişkin tahkim, prosedüre dair verilen garantilerin çökmesine neden oldu. Bu politik bir karardı ve başarısız olmasına izin verilemezdi.”

Gelelim MecKinsey’e.

EŞZAMANLI ORTAYA ÇIKAN EYLEM PLANLARI

İltica başvurularının nasıl daha hızlı değerlendirebileceği konusunda daha yeni Almanya’ya danışmanlık hizmeti vermiş olan firmanın uzmanları, aynı dönemde Yunanistan mülteci hizmetleri GAS’da çalışan, ancak isimlerinin belirtilmesini istemeyen iki kaynağın verdiği bilgiye göre, 2016’nın yaz aylarında Yunanistan’da çoktan saha araştırması yapıyordu.

Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı tarafından incelenen belgelere göre, başkanlığını Hollanda’dan Maarten Verwey’in yaptığı ve üye ülkelerin yapısal reformlar tasarlayıp uygulamasına yardım etmeyi amaçlayan ‘Yapısal Reform Destek Servisi’ (SRSS) adlı AB kuruluşu ile firma arasında ‘ön görüşmeler’ yapılmaktaydı. Vermey aynı zamanda AB-Türkiye anlaşmasının AB koordinatörüydü; şimdi ise Yapısal Reform Destek Servisi’nin başkanlığına devam etmekle birlikte, AB’nin genel ekonomik ve finansal ilişkilerinin direktörlüğünü yürütüyor.

Vermey’e bu görüşmelerin ‘detayı’ sorulduğunda, AB’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu’nun bu konuyla ilgili “başka herhangi bir belgeye sahip olmadığı” yanıtını verdi.

Buna rağmen, Eylül 2016 civarında Mc Kinsey, nasıl yardımcı olabileceği konusunda masasında ‘pro bono’ bir teklife sahipti ve ‘Entegre mülteci yönetimi yoluyla Avrupa Komisyonu’nu desteklemek’ başlığını taşıyan bu teklifi Verwey Ekim ayında imzaladı.

AB’nin mülteci kuruluşu Avrupa İltica Desteği Ofisi’nin (EASO) yönetim kurulu tutanakları, McKinsey’in iltica davaları konusunda Avrupa Komisyonu tarafından ‘Yunan adalarındaki durumu incelemek ve birikmiş işlerin bitirilmesini sağlayacak bir eylem planı üretmek” üzere Nisan 2017’ye kadar görevlendirildiğini göstermektedir.

Komisyondan bir sözcü, Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı’na yaptığı açıklamada, “McKinsey Yunan mülteci kabul sisteminin geliştirilmesi konusunda ücretsiz hizmet vermek için gönüllü oldu” dedi.

Diğer kısaltılmış belgelere göre, sonraki 12 hafta boyunca, McKinsey, Yapısal Reform Destek Servisi, Avrupa İltica Desteği Ofisi ve AB Sınır Güvenliği Ajansı Frontex ile Yunan yetkililerin aralarında olduğu, konuya dahil olan en önemli kişilerle birlikte çalıştı.

İki haftada bir yapılan paydaş toplantılarında McKinsey, iltica başvurusu sürecinde tespit ettiği zorlukları ve iş yükünü azaltmak için alınabilecek bir dizi önlem önerisini sunmaya başladı. Önerilerinin bir kısmı ‘mini-pilot’ bölge haline gelen Sakız Adası’nda halihazırda test ediliyordu.

Ekim ayının ortasında yapılan ilk toplantıda, McKinsey danışmanları toplantıda bulunanlara Avrupa İltica Desteği Ofisi ve Yunan mülteci hizmetleri ile temyiz makamları tarafından bakılan iltica davalarının “işlenme oranları”nı gösterip bunların önemli ölçüde artması gerektiğini söyledi.

Aralık ayında, McKinsey’in ilgili her aktör için belirlenmiş ‘hedeflenen stratejiler ve tavsiyeler’ içeren ‘eylem planı’ hazırdı.

Aynı ay, 8 Aralık’ta, Verwey AB-Türkiye anlaşmasının uygulanması konusunda AB’nin kendi Ortak Eylem Planı’nı sundu ve 15 Aralık’ta AB’nin hükümet başkanları bu planı onayladı.

McKinsey’in konuya dahil olduğuna dair hiçbir ibare yoktu ve Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı bu konuyu sorduğunda Komisyon, planın “Komisyon ile Yunan yetkililer tarafından birlikte hazırlanmış bir belge" olduğu bilgisini verdi.

Yine de Avrupa İltica Desteği Ofisi’nin 2017 Yıllık Raporu’nda, Avrupa Konseyi’nin biriken iltica davalarının temizlenmesi için “danışmanlık eylem planı”nı onayladığına, dikkat çekmeyecek şekilde atıfta bulunulmaktadır.

Adalardaki tecrit kamplarının kapasitesinin artırılması ve davaların ‘segmentasyon’u, Avrupa İltica Desteği Ofisi ve GAS’ın vaka çalışanlarının, çevirmenlerin ve Frontex refakat memurlarının sayısının artırılması, iltica sürecindeki temyiz adımlarının sayısının sınırlandırılması ve temyizlerin işleme koyulmasının ve görüşlerin hazırlanmasının şeklinin değiştirilmesi konusunu içeren maddeler incelendiğinde, McKinsey’in planıyla AB’nin Ortak Eylem Planı olağanüstü benzerdir.

Bazı konularda ise birebir aynıdır: McKinsey’in “hız ve kaliteyi artırmak için dava türlerine göre kapsamlı segmentasyon” olarak yaptığı öneri, AB’nin Ortak Eylem Planı’nda “hız ve kaliteyi artırmak için dava kategorilerine göre segmentasyon” olarak geçmektedir.

McKinsey’in Yapısal Reform Destek Servisi (SRSS) için yaptıklarının çoğu kısaltılmış durumdadır.

Haziran 2019’da Komisyon, ‘üçüncü taraflar (örneğin kaçakçılık ağları) tarafından istismar edilebileceği’ gerekçesiyle ‘kamu güvenliği’ için ‘risk’ teşkil edebileceği için bu bilginin ifşa edilmemesi gerektiğine dair karar aldı.

Tümünün açıklanmasının ise McKinsey’in ‘ticari çıkarlarının ciddi şekilde zarar görmesi’ riskini barındırdığını savundu.

Avrupa Komisyonu Genel Sekreteri Martin Selmayr, “Talep edilen belgelerde konu hakkında kamu yararı ve özel sektörün menfaatinin olabileceğini anlıyorum, bu durumda, şeffaflık açısından böylesi bir kamu yararının, ilgili şirketin ticari menfaatini koruma mecburiyetinden daha ağır basmayacağını değerlendiriyorum” yazdı.

Yapısal Reform Destek Servisi (SRSS), Verwey’in Ekim 2016’da imzaladığı McKinsey teklifini ifşa etmeyi reddetmesinin, bu araştırma esnasında elde edilen iç belgelere göre, muhtemel bir çıkar çatışması olabileceğine dair öneriyi reddetti.

Avrupa İltica Desteği Ofisi yönetim kurulu tutanaklarına göre, Avrupalı liderler Ortak Eylem Planı’nı onayladığı anda, Avrupa İltica Desteği Ofisi’nden bu planın yürürlüğe konması için ‘McKinsey ile doğrudan sözleşme yapması’ istendi.

‘POLİTİK BASKI’

Jose Carreira’nın Avrupa İltica Desteği Ofisi’nin yönetici direktörü, Joanna Darmanin’in ise ajansın operasyon yöneticisi olduğu dönemde imzaladığı, 992.000 Euro’luk sözleşme, 20 Ocak 2017’de bir ‘istisna notu’ eklenmiş şekildeydi. Notta, “zaman sınırlaması ve politik baskı sebebiyle zorunlu ihale prosedürü takip edilmeden anlaşmanın imzalanarak yürürlüğe girmesi zorunlu kabul edilmektedir” yazıyordu.

Ertesi yıl, Avrupa’da finans denetimi yapma yetkisine sahip olan Avrupa Sayıştay’ı (ECA) Avrupa İltica Desteği Ofisi’nin yıllık hesap denetiminde, AB düzenlemelerinde şeffaflık ve rekabet sağlamak için öngörülen ihale prosedürlerinin hiçbirinden geçmeden, ödeme almış “önceden seçilmiş tek bir ekonomik operatör” buldu.

Yıllık denetim raporunda, “Bu sebeple kamu ihale prosedürü ve tüm ilgili ödemeler (992.000 Euro) usulsüzdür” ifadesi yer aldı.

Sayıştay raporunda McKinsey’in ismi geçmiyordu. Ancak “usulsüz” bulunan sözleşmenin Yunanistan’da eylem planının uygulanması için sağlanacak danışmanlık hizmeti için Avrupa İltica Desteği Ofisi tarafından yapıldığı belirtiliyordu; hesap denetçisinin belirttiği miktar McKinsey sözleşmesindeki ücret ile birebir aynıydı ve Avrupa İltica Desteği Ofisi’nin bir sözcüsü dolaylı olarak söz konusu sözleşmenin tek ve aynı olduğunu doğruladı.

McKinsey sözleşmesi sorulduğunda Avrupa İltica Desteği Ofisi Sözcüsü Anis Cassar, “Avrupa İltica Desteği Ofisi, özellikle de Avrupa Sayıştayı’nın dahil olduğu konularda, bireysel sözleşmelerle ilgili ayrıntılar hakkında bilgi vermez. Yine de sizin de dikkatinizi çektiği üzere söz konusu ihale prosedürü Sayıştay tarafından usulsüz bulunmuştur (illegal değildir)” dedi.

Anis Cassar, “İlgili AB kurumları ve Üye Ülkeler’in acil talepleri nedeniyle söz konusu ihale istisnai ihale kurallarıyla verilmiştir” açıklamasını yaptı.

McKinsey’in Global Medya İlişkileri başkan yardımcısı Graham Ackerman, firmanın daha fazla detay vermesinin mümkün olmadığını söyledi. Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı’na, “Firmamızın değerleri ve gizlilik politikasına bağlı olarak müşterilerimizi veya müşterilerimize verdiğimiz hizmetin detaylarını kamuya açıklayamayız” bilgisini iletti.

‘DEĞERLENDİRME, GERİ BİLDİRİM, HEDEF BELİRLEME’

Avrupa İltica Desteği Ofisi’nin ihale kayıtları ilk kez sorgulanmıyor.

Ekim 2017’de AB’nin dolandırıcılık gözlemcisi OLAF, 2016’da tespit edilen usulsüzlükleri esas alan bir soruşturma başlattı.

Bu soruşturma Haziran 2018’de, McKinsey sözleşmesinde ‘istisna notu’nda ortak imzası bulunan Carreira’nın istifa etmesini sağladı. Kasım 2018’de Politico’da yayınlanan habere göre, soruşturma esnasında ihale kurallarına uyulmamasından personel tacizine kadar uzanan bir dizi ihlal tespit edildi.

Avrupa İltica Desteği Ofisi, McKinsey sözleşmesinin OLAF’ın soruşturmasında yer almadığını belirtiyor. OLAF ise bu konuda yorum yapamayacağını söyledi.

McKinsey’in işi, Ocak 2017’den Nisan 2017’ye kadar, AB’nin iltica başvurularının “ortadan kaldırılması” ve Yunan adalarındaki kalabalık yükünün hafifletilmesi talebi yerine getirilene kadar devam etti.

Projeyi denetleme işi, Verwey, Carreira, McKinsey ekibi ile Yunan üst düzey yöneticiler ve Avrupa Komisyonu görevlilerinden oluşan bir yönetim kurulundaydı.

McKinsey operasyonunun detayları Mayıs 2017’de sunulan bir raporda bulunmaktadır.

Avrupa İltica Desteği Ofisi, raporun “hassas ve kısıtlayıcı içerik”te olduğunu belirterek raporu yayınlamayı reddetti. Raporun kamuya açıklanmasının, “kamu güvenliğini ve uluslararası ilişkileri tehlikeye atacağı, aynı zamanda McKinsey&Company’nin ticari menfaatleri ve fikri mülkiyet haklarına zarar vereceğini” belirtti.

Bu yanıt, Carreira tarafından imzalanmıştı.

Bu haberin hazırlanmasını sağlayan bir gazeteci, AB Ombudsmanı’na şikayette bulunduktan sonra Avrupa İltica Desteği Ofisi, raporun birkaç bölümünü açıklamayı kabul etti.

1500 sayfalık raporun açıklanan bölümleri, bugüne kadar kamu politikası alanına giren iltica hakkı konusunda, büyük bir özel danışmanlık firmasının nasıl bir rol üstlendiğine açıklık getirmektedir.

Yönetim danışmanlığı jargonunda, McKinsey’in araya girmesinin ardında yatan mantık “üreticiliği maksimize etmek”tir. Bunun anlamı, mümkün olduğu kadar fazla iltica başvurusunun en hızlı şekilde işleme alınması ve bu başvurulardan onaylanmış olanlar arasından kimlerin Yunan anakarasına gönderileceği, kimlerin “geri gönderilebilir göçmen” statüsüyle Türkiye’ye gönderilmek üzere sınır dışı edileceğine karar verilmesidir.

Hızla hareket edilmesini sağlamak için “performans yönetimi sistemleri” uygulamaya konulurken reddedilen iltica taleplerinin temyiz davalarını gören komitelerin haftalık “randıman”larını “takip etmek” için mekanizmalar üretilmiştir.

Vaka görevlileri ve mülakatları yürütenlerin sahaya gönderilmesinden önce harcanan zaman kısaltılmış, Yunan bürokrasine bilgi teknolojileri desteği hızlandırılmış ve iltica başvurusu reddedilmiş olanlar için polise “geri gönderilebilir olduğuna karar verilen göçmenlerin hemen tutuklanması” emri verilmiştir.

O dönemde Yunan iltica ajansında çalışan dört kişinin BIRN’e verdiği bilgiye göre McKinsey’in ajans personeline erişimi vardı ama onların ifadesine göre, firmanın danışmanlık yaklaşımı sahadaki gerçeklikle ters düşüyordu.

McKinsey tarafından verilen “liderlik eğitimi” kursuna katılan eski bir çalışan, isminin gizli kalmasını talep ederek BIRN’e şu açıklamayı yaptı: “İltica başvurusu yapanlar için kurulmuş bir kampta verilen kamu hizmetinin mantığıyla çok alakasız gelmişti.”

Bir memur ise McKinsey’in teklif ettiklerinin çoğunun GAS tarafından zaten dikkate alındığını ve uygulanmasına ya da reddedilmesine GAS tarafından karar verildiğini belirtti.

“İşimizi nasıl organize edeceğimize dair ana fikirler zaten GAS’ın yönetim merkezinde belirleniyor” diyen memura göre, “McKinsey’in yaptığı tek katkı, kurumsal yöntemler olarak değerlendirme, geri bildirim, hedef belirleme ve girişim gibi, anlamı olmayan şeylerdi.”

Gerçekten de iş yükünün azalması zor görünüyordu.

Art arda gelen “ilerleme güncellemeleri”nin hepsinde, McKinsey, yönetim komitesini üretkenliğin “hedefe ulaşmak için yetersiz seviyede” olduğuna dair sürekli uyarıyordu. Kendi kayıtlarına göre, sözleşme boyunca sınır dışı edilenlerin sayısı haftada 50 kişiyi asla geçmedi. Hedef ise 340’tı.

McKinsey, Mayıs 2017’deki final raporunda, Şubat 2017’de ortalama 170 gün olan iltica prosedürü süresini sadece 11 güne indirerek “sürecin toplam süresini kısaltmayı” başardığıyla övünüyordu.

Buna rağmen binlerce mülteci, bu işin sonunda aylarca aşırı derecede kalabalık durumdaki ada kamplarında kapana kısılmış vaziyette kaldılar.

McKinsey, Nisan 2017’de adada kalan mülteci sayısını Yunan yetkilileri tarafından “veri doğrulaması” beklenen 6.000 kişi olarak açıklarken, Yunan hükümeti bu sayının 12.822 olduğunu belirtiyordu. Bu rakam McKinsey’in sözleşme yaptığı Ocak ayındaki başvurulardan sadece 1.500 azdı.

Kış sert geçmişti; sığınmacılarla çalışan organizasyonlar bazı kişilerin zarar gördüğü veya öldüğü olayları belgelemişlerdi ancak Yunan yetkililer ya hiç soruşturma açmıyor ya da bu konularla yeterince ilgilenmiyorlardı.

McKinsey’in final raporuna göre, adalarda 40 saha ziyareti, 200’den fazla toplantı ve atölye çalışmaları yapılmıştı. İlginç şekilde, McKinsey’in 2016’da ‘pro bono’ çalıştığı, 2017’de sözleşme yaptığı düşünüldüğünde, “Ekim 2016’dan itibaren” yapılan 21 yönetim kurulu toplantısından söz ediliyordu. “Proje özeti” bölümünde ise McKinsey, Yunanistan’da bir eylem planının “geliştirilmesi” ve “uygulanması” için “davet edildiğini” belirtiyordu.

Buna rağmen Avrupa Komisyonu, bu araştırmaya verdiği yanıtlarda, 2017’de McKinsey’i “önceden seçmiş” olmadığını, Avrupa İltica Desteği Ofisi’nden firmayla sözleşme imzalamasını da istemediğini belirtti.

Suriye’deki askeri kayıplar ve kendi ülkesindeki politik aksiliklerden gündemi değiştirmek isteyen Türkiye Cumhhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2020’nin Şubat ayının sonunda Brüksel’i anlaşmanın geri kalan şartlarını yerine getirmemekle suçlayarak AB ile yaptığı anlaşmayı yırtıp attı. Ama daha anlaşmanın çöktüğünün ilan edilmesinden önce, Birleşmiş Milletler verilerine göre 7.000 mülteci ve göçmen 2020’nin ilk iki ayında Yunan kıyılarına ulaştı.

ALMAN BAĞLANTISI

Avrupa’nın bu krizi ele almasında ünlü danışmanlık firmasının konuya el atması ilk kez olmuyor.

Raporlara göre, 270.000’den fazla iltica başvurusu dosyasının yükünün temizlenmesi ve iltica başvurusu sürecinin kısaltılması için Alman Federal Göç ve İltica Ofisi’nin McKinsey’e 45 milyon Euro’dan fazla ödeme yapması politik bir skandala dönüştü.

Alman medyasında yazılanlara göre, toplam tutarın içinde “Entegre Mülteci Yönetimi” için ödenen miktar 3,9 milyon Euro’ydu. Bu hizmetin ismi, McKinsey’in Eylül 2016’da AB’ye önerdiğiyle aynıydı.

Paralellikler bununla da bitmiyor.

McKinsey’in Ocak 2017’de Avrupa İltica Desteği Ofisi ile bağladığı sözleşmeyle oldukça benzer şekilde, firmaya yapılan ödemenin yarısından fazlasının durumun acilliği sebebiyle normal kamu ihale şartları uygulanmadan gerçekleştiğini Alman medyası ortaya çıkardı. Der Spiegel, sözleşmenin imzalanmasından önce firmanın yüzlerce saat ‘pro bono’ iş yaptığını duyurdu. McKinsey, federal bir sözleşme alabilmek için önceden bedava iş yaptığını reddetti.

Yine, anlaşmanın ayrıntıları gizli olarak sınıflandırıldı.

Almanya’da şeffaflık için STK olarak çalışan FragdenStaat’ın direktörü Arne Semsrott, McKinsey’in Almanya’da yaptığı işi incelemişti. Semsrott, bu gibi durumlarda şeffaflık olmamasının Avrupalı vergi mükellefleri için para ve denetim kaybı anlamına geldiğini söylüyor.

Semsrott, Almanya ve AB’nin böyle bir dış kaynaklı satın alımın detaylarını gizli tutması hakkında BIRN’e şu açıklamayı yaptı: “Şeffaflık olmaması McKinsey’e ve diğer danışmanlık firmalarına kamu bütçesinden daha fazla ödeme yapıldığı anlamına gelir. Aynı zamanda bu şeffaflık eksikliği, gerçekte neler olduğu konusunda kamusal denetim yapılamayacağı anlamına da gelir.

Atina’daki karar alma süreçleri konusunda bilgi sahibi olan kaynaklar, McKinsey’in Münih’teki ortaklarından Solveigh Hieronimus’un, Yunanistan’da Avrupa İltica Desteği Ofisi sözleşmesinin uygulanması esnasında şirketin ekibinin koordinatörü olarak çalıştığı bilgisini verdi. Hieronimus, Alman medyasında yer alan haberlere göre, şirketin hizmetlerinin Alman hükümetine sunulmasında da kilit rolü üstlenmişti.

Hieronimus, BIRN tarafından gönderilen e-postaya yanıt vermedi.

Daha önce Uluslararası Şeffaflık Örgütü için çalışan Alman parlamenter Freund, McKinsey’in Yunanistan’daki rolünün endişe verici olduğunu söylüyor.

Freund, BIRN’e yaptığı açıklamada, “Avrupa Konseyi’nin karar alma süreçlerinde yabancı işletmelerin herhangi bir etkisinin olması ideal bir durum değildir. Bu tip kararların, politikacılar tarafından yasal analizlere ve bağımsız uzman tavsiyelerine dayanılarak alınması gerekir” diyor.

Bu araştırmada yer alan gazetecilerden biri, McKinsey’in anlaşmalarının detaylarının gizlenmesi konusunda Temmuz 2019’da AB Ombudsmanı’na yeniden şikayette bulundu.

Kasım ayında AB Ombudsmanı, “Kamu bütçesinden finanse edilen projelerin içeriği konusunda kamunun bilgilendirilme hakkı vardır” prensibine gönderme yaparak, Avrupa Komisyonu’na “Fon verilen projenin, özellikle de iş paketleri ve proje çıktısı olarak belirtilenlerin tümüyle açıklanması gerekir” uyarısını yaptı.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von Der Leyen, AB Ombudsmanı’na “buna saygıyla katılmıyorum” yanıtını verdi. Yazılı cevabında söz konusu projenin “iş stratejisi açısından ve firmanın ticari ilişkileri dikkate alındığında hassas bilgiler” içerdiğini belirtti.

Avrupa Komisyonu Başkanı, daha önce de McKinsey ile anlaşmalar yapmıştı; von der Leyen Şubat ayında özel bir Bundestag komitesinin huzurunda, kendisinin 2013-2019 arasında savunma bakanı olduğu dönemde McKinsey’in de aralarında bulunduğu yabancı danışmanlık firmalarıyla yapılan onlarca milyon Euro’luk sözleşmeler konusunda ifade verdi.

2018’de Almanya’nın Federal Mali Denetim Ofisi, bazı sözleşmelerde yer alan prosedürlerin kanuna tam olarak uygun olmadığını ve maliyet etkinliği bulunan anlaşmalar olmadığını söyledi. Von der Leyen, usulsüzlüklerin var olduğunu kabul ederek eksiklikleri gidermek için pek çok şey yapıldığını beyan etti.

Von der Leyen, 2014 yılında McKinsey’in yöneticilerinden Katrin Suder’i Bundeswehr’in ihale sistemine reform yapmak üzere bakan olarak ataması konusunda da sorgulandı. 2018’de bakanlıktan ayrılan Suder’in, sözleşmelerin yapılmasında etkisi olup olmadığı sorulduğunda von der Leyen, böyle bir durum olmadığını varsaydığını söyledi. Bu tip kararların alınmasını “benim maaş seviyemin çok altında” işler olarak tanımladı.

Von der Leyen, Politico’da 9 Haziran’da yer alan habere göre Almanya’nın iktidar partileri tarafından suçlandı.

AB Ombudsmanı, Avrupa Komisyonu’nun McKinsey belgelerinin erişime açılmasını reddetmesi konusuna henüz cevap vermedi.

* Bu haber, Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı (BIRN) tarafından 18 Haziran 2020’de Gazete Duvar’a ulaştırılan metin üzerinden çevrilmiştir. (Çeviri: Melishan Devrim)

https://balkaninsight.com/2020/06/22/asylum-outsourced-mckinseys-secret-role-in-europes-refugee-crisis/