Surlar için Gabriel hassasiyeti lazım

Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır surlarının bir kısmı yıkıldı. Surların yıkılmasına gerekçe olarak yoğun yağmur yağışı gösterildi. Oysa 5 bin yıldır mevsim koşullarına dayanan surların bakımsızlıktan, ilgisizlikten yıkıldığını herkes biliyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Diyarbakır surlarıyla, kervansaraylarıyla, konaklarıyla, cami ve kiliseleriyle karşılaşan insanların ilk izlenimi ne oluyor acaba? Ben ilk karşılaştığımda “Karanlık” demiştim kendi kendime. Mevsim kıştı, hava pusluydu ve “eski” Bağlar’dan çıkıp Suriçi’nde tek başıma yürürken bu karanlığı yoğun hissetmiştim. Kış günü karanlığı çağrıştıran surlarla birlikte yapıların bazalt taşından yapılmış olmasıydı belki ve muhtemelen 1990’lı yılların ağır kötümserliği de tetikliyordu bu karanlık duyguyu.

O zamanlar, hâlâ diyenler vardır mutlaka, şehrin etrafını saran surlar için “Beden” diyordu Diyarbakırlılar. Surlar, bazalt taşından bir beden gibi koruyordu şehri. Ve surlara, insanın bedenine alışık olması gibi alışıktı Diyarbakırlılar. Çin Seddi’nden sonra en uzun surlara sahip olmanın gururunu o zaman da taşıyanlar vardı elbette. Ama surlara hayatlarının, bedenlerinin bir parçası gibi davranıyorlardı. Şimdi öyle değil. Şimdi surlardan uzak semtlerde doğan yeni nesil ile Diyarbakır’a sonradan yerleşenler, surlara turistik bir malzeme gibi bakıyor. Yeri geldiğinde gururla, “Dünyanın en uzun ikinci surlarına sahibiz” deseler de surlara yaklaşımlarında bir uzaklık, bir yabancılık hissediliyor.

Belki doğal bir süreçtir bu. Neredeyse 5 bin yıldır savaşlara ve doğa olaylarına karşı duran surların yıpranması da doğaldır. Doğal olmayan devletin surlara hassasiyetle yaklaşmamasıdır. Devletin olanaklarını kullanarak surlara yatırım yapması için sivil toplum kurumlarının, belediyelerin, kanaat önderi diyebileceğimiz şahsiyetlerin devleti harekete geçirecek nitelikte bir baskı uygulamamasıdır.

SURLAR YIKILIRKEN

Geçtiğimiz günlerde surların küçük de olsa bir kısmı yıkıldı. 13. yüzyılda Artuklu hükümdarı Melik Salih’in yaptırdığı, Evlibeden ve Ulubeden olarak bilinen burçtan düştü taşlar. Burcun yıkılan kısmı için yoğun yağmur yağışı gösterildi. Binlerce yıldır kara da yağmura da direnen burcun bir bölümü nasıl olur da yıkılır?

Yıkılır elbette ama bilinmesi gereken yıkılmasının nedeni tek başına yağmur değildir. Özellikle surların bakımsız kalmasıdır. Yapılan onarımın uygun bir şekilde yapılmamasıdır. UNESCO’nun desteğiyle 2018 yılında yapılan bakım ve onarım çalışması, yine UNESCO’nun girişimiyle durduruldu. Çünkü yapılan çalışmalar aslına uygun yapılmıyordu. TMMOB Diyarbakır Şube Başkanı Şerefhan Aydın da bunu hatırlatarak, aslına uygun ve gerekli özenle yapılmayan onarım ve bakım çalışmaları hem çirkin bir görüntüye neden oluyor hem de istenildiği oranda sağlam olmuyor” tespitini yapıyor.

Zaman zaman UNESCO’ya çağrılar yapılıyor surların ve Hevsel Bahçeleri’nin korunması için. Oysa UNESCO, 2015 yılında, Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı olduğu dönemde hem surları hem de Hevsel Bahçeleri’ni Dünya Mirası listesine ekleyerek önemli bir adım atmıştı zaten ve bundan sonrası devletin ilgili kurumlarına ve şehri yönetenlere kalmıştı. UNESCO, Dünya Mirası listesine eklediği mekanların korunması için gerekli desteği talep edildiğinde sağlıyor. Ancak devletin aldığı kararlara doğrudan müdahale etmiyor. Şunu yapabiliyor: Maddi destek sağladığı çalışmalar aslına uygun yapılmıyorsa, gerekçelendirerek desteğini çekiyor.

TMMOB ve Diyarbakır Barosu peş peşe surlar, Hevsel Bahçeleri ve diğer tarihi yapılar için hassasiyet çağrısında bulunan açıklamalar yaptılar. Bu çağrıların, iş insanları, belediyeler, valilik, Koruma Kurulu gibi Diyarbakır’la ilgilenen herkesten destek bulması gerekiyor. Bu destek, Albert Louis Gabriel hassasiyeti ölçüsünde olmalı. Yoksa surlarla birlikte Diyarbakır’ın diğer tarihi varlıklarının da tehlike altında olduğu gözle görülür düzeyde.

TURİZM SEKTÖRÜ NEDEN SESSİZ?

Peki, Albert Louis Gabriel hassasiyeti nasıl bir şeydir? Daha önce bir vesileyle yazmıştım. Örnek olması umuduyla bir kez daha kısaca yazayım: Albert Louis Gabriel 1883’te Fransa’da doğdu. Sorbonne’da güzel sanatlar ile edebiyat okudu ve doktorasını Paris Üniversitesi’nde yaptı. Gabriel, 1926 yılında Türkiye’ye geldi ve Darülfünun’da Arkeoloji-Sanat Tarihi dersleri verdi. 1930 yılında Milli Eğitim Bakanlığı ile anlaşarak, Mezopotamya’daki eserler hakkında araştırma yapmak üzere yola çıktı. Hasankeyf’ten Van’a kadar sürer yolculuğu boyunca eserlerin fotoğraflarını çekti, çizimler yaptı, metinler yazdı.

1930’lu yıllarda geldiği Diyarbakır’daki manzara ise fecidir. Dönemin valisi Faiz Ergun’un talimatıyla Dağkapı-Mardinkapı arasındaki surlar top atışlarıyla yıktırılmaktadır. Surların yıkımına gerekçe olarak, “Sur içine hava girmiyor. Bulaşıcı hastalıklar yaygınlaşıyor. Hava sirkülasyonu olsun diye surları dinamitliyoruz.”

Gördükleri karşısında dehşete düşen Albert Louis Gabriel, Milli Eğitim Bakanlığı’na rapor yazar. Diyarbakır surlarının tarih ve arkeolojik açıdan paha biçilmez olduğunu belirten Gabriel, yerel makamların başlattığı bu yıkımın bir an önce durdurulmasını ister. Gabriel’in girişimi sonuç verir surların yıkımına son verilir.

Gabriel hassasiyetini sadece TMMOB’dan, Diyarbakır Barosu’ndan, şehre yazdıklarıyla emek vermiş yazar Şeyhmus Diken’den beklememek gerekiyor. Bütün sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler, iş çevreleri ve özellikle turizm sektöründen surlar için daha büyük gayret sarf etmesini beklemek, Diyarbakır’da yaşayan herkesin hakkıdır. Sahi, surlar sayesinde ekmek yiyen turizm sektörü surlar yıkılırken neden sessiz kalıyor?